Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dejevue

Dejevue
 

DEJEVUE

Zannederim her şey beş evler istasyonunda başladı.

Ankara da Metro inşaatları yeni başlamış.

Bizim şirket de, İngiltere de elektrikli kepenk imal eden bir firmanın bayiliğini yapıyor.

İstasyonların giriş, çıkış kapılarına otomatik kepenk takılması için, ihale açıldı.

Biz de teklif verdik ve ihaleyi kazandık.

Böylece, ayrıldığımdan yirmi sene sonra, tekrar Ankara’ma kavuştum.

On bir İstasyona, ellinin üzerinde otomatik kepenk takacağız.

Gerek Ankaray’ın inşaatının devam etmesi ve gerekse bizim montaj süremiz, üç ay gibi bir zamanı gerektiriyor.

Otel masrafları bayağı yüklü olacağından, hem kendime, hem de montörlere Gazi Osman Paşada, üç aylığına birer mobilyalı ev kiraladım.

Aradan yirmi sene geçmesine rağmen Ankara’yı hiç yadırgamadım.

Üç günde her şey geri geldi.

Çok mutluyum.

Sanki hiç ayrılmamış gibi her caddeyi, her sokağı, dükkânları tek tek hatırladım.

Hatta gençliğimde dostluk kurduğum taksileri bile buldum.

Üzüldüğümde olmadı değil.

Piknik kapanmış.

Yerine bir Banka gelmiş.

İlk biramı orda içmiş ve ilk sevgilimle orada yemek yemiştim.

Sakarya Caddesi aynen bıraktığım gibi.

Lokantalar, balıkçılar, Sergen pastanesi hala yerinde.

Büyük Sinema, Ankara Sineması, Renkli Sinema yok olmuş.

İnsan yakın bir akrabasını kaybetmiş gibi oluyor.

RV ve Liman Lokantası hala ayakta.

Gençliğimin en gözde semtlerinden Kavaklıdere, bir iş merkezi olmuş.

Bir zamanlar, Ankara da görevli Amerikan askerleri yoğunlukla buralarda otururdu.

Bizde Amerikalı kız tavlayacağız diye Kavaklıdere’yi çark çevirirdik.

Maltepe’deki Baba’nın meyhanesinin yerinde bir ayakkabıcı var.

Neyse ki opera binası, Türk Hava Kurumu hala yerinde.

Ulus, Dışkapı, Bent Deresi, Saman Pazarı pek değişmemiş.

Otuz iki tekmili birden dört saat kesintisiz film izlediğimiz Park- Sus Sinemasının yerinde yeller esiyor.

İlk üç gün, tekrar hatırlayabilmek için Ankara’yı şöyle bir dolaştıktan sonra işe koyulduk.

Aşti ve Bahçeli Evler istasyonlarının kepenklerini gayet rahatlıkla monte ettik.

Sıra Beş Evlere geldiğinde huzursuz landım.

Buranın bende, hem güzel hem de tatsız hatıraları var.

İlk defa zelzeleyi burada yaşamış, babam Kore’ye gönderilmiş, burada, Anıttepe İlkokuluna gitmiş, taksi altında kalıp başımdan ağır yaralanmış ve ilk sevgilimi buradaki küçük korulukta öpmüştüm.

Beş evler bana hep oyunlar oynadı.

Neyse;

Beş Evler istasyonunda işe giriştik.

Kapı girişlerine, merdivenle yerin on metre altına inerek ulaşılıyor.

İlk problem daha montaja başlamadan çıktı.

Kapı kasası dikmeleri tam karşılıklı değil.

Biri daha içerde.

Dışkapı Sanayi çarşısından profil satın alarak dikmeleri eşitledik.

Kepenk’i monte ettik ve motora elektrik verdik.

Şöyle bir yukarı hareket etti ve ondan sonrada tık yok.

Hadi bütün kepenk’i tekrar söktük.

Motoru kaptığım gibi soluğu Sanayi Çarşısında aldım.

Tüp şeklinde bir motor bu.

Bir sürü elektrikçi dolaştım.

Herkes böyle bir motoru ilk defa gördüklerini ve anlamadıklarını söylüyor.

Neyse ki eski tanıdıklar imdadıma yetişti.

Almanya'dan kesin dönüş yapmış bir elektrikçi buldular bana.

Meğerse motorda bir arıza yokmuş.

Kepenk montajınız hatalı olmuştur dedi.

—Eğer her hangi bir yere sürtüyor ve rahat hareket etmiyorsa, motoru koruyan bir devre atar ve motoru yakmamak için enerjiyi keser.  

Kepenk’i tekrar kontrol ettik.

Adam haklı çıktı.

Bir noktada sürtünme ve zorlanma var.

