Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '12

 
Kategori
Siyaset
 

Dindar nesil yetiştirme üzerine

Dindar nesil yetiştirme üzerine
 

Başbakan'ın "dindar nesil yetiştirmek istiyoruz" sözü üzerine insanımızın maarif damarı kabardı ve herkes kendi "yetiştirme" hedefi yönünde yorumlar yapmaya başladı. Konu yüz yıldan fazladır ülke gündeminde aslında. Cumhuriyetin kuruluşu sırasında "on yılda onbeş milyon genç" yetiştirildiğini haykıran marş bile yazılmıştı. 60 ihtilalinden sonra idareyi elinde bulunduranlar açık veya gizli "sağcı" ve "solcu" bir gençlik yetiştirmeye çalıştılar. Aradan 20 yıl geçtikten sonra bu kez bir başka ihtilalci "Atatürkçü" bir yetiştirme hevesiyle devletin imkanlarını kullandı. Şimdi ise "dindar" bir "yetiştirme"den bahsediyoruz.

Ancak, ne cumhuriyetin başlarında yetiştirilenler, ne de sonrakiler, iddia edilen sonucu vermedi. 60 ihtilalinden sonra yetiştirilen sağcılar sağcı olamadı, solcular da solcu olamadı. Her iki kamp da iddialarının dışında serüvenlerin içinde oldular. Bu dönemde "yetiştirilen" sağcılar, gerçekten milliyetçi veya sözcüğün uluslararası literatürde kastettiği anlamda kapitalist/liberalist değillerdi aslında. Değişik gruplara göre farklılıklar arzetmesine rağmen genel bir üstbaşlık olarak "sağcı" iddiasında olan insanlarımız aslında klasik devletçi/merkezi otoriteye bağlılığı temel alan düşünceler içindeydiler. Halbuki dünyada çoğunluk bakış açısına göre sağcılıkla kastedilen düşünce biraz da iktisadi bir içeriğe sahip, bu anlamda liberal/keynezyen vs. düşünceyi savunmaktaydı. Ancak ülkemiz sağcılığı koyu bir korporatizm, yer yer sosyalizme varan bakış açıları içermekteydi.

60 ihtilalinden sonra "yetiştirilen" solculuk ise dünyada marksizme belki de en uzak solculuk /sosyalizm örneklerindendi. Bu dönem o kadar marksizmden uzaktı ki, yer yer merkezi askeri yapı ile birlikte hareketi temel alan figürler içermekte, kimi örnekleri ise dönemin uluslararası sosyalist devlet adamlarını önder/lider kabul ederek bu devlet adamlarının bayraklarını simge olarak kabul etmekte, kısa sürelerle de olsa elde ettikleri "kale"lere bu bayrakları asmakta bir sakınca görmemekteydiler. Merkezi idare "faşist"ti, istenmeyendi. Ancak unutulan/farkediymelyen bir konu, 1960 yılına kadar ülke içinde bir kaç kişinin bayraktarlığını yaptığı "solcu"luğun bu tarihten sonra birden her nasılsa görece olarak kitleselleşmiş bulunduğuydu.

Her iki kampın da 60 ihtilalinden sonra dev-genç ve mttb örgütleri aracılığıyla yapılandırıldığı (yetiştirildiği) farkedilmemişti. O dönemin "yetiştirdiği" solcu ve sağcı figürleri tepeden inme yöntemlerle elde edilmiş, dolayısıyla onları "yetiştiren"lerin amaçlarına hizmet eder şekilde kodifiye edilmişti.

1980 ihtilalini yapanlar da baygınlık verircesine sıklıkla tekrarladıkları "Atatürkçülük" iddiaları doğrultusunda bu yöneticiler de Atatürkçü olarak adlandırdıkları bir nesil "yetiştirmeye" çalıştılar. Şimdi yaşı 30-35'in altında olanların hatırlamaması normal belki ama, 11 Eylül 1980 tarihinde ülke içinde çok çok nadir rastlanan "Atatürkçü" kimlikli figürler sadece bir gün sonrasından itibaren ülkenin en "muteber" insanları kabul edilmeye başlandı. O tarihten itibaren o güne kadar hiç olmayan "Atatürkçü"ler ortaya çıktı. Bugüne kadar bir çok değişik versiyonlarını gördük, görmekteyiz.

Bugün "Atatürkçülük" diye bir ideolojinin bulunmadığı, bunun uyduruk olduğu dahi iddia edilmekte. Bunun politik taraftarlık saikiyle söylendiğini farzetsek dahi, gerçek olan 11 Eylül 1980 tarihinde Atatürkçülükle hiç ilgisi bulunmayan kampları savunan (belki de) yüzbinlerce kişi bir gün sonra çok keskin bir dönüşle Atatürkçü oluvermişti!

Çünkü aslında bu kişilerin düne kadar savunduklarının sağcılıkla/solculukla hiç ilgisi bulunmamaktaydı. Bir gün sonra Atatürkçü olmakta bir sakınca görmediler. Hala görmemekteler.

Günümüze gelirsek, mevcut iktidar tarafından üretilen/yetiştirilen bireylerin fikri/ideolojik/inançsal yapılarının söylendiği/beyan/iddia edildiği gibi olmadığı açık olduğuna göre, "dindar"lık iddiasıyla "yetiştirilecek" bir neslin de dinle bir ilgisinin olmayacağını tahmin etmek zor olmamalı.

İktidarların/koltuk sahiplerinin birincil amaçlarının konumlarını olabileceği kadar yükseltmek, olmuyorsa muhafaza etmek olduğuna göre, "yetiştirecekleri" neslin de bu düşünce ve inançla mücehhez olmasını hedefleyeceklerini, onların bayraktarlığını öncelikli (asıl) amaç kabul eden kişiler olacağı açıktır.

Esasen, son yüzyıla kadar devlet sahiplerinin/politikacıların amaçları arasında bulunmayan devlet eliyle/devlet imkanlarıyla kendine taraftar "yetiştirme" işlevinin günümüzde revaç görmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Ancak bunun hiç de sağlıklı sonuç vermediğini, "yetiştirildiği" iddia edilen kişilerin bir günde nasıl kamp değiştirdiğini 12 Eylül 1980 tarihinde keskin bir şekilde görmüştük. Buna ironik de diyebilirsiniz, başka bir tanımlama da oldukça mümkün.

Netice olarak, iktidar sahiplerinin kör ve sağır oldukları ve konunun bu yönü kendilerine izah edilse bile bunu kabullenmekte zorlanacakları bariz bir gerçek. Onlar iktidarlarının kendilerini tatmin etmesini isteyecek, güçlerini sınayacak, "nesil yetiştirme"yi de bu süreçte tatmin edici bir alan olarak görmekten vazgeçmeyeceklerdir.

Ülkemizdeki muhalefetin başbakana tepkilerine bakılırsa iktidarımız da muhalefetimiz de "nesil yetiştirme"ye oldukça meraklılar.

 
Toplam blog
: 2
: 540
Kayıt tarihi
: 10.02.12
 
 

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Üsküdar'da serbest avukat olarak çalışıyorum. Her..