Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GÖKKUŞAĞINDAKİ SİYAH

http://blog.milliyet.com.tr/paradigma

17 Ağustos '14

 
Kategori
Sosyoloji
 

Demokrası kültürünün yaşamsal unsurları

Demokrası kültürünün yaşamsal unsurları
 

Demokrasinin bir yönetim biçimi olduğu kadar aynı zamanda bir yaşam kültürü olduğu gelişimsel sürecinden anlaşılmaktadır. Bireyin temel hak ve özgürlüklerinin, yasal ve anayasal güvence altına alınması, demokrasinin birey açısından vazgeçilmezliğinin en önemli ve açık kanıtıdır. Bu, aynı zamanda devlet-birey ilişkilerinin demokratik düzlemde “hukuk”un temel alınarak şekillenmesi de demokrasinin en önemli diğer bir yönünü oluşturmaktadır.

İnsanın toprağa yerleşmesi ve toprağı işlemesi sonucu “özel mülkiyet” kavramıyla beraber “hukuk”un ortaya çıkması sonucu toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi ve bireylerin haklarının korunması, “toplumsal iş bölümü” ile birlikte “devlet” kavramını ortaya çıkarmıştır. Basit ifadesiyle “devlet”, ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla “devlet”, bireyin “temel ve hak özgürlükleri”ni “korumak” ve “geliştirmek” adına var olmuştur. Bu nedenle “devlet”, “eleştirilemez” ve “sorgulanamaz” bir “tüzel kişilik” ve “hukuki yapı” değildir. Bu bağlamda “devlet”, sahip olduğu çeşitli yönetim araçlarıyla kendisine yönelik iç ya da dış tehdit ortaya çıktığında kendini “hukuki” yollarla savunur. Bu savunma şekli, hukuk zemininde kalıp bireyin temel hak ve özgürlüklerini asla hedef almaz/almamalıdır.

Demokrasinin ilk biçiminin Antik Yunan’da uygulanması ile birlikte demokrasi serüveni başlamıştır. Ardından bireylerin bilgi ve bilinç düzeylerinin yükselmesine bağlı olarak daha fazla hak ve özgürlük talep etmeleri sonucu, “devlet yönetimleri” bu haklı talepleri karşılayarak demokrasinin gelişimine katkı sunmuşlardır. Günümüz demokrasilerine varıncaya dek, “insanlık”, demokrasi için çok büyük “bedeller” ödemiştir. Demokrasinin farklı şekillerde uygulanması da toplumun dinamikleri ve kültürel birikimi ile ilgili bir konu olduğu unutulmamalıdır.

 “Devlet” olgusunun kaçınılmaz olarak yaşamımızda yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda “Devlet Karşıtlığı”nın pratikte hiçbir faydası yoktur. Bundan dolayı bireylerin, demokrasi kültürü çerçevesinde devleti kabullenerek, devleti hukuki çerçevede olmak şartıyla, seçimlerde oy kullanmak ya da sivil toplum örgütlerinde yer almak gibi çeşitli araçlarla, çağın koşullarına göre şekillendirme girişimlerinde bulunması mantıklıdır. “Hukuk”un dışına çıkıldığında ise devlet, kendisine yönelen tehditler karşısında hukuki çerçevede meşru savunma hakkını kullanarak yaptırımlara başvurur. Devletin şekillenmesinde önemli rolü olan “siyasi partiler”, “medya”, “sivil toplum kuruluşları” başta olmak üzere bireyler, kendi yaşamları için demokratik haklarını kullanarak yönetişim süreçlerine dahil olmak durumundadırlar. Bu noktada, toplumda mevcut “demokrasi algısı”nın seçimlerde oy vermekten ibaret olmadığının bireylerce kavranması büyük önem arz etmektedir. Bu da “etkin vatandaş”, “katılımcı demokrasi”, “hukuk üstünlüğü” gibi kavramların yaşamımızdaki önemini göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Ekonomistlerin ifadesiyle “makro ölçek”te dünya üzerinde yaşanan bir takım problemlerin aslında demokrasi sorunu olduğunu ifade etmek, sorunun çözümü noktasında belirleyicidir. “İnsanlık Ailesi” olarak, yaşadığımız problemlerin temelinde hoşgörüsüzlük ve empati yoksunluğunun yer aldığını söylemek yanlış olmaz. Kimlik, kültür, dil, inanç, ekonomik gelir, bölüşüm ve çevre gibi problemlerden kaynaklanan anlaşmazlıklar/sorunlar, “kimi oluşumlar” tarafından istismar edilerek insanlık ailesinin bireyleri arasında sorun yaratıp bu sorundan beslenmeye ve “sömürü aracı” olarak kullanmaya çalışmaktadır. İnsanlık ailesi bireylerinin “kimi oluşumlar”ın kirli oyununa rağmen “empati”, “hoşgörü” ve “demokrasi kültürü”nün egemen olması sayesinde dünyada “kalıcı” bir barışı kurmaları her zaman için mümkündür. “Barış”ın “demokrasi kültürü” ile mümkün olduğu unutulmamalıdır.

Sivil toplum örgütlerinin güçlenmesi, bütün siyasi partilerin yönetim sürecine dahil edilmesi “toplumsal uzlaşı” açısından önemlidir. Toplumsal uzlaşı için, toplumu oluşturan bütün kesimlerin görüşleri- temsiliyeti sağlamak adına- alınmalıdır. Bunun için iş dünyasına, üniversitelere, işveren-işçi ve meslek odalarına, barolara, sendikalara, inanç grubu temsilcilerine, sanatçılara, aydınlara ve kanaat önderlerine söz hakkı vermek suretiyle geniş katılımlı ve ortak akıl oluşturularak toplumsal sorunlar kolaylıkla çözülebilir. “Çözüm” yanlısı olmak, konunun “cesur” bir şekilde konuşulmasıyla mümkün olduğu unutulmamadır. Bu aşamada önemli görevlerden biri de medyaya düşmektedir. Medyaya düşen görev, “çözümün yanında olmak”, “olanı olduğu gibi vermek” ve “olumlu bir dil” kullanmaktır.

Barışın kalıcılığı, bireylerin demokratik kültürü benimsemeleri sayesinde gerçekleşebilir. Barışın egemenliği, “öteki” kavramının ortadan kalkarak “Farklılık, eşitsizlik demek değildir.” bilincine dönüşmesi sayesinde “daha yaşanılır” ve “demokratik bir dünya” süreci devam edecektir. Politikacıların, “algı yönetimi” ile ilgili olarak -barışı sağlamak adına- topluma şu mesajı vermeleri oldukça yerinde olacaktır: ”Barıştan herkes kazanır. Çünkü barışta yenilgi diye bir şey asla söz konusu değildir. Demokrasi kültürünün ”toplumcu düşünce” ve insan sevgisi” ile toplum yaşamına egemen olduğu zaman barış mümkündür. “Barış”, “özlem” olarak kalmamalıdır.” 

 
Toplam blog
: 16
: 209
Kayıt tarihi
: 17.07.09
 
 

Mardin-Kızıltepe doğumluyum. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünden mezunum. ..