Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '10

 
Kategori
Bilim
 

Doğadaki oluşum mekanizması (=DOM)

Doğada bir denge ve düzen vardır. Bu yazı dizinin amacı, doğadaki bu denge ve düzenin nasıl oluştuğunu bilimsel verilerle açıklamaktır.

Doğada düzenleyici bir güç sistemi olduğuna kesinlikle inanıyor ve atalarımızın “Tanrı, Allah veyahut Doğa” adını verdikleri bu güç sistemini anlamaya ve tanımlamaya çalışıyorum.

Üniversitede yeryuvarının tarihi ve yeryuvarında hayat sisteminin gelişimi (paleontoloji) derslerini vermeye başladığım 1970’li yıllardan birinin sonlarına doğru bir öğrencim şuna benzer bir soru sordu: “Hocam, bize hayatın yeryüzünde nasıl oluşup-geliştiğini fosil bulgulara dayanarak anlatıyorsunuz. Güzel bilgiler. Peki, hayat nedir? Niçin doğuyoruz ve niçin ölüyoruz? Hayat niçin doğum-ölüm üzerine oturtulmuş?”

Bu soru karşısında tatmin edici bir cevap veremedim ve yuvarlak bir cevapla dersi kapadım. Mesleğim yeryüzünde hayatın tarihsel gelişimini araştırmaktı, dolayısıyla bu soruların bana sorulması ve cevap istenmesi de öğrencilerin hakkıydı. Sorulan bu soruya net ve kesin bir cevap verememek beni epey rahatsız etmişti.

Bunun üzerine, “dünyada bu konuda neler biliniyor, kimler ne biliyor” konusunu deşmeye başladım. Literatür takibinde bir zorluğum yoktu; Almanca, İngilizce ve Fransızca (hatta zorlandığımda sözlük yardımıyla Rusça ve İtalyanca ) kaynaklardan bile yararlanabiliyordum ve yurt dışında okumuş olduğum için yurtdışı kaynak ve kişilerle bağlantı kurmakta zorlanmıyordum.

Konu hakkında kimler bilgi sahibi olabilirlerdi? Biyologlar, tıpçılar, fizikçiler, felsefeciler ve ilahiyatçılar. Tanıdığım ve bağlantı kurabildiğim tüm bilim adamlarına konuyu açıp, fikirlerini sordum. Yayınları takip edip, bu konuda bilinenleri taradım.

Hayatın ne olduğu konusunda tek bir önemli yayın vardı ve meşhur bir fizikçi tarafından yazılmıştı: Schrödinger 1945, “What is life”. Schrödinger bu yayınında hayatı fiziksel bakış açısı ile değerlendiriyor ve “hayat negatif entropi artışı olayıdır” şeklinde bir sonuca varıyordu. Negatif “entropi artışı” kavramından ne anlaşılması gerektiğine gelince: Fizikçiler arasında o zamanlarda (hatta çoğu fizikçide hala günümüzde), doğada düzensizliğe doğru bir gidiş olduğu kanısı yaygındı ve bu düzensizliğe doğru gidiş “entropi artışı” olarak ifade ediliyordu. Schrödinger ise hayatı “negatif-entropi artış sistemi” olarak tanımlamakla, hayatın doğada bir düzen oluşturma eylemi olduğunu ifade etmiş oluyordu. O zamanlar fizikte doğa ve dünya dinamik bir sistem olarak ele alınmıyordu, dolayısıyla, düzensizlikten (kaostan) düzene doğru bir gidiş olduğu ve doğa ve dünyanın dinamik- yani yaşayan- bir sistem olduğu henüz bilinmiyordu. (Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için Gedik 2008’e bakınız.)

Hayatın niçin doğum ve ölüm üzerine oturtulduğu, niçin ebedi yaşam gibi bir sistem olmadığı konusunda ise geleneksel dinsel görüşlerin dışında bir şey bilinmiyordu. Bunun üzerine:

- Tüm büyük dinsel öğretileri (Tevrat, İncil, Kuran, Budizm, Taoizm), mümkün olduğunca çok-kaynaklı, temel kitaplarından okudum.

- Çin, hint, yunan, islam felsefeleri dahil, güncel felsefecilerin görüşlerini içeren yaklaşık 25000 sayfalık felsefe yayını satın alıp, temel hatlarıyla ne denildiğini anlamaya çalıştım.

- İnsanlığın tarihsel gelişiminin nasıl olduğu, hangi düşünsel aşama evrelerinden geçtiği konusundaki araştırmaları takip ettim; 15-20 bin yıl önceki insanlığın nasıl düşünüp davrandığını anladım.

- Dünyadaki en eski yazılı bilgi kayıtlarını oluşturan Sümer tarihi ve belgelerini ayrıntılı şekilde takip ettim; 5-6 bin yıl önceki insanların nasıl düşündüklerini anladım.

- Kutsal kitap bilgileri ile bu eski insanlık bilgileri arasındaki ilişkilerin farkına vardım. Bu bilgiler arasında hayatın niçin doğum ve ölüm döngüsü üzerine oturtulduğunu açıklayan bir görüş bulunmuyordu. Hayatın anlamı, doğu felsefelerinde “Nirvana”ya ulaşmak, batı felsefelerinde ise, öteki dünya denilen bir yerde ikinci bir hayata hazırlık olarak yorumlanıyordu.