Tekrar ayarladıktan sonra kepenk çalıştı.

Hiçbir problem yok.

İşveren firmanın bizimle ilgili bölümüne haber verdik.

Kepenk’i çalışır vaziyette teslim ettiğimize dair bir belge almamız lazım.

Ertesi sabah ilgili Mühendis geldi.

—Yahu Attila Bey size bildirmediler mi?

Buranın dikmelerinde problem var.

Tam karşılıklı değil.

Sizde bunu gidermek için profille işi halletmişsiniz.

Ama bu ileride aksaklıklar doğurabilir.

Kepenk’i otuz santim daha içeri alın.

Tesellümü ancak öyle imzalarım.

Beynimden kaynar sular indi.

Haydi, tekrar her şeyi söktük ve tekrar istenilen yere monte ettik. 

Azami üç günde yapılacak iş on gün sürdü.

Gece 3 gibi son rötüşleride bitirdik.

Tam çıkıyorduk ki, İstasyon sorumlusu Halit Bey geldi.

—Attila’cığım, bu gece trenin ilk test sürüşü yapılıyor.

Saat 3.30 gibi bizim istasyonda olur.

Buradan, Aşti ye ve sonra gerisin geri Cebeci ye kadar gidecek.

Daha sonra işten fırsat bulamaya bilirsin.

Sende katılmak ister misin ilk yolculuğa?

—Tabii Halit Ağabey.

Çok sevinirim.

Dediği gibi üç buçukta tren geldi.

Yep yeni vagonlar.

Her şey pırıl pırıl.

Pencere kenarında bir koltuğa oturdum.

Bayağıda süratli gidiyoruz.

Her şey tıkır tıkır işliyor.

Çoğunlukla, yer altından gittiğimiz için, dışarısı gözükmüyor.

Bir müddet sonra, yorgunluk iyice bastırdı ve uykum geldi.

Başımı cama dayadım.

Yarı uyuklayarak trenin raylarda çıkardığı sesleri dinliyorum.

Sanki

Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye, Kaleye.

Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye, Kaleye diye söyleniyor.

Allah, Allah.

Nereden takıldı bu aklıma?

Saat dört buçuğa doğru Beş Evlere geri döndük.

Oradan da evlerimize dağıldık.

Kaybettiğimiz on günü telafi etmek için o hafta yoğun çalıştık.

Allah'a şükür üç istasyonun daha kepenklerini problemsiz monte ettik.

Benim çocuklar;

—Ağabey, bu hafta canımız çıktı.

Ne olur, bu Pazar hepimiz dinlenelim.

Haklıydılar.

Bende aşırı yorulmuştum.

O Pazar saat on bire kadar uyudum.

Bizim balkonu mesken edinen güvercinleri de yemledikten sonra televizyonun karşısına kuruldum.

Günseli (eşim);

—Attila, belki bir daha gidemeyiz.

Kalk hadi bir Ulus yapalım.

Gençlik parkı, senin çok sevdiğin Hergele Meydanı, Hal ve Ankara Kalesini bir gezelim.

Kim bilir nasıl değişmişlerdir.

—Tamam Günseli.

Hadi fırla.

Gençlik parkı hala gençliğimdeki gibi.

Gölet in üzerindeki köprüden Günseli ile bir daha el ele yürüdük.

Yolsuz kaldıkça ceket ve pantolonlarımı sattığım Hergele Meydanındaki eskiciler hala duruyor.

Ancak daha bir modern görünüm kazanmışlar.

En fazla mal sattığım Satılmış Ağabey, epey yaşlanmış, ama beni görür görmez tanıdı.

Sarmaş dolaş olduk.

—Az mı çektim senden be çocuk?

Beş liralık takıma on beş lira koparabilmek için, tavladığın sarışın mavi gözlü Amerikalı kızları getirip, bana az mı tanıştırdın?

Bakardım, bebek gibi kız.

Attila yalvarır.

Ne olur be Satılmış ağabey.

Ver şu on beş lirayı.

Linda’yı Gençlik Parkına götüreceğim.

Kıyamazdım.

Verirdim istediği parayı.

Ulen, senin zamparalıklarının ceremesini, bir sattığın takımların, birde ben çektik.

Hal; gene tıklım tıklım.

Zile pekmezinden, Kayseri pastırmasına, palamuttan, kalkan balığına, yine ne arasan en lezzetlisi var.

Çocukluğumdaki, çekilmiş kahve satan ve dükkânın önünden geçerken insanın genzini mis gibi kahve kokuları dolduran, Kahveci Miş Miş hala yerinde.

Vitrinindeki, elinde bir kahve paketi, başını iki yana sallayan ve salladıkça da gözleri sağa sola bakan zenci bebek de hala başını sallamaya devam ediyor.

