Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

Dersim'den Tunceliye giden taşlı yol...

Dersim'den Tunceliye giden taşlı yol...
 


Dersim ,tarihi ve arkeolojik yapısıyla, binlerce yıl öncesinden gelen orijinal bir bölgemizdir.

Günümüzde de sürekli kaynayan bir kazandır ...

Tarihi yazanlar ve bize yıllardır resmi devlet kitabı olarak sunular eserler (?) ne kadar samimidir ?..

Bugün ;artık ''Perçem düşmüş ve kel görünmüştür.''

Gerçekleri görmenin zamanıdır...

Dersim  olaylarını ,herkes kendine göre yontmaya devam ediyor...

Çoğu samimi değil !..

Bugün, PKK'yi lanetleyenler ,Dersim İsyanına karşı iki yüzlü tavırlar sergilemektedirler.

Dersim Harekâtı  da  bir halk ayaklanmasının sonunda gerçekleşmiştir.

Bu isyan eylemleri defalarca,padişahlık dönemlerinde de  olmuştur...

Bölgenin şeyhlerinin ,ağalarının tahrikiyle,halk,sürekli isyanlara teşvik edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti de bu eylemlerden nasibini almış ve almaya devam etmektedir.

Şurası iyi bilinmelidir ki her türlü kanlı savaş eylemlerinde, olanlar gariban halk kitlelerine ve özellikle çocuklara,bebeklere olmuştur...

Bugün ,arşivleri açtığını söyleyip kıyıma uğrayan insanlarımıza gözyaşları dökerken(?) o dönemde de (bugün olduğu gibi )karakollarında baskına uğrayıp öldürülen 33 askerin de analarının ağladığını söylemelidirler...

Bu uğurda ölüme giden binlerce askerin de masumiyeti gündeme gelmelidir.

Bugünlerde,Atatürk ve silah arkadaşlarının can siperâne kurdukları Türkiye Cumhuriyeti'nin nimetlerinden fazlasıyla nemalananlar,Dersim İsyan olaylarını sunarlarken (?) nerdeyse Atatürk ve silah arkadaşlarına hakaret edecek tavırlar içine girmektedirler...Hatta ,bazı iki yüzlülerin toplu timsah gözyaşları (?) âdeta sel olmuştur...

Dersim İsyanı'nın başlangıç eylemleriyle, son yıllardaki terör hadiselerimizin birbirine ne kadar benzeşik olduğu bir vakıadır.

Tarihin karanlıkta kalan sayfalarına daldığınızda ,Dersim Tarihi ,sizi çok derin bir zaman tüneline sürükler...MB'de bunları tam anlamıyla anlatmaya,açıklamaya gücümüz yetmez...

Araştırmacı mizacınız varsa ve tarihten ders alınması gereğine inananıyorsanız,internet te bu konuda çok ayrıntılı bilgileri size sunacaktır.

Tarihi bilgiler,tarihçilere bırakılacak kadar yalnız bırakılmamalıdır...

Her yurttaş bu konuda araştırma,okuma ve yazma özgürlüğüne sahiptir.

Benim de Dersim konusunda ,belgelere dayanarak  sunacağım ve İsyanın sadece 1. perdesini aralayan birkaç sözüm var.

................

1920'lerin ikinci yarısından sonra Dersim bölgesini tanımaya yönelik pek çok rapor hazırlanmıştır.

Özellikle Hamdi Bey'in raporu, "Dersim bir çıbandır. Bu çıban okşamakla tedavi edilemez. Bu yarayı kökünden koparmak gereklidir" gibi söylemler barındırıyordu.

Bu söylem daha sonra, 1 Kasım 1936 yılında Atatürk tarafından da meclis kürsüsünden tekrar edilecektir...

İsmet İnönü "Doğu raporları"nda "Erzincan beyleri Dersimlileri maraba adıyla çalıştırıyorlar.

Bu bir nevi Erzincan beylerinin Kürt himayesine sığınmasıdır"...

Genel Müfettiş Cemal Bardakçı, "Dersim'deki huzursuzluğun sebebi açlıktır", Fevzi Çakmak ise "Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar" diyecektir.

Raporlarda en çok üzerinde durulan noktalar ise, aşiretlerin birbiriyle olan ilişkileri, hangi aşiretin hangi dili (Zazaca, Türkçe) konuştuğu, aşiret yapıları, Dersimlilerin gelenek ve görenekleri, aşiretlerin coğrafi sınırları ve nüfuzları, Dersim'in stratejik noktalarıdır.

Bunlar üzerine raporlar sunulmuştur ve başarılı bir Dersim Harekâtı için gereken önlemler bu raporlarda tespit edilmiştir.

1926 Koçan tedibinden sonra devlet, bu bölgenin "okşamakla" kazanılmayacağını anlamıştı.

1930'ların başında Mustafa Kemal'in emriyle kurulan Türk Tarih Kurumu çevresinde hazırlanan Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nde özetle, "Türkiye’de yasayan herkes Türk'tür" gibi kanıtlar üretildi.

Bu Türkleştirme sürecinde, 2510 sayılı 13 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu ile "Türk olmayan vatandaşların, Türklüğün yoğun olduğu yerlere iskânı" mümkün hale getirildi.