Hayatın ne olduğu ve niçin doğum ve ölüm üzerine oturtulduğu sorusuna çözüm bulmaya çalıştığım dönem, tam da fizik, genetik, nörofizyoloji gibi bilim dallarında çığır açıcı araştırmaların hız kazanmaya ve “beyin” denilen kara kutunun gizeminin anlaşılmaya başlandığı yıllara rastlar. Fizikçiler elektron ve pozitronların çevrelerindeki varlıklardaki değişimlerden etkilenerek davranışlarını değiştirdiklerini saptamışlar ve bundan yararlanarak da, beyin gibi organların içlerindeki hücrelerde gerçekleşen değişimleri bu yöntemle görüntüleyebilmeyi başarmışlardı (EMR(emar), PET, vs). Bir insan nasıl düşünüyor, düşünce ve davranışlarımız nasıl oluşuyor ve denetleniyor gibi soruların yanıtları o yıllardaki nörofizyolojik araştırmalarla aydınlanmaya ve “Brain, mind and behaviour = Beyin, şuur ve davranış” (1985) gibi kitaplar o yıllarda yayınlanmaya başlanmıştı. Bu ve daha başka benzeri yeni yöntemlerle bedenlerin içlerinde gerçekleşen olaylarla, bedenlerin davranışları arasındaki ilişkiler aydınlanmaya başlamış ve tüm canlıların düşünce ve davranışlarının beden içindeki hücrelere bağlı olarak gerçekleştiği ortaya konulmuştu.

Bu tür araştırmalar çok yoğunlaşmış ve

- hücrelerin içlerindeki olayların rasgele olmadığı ve hücrelerin içlerindeki organeller arasındaki tüm etkileşimlerin bilgiye dayalı bir haberleşme ile gerçekleştiği, proteinlerin “adres etiketleri” ile donatıldıkları ıspatlanmıştı (Blobel 1999, Nobel ödülü).

- neyin nasıl yapılacağı, nelerin nelere bağlı olarak gerçekleştiği veya gerçekleşeceği gibi olayları tayin eden “bilgi” dediğimiz faktörün bizzat hücrelerde depolandığı ortaya konulmuştu (Kandel 2001, Nobel ödülü),

- Biyolojik alanda bu tür yeni düşünce ve yaklaşımlar ortaya konulurken, fizik biliminde de çığır açıcı yenilikler ortaya konulmaya başlanmış ve doğada düzensizlikten düzene geçiş olduğu (Prigogine 1977 Nobel ödülü, Prigogine & Stengers 1984, Order out of chaos)

ve tüm bu olayların “bilgiye” dayanılarak yapıldığı (Information & self-organisation, Haken 1983, 2000, Camazine et al. 2001) fiziksel ve matematiksel verileriyle ortaya konulmuştu.

Doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli iki faktördür. Bu tür araştırmaların ortaya konulduğu bir zamanda yaşamak, bu bilgileri arayan biri için çok önemlidir. Doğru yerde olmak ise, benim yaşadığım yer ve yaptığım işle ilgili bir konuydu. Mesleğim bu konuda bir değerlendirme yapmak için çok uydundu; çünkü

- hem yeryuvarında hayatın oluşum ve gelişimlerini zamana göre araştıran biriydim,

- hem de taşıyla toprağıyla yeryuvarının litosferi, hidrosferi atmosferi ve biyosferinin zaman içinde nasıl değişip-dönüştüğünü araştıran bir mesleğim vardı.

Bu nedenle “zaman” kavramını en iyi anlayıp-yorumlayan biriydim. Fizik, genetik nörofizyoloji gibi bilim dallarında yukarıda belirtilen yenilikler gerçekleşirken, bu araştırmaları takip eden ve hayatın anlamını yakalamaya çalışan biri olarak, atalarımızın hayatın doğum ve ölüm üzerine kurulmasını neden anlayamadıklarının farkına varmaya başladım. Sorun “zaman” kavramının tanımı ve anlamında yatıyordu. 1998 yılında yayınladığım “Dünyanın oluşumundan insanlığın gelişimine: değişimler ve dönüşümler.” adlı yayında “zaman”ın anlamını ortaya koyup, bilgi oluşumu ile bağlantısına ve bilginin doğada üssel (eksponansiyel) şekilde geliştiğine işaret ettim. Bu yayınla doğa ve dünyamızın bizzat kendisinin dinamik olduğu ve bilgi oluşumu ve artışına göre işlediği ortaya konulmuş oldu.

Fizikçiler bu dinamik sistemin nasıl işlediğinin matematiksel-fiziksel temellerini oluşturmuşlar (Haken 1983, 2000, Camazine et al. 2001) ve kısaca “information & self-organisation” = “bilgi oluşturmaya dayalı otonom örgütlenmeler” olarak özetlemişlerdi. Şimdi doğadaki bu oluşum mekanizmasının nasıl işlediği konusunu masaya yatıralım.

Doğadaki Oluşum Mekanizması sözcüklerinin ilk harfleri alınarak DOM kısaltılması yapılmıştır ve yazı dizini DOM (1), DOM (2) şeklinde devam edecektir.

(Okuyucuya not: Bu yazıda anlamanız zor olan veya sizi sıkabilecek bazı formüller - grafikler varsa da, onları tam anlamanıza gerek yoktur; yazıyı okumaya devam edin, verilmek istenilen temel bilgileri alacaksınız.)

 
Toplam blog
: 45
: 973
Kayıt tarihi
: 14.08.10
 
 

K.T.Ü.de paleontoloji ve tarihsel jeoloji öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Yeryuvarında hayatın oluşum ..