Ben yaşlandım.

O ise, çocukluğumdaki, gibi hiç yorulmadan hala başını sallıyor.

Oradan, kaleye çıktık.

Ankara Kalesi bayağı değişmiş.

Birçok eski Türk evi, restore edilmiş.

Resim, el sanatları galerileri, antikacılar ve lokantalar, cafe’ler açılmış.

Gelen giden çoğalınca, eski evler para etmeye başlamış.

Kalenin eski sakinlerinin birçoğu evlerini terk etmiş.

Çoğunun önünde satılık ilanı var.

Evlerin de çoğu, yarı harabe durumunda.

Birçoğunun damı çökmüş.

Günseli yorulduğunu söyleyince, yarı ahşap bir Türk evinden restore edilerek Cafe haline getirilmiş bir mekânda oturduk.

Demli çaylarımızı içerken güzel Ankara manzarasını seyrettik.

Çay faslımızdan sonra, daha da üst sokaklara doğru tırmandık.

Üst sokaklardaki evlerin tamamı yıkık ve satılık.

Yeşil badanalı harap bir evin önünde, birden kulaklarımda aynı nakarat dönmeye başladı.

Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye, Kaleye.  

Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye gel, Kaleye, Kaleye.  

Başım acayip dönüyor.

—Günseli başım dönüyor.

 Biraz dinlenelim.

Evin iki metrelik bahçesinin içinde Roma döneminden kalma bir iki sütun kaidesi var.

Üstlerine oturduk.

Başımı duvara dayadım.

İçim geçti.

Gözlerimi kapattım ve derin bir uykuya daldım.

Horoz sesleri ile uyandım.

Yakındaki bir Camide Ezan okunuyor.

Etraf, daha karanlık.

Tahta bir somyada yatıyorum.

Üstümde keçi kılından bir battaniye örtülü.

Sağ başucumda hasır bir tabure ve üstünde de ölü gözü gibi yanan bir gaz lambası.

Lambanın tam önünde toplu bir tabanca var.

Onun yanında da, deri kapaklı bir Kuranı Kerim.

Odanın tek penceresinde tığla örülmüş bir perde.

Perde’nin alt kısmındaki dantelin arasından Ankara gözüküyor. 

Gökyüzü yeni ağarıyor.

Odanın kapısı adi keresteden yapılmış.

Yan yana dizilmiş tahtalar; altta ve üstte birer yatay tahta ile çivilenmiş.

Boyasız.

Tahta bir mandal ile kilitli.

Kapının üst kısmında uzun, uzun çiviler çakılı.

Birinde askeri bir üniforma, bir diğerinde ise siyah kalpak asılı.

Duvara en yakın çiviye, mavzer ve kama asılmış.

Bir köşede de tahta bir bavul var.

Korkunç panik içindeyim.

Her tarafımdan soğuk ter fışkırıyor.

Horozlar biteviye ötüyor.

Sigara yakayım dedim.

Tabancanın altında gördüğüm gümüş tabakayı aldım.

İçinde tütün ve sigara kâğıdı var.

Ellerim zangır zangır titrerken, zor bela bir sigara sarabildim ve gaz lambasının şişesi ucunda yaktım.

Yahu ben nerdeyim?

Ne oldu?

Öldüm mü?

Tam bunları düşünürken kapı hızlı hızlı vuruldu.

Haydi Bismillah.

Kapıyı açtım.

Alaca karanlıkta, karşımda gri kalpaklı bir asker.

—Mülazım efendi.

Gazi hazretleri tez sizi emretti.

Atınızı eyerledim.

Hemen gidelim.

—Tamam, sen dışarıda bekle biraz.

Ben giyinene kadarda atımı yemle.

Hemen geliyorum.

Aceleyle üstümdeki entari geceliği çıkarıp üniformayı giydim.

Kamayı ve revolveri de belime taktım.

Mavzeri de kuşandıktan sonra, birden aklıma geldi.

Başımdan geçenleri yazıp sehpanın üstüne bırakıyorum.

Latin harflerini hatırlayamadığımdan eski Türkçe yazdım.

Kusura bakmayın.

Yaşadıklarımın hangisi gerçek, hangisi rüya bilmiyorum.

Kararı siz verin.

Benim acele gitmem lazım.

Gazi, beni emretmiş.

Lanet Beşevler.

Yaptın gene bana yapacağını.

 
Toplam blog
: 54
: 141
Kayıt tarihi
: 17.03.17
 
 

1944 İstanbul doğumluyum. İlk ve ortaokulu Napoli İtalya'da, Lise TED Ankara Maarif Koleji, Yükse..