25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı ve 4 Ocak 1936 tarihinde Dersim Vilayeti'nin adı Tunceli Vilayeti oldu.

Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükûmet otoritesi kurulamadı.


Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu kanuna göre kurulan umumi müfettişliklerin geniş yönetsel, askerî ve yargısal yetkileri vardı

1 Ocak 1928 tarihinde Diyarbakır, Elâzığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Siirt ve Mardin illerini kapsayan ve merkezi Diyarbakır'da bulunan Birinci Umumi Müfettişlik kuruldu.

1934 tarihinde, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Çanakkale illerini kapsayan ve merkezi Edirne'de bulunan İkinci Umumi Müfettişlik kuruldu  25 Ağustos 1935 tarihinde Ağrı, Kars, Artvin, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Erzurum illerini kapsayan ve merkezi Erzurum'da bulunan Üçüncü Umumi Müfettişlik kuruldu.

6 Haziran 1936 tarihinde tarihî Dersim Bölgesi (Tunceli, Elazığ ve Bingöl) ni kapsayan ve merkezi Elazığ'da bulunan Dördüncü Umumi Müffetişlik kuruldu ve Umumi müfettişliğe Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı.

1936 yılında açılan dördüncü umumi müfettişliğin başına getirilen Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi.

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde yaptığı TBMM konuşmasında Dersim'deki ağalık düzeni sorununu Türkiye'nin en önemli iç sorunu olarak tanımladı.


İhsan Sabri Çağlayangil'e göre, 1937 yılında Atatürk Singeç Köprüsü'nün açılışını yapmak üzere Dersim'e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacıyla bir askeri karakol bulunuyordu.

 İsmail Hakkı adlı bir teğmen'in komutasındaki karakola isyancılar tarafından saldırı düzenlendi. Karakol yakıldı ve 33 askerin tümü öldürüldü.

27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır.

Diğer Türk Birlikleri ile bağlantı kurulmasın diye kürtler tarafından bölgenin telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pax bucağı karakoluna baskın düzenlenir.

Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu'na da baskın düzenlenir.

Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zaafiyet içine düşerler.

Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Mazgirt Köprüsü'nü tahrip ederler.


General Abdullah Alpdoğan'ın düzenlediği ilk harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Aşiretler ise bunun verdiği moralle tamamen silahlandı. Bu yüzden isyanı bastırmak iyice zorlaştı. Abdullah Alpdoğan yanına aldığı 50.000  asker (üç kolordu ) ile bölgeye gitti fakat dağları bir türlü aşamadı. Bunun sonucunda bir hava saldırısı gerektiğine karar verdi.

Gerekli onayı alınca Sabiha Gökçen'i davet etti. Sabiha Gökçen de kabul edip Hava Kuvvetleri'nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirdi. İsyancıların saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini yerle bir etti.

Yapılan harekât başarılı olmayınca, askerler bölgeye girmeyi başaramadı. 13 Eylül 1937'de , Seyit Rıza tutuklandı. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937'de sona erdi. 11 kişi idama mahkûm oldu, fakat yaşların geçkin olmalarından dolayı içlerinden dördü hakkında idam cezası 30 sene ağır hapse tahvil edildi.

 15 - 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ve Halvori gözeleri'nde toplantı yapan 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı.

Asılan kişiler şunlardır:

    Seyit Rıza
    Resik Hüseyin (Seyit Rıza'nın oğullarından, 16 yaşında)
    Seyit Hüseyin (Kureyşan-Seyhan aşiret reisi)
    Fındık Ağa (Yusfanlı Kamer Ağa'nın oğlu)
    Hasan Ağa (Demenan aşiret reisi Cebrail Ağa'nın oğlu)
    Hasan (Kureyşanlardan Ulkiye'nin oğlu)
    Ali Ağa (Mirza Ali'nin oğlu)

17 Kasım 1937 tarihinde Mustafa Kemal Diyarbakır'dan Elâzığ'a geldi ve Tunceli'nin Pertek kazasına geçerek Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü'nün açılış törenine katıldı.

............

Anlatacak,yazacak çok şey var...Büyük acılar yaşanmıştır...Artık ders almanın zamanı gelmiştir...

Depremde,Doğu'suyla,Batı'sıyla  ''Tek yürek olmayı ''  gerçekleştiren ulusumuz ,herkese önemli dersler ,mesajlar vermiştir.

Ders çıkarmayıp bu acıları tekerrür ettirmek isteyenler ,''ölümden nemalananlardır.'' 

Bu tip taraftarlar samimiyetsizdir...

Başbakan,özür de dilemiştir...

Katliama uğrayan 33 asker  ve  diğer Mehmetçikler , ''Kelle '' değildi elbet...

Umarım,askerleri karakollarında katledenlerin yandaşları da bu konuda özür dilerler...

Umarım,bugünkü Yılmaz Özdil'in yazısında sunduğu ve İngilizlerden yardım isteyen ağaların ihanet mektuplarını da okurlar...

Tarihten ders alınırsa tarihin o sayfaları tekerrür etmez...


...............

Kaynak  :Vikipedi vb.int .arşivleridir.

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..