Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '10

 
Kategori
Öykü
 

Dora Pabuçlu Süleyman

Köy okulunun penceresinden bahçede oynayan çocukları seyrediyorum. Birinci sınıfa yeni başlayan bir çocuk dikkatimi çekti. 

Arkadaşlarının arkasından koşarken adımlarını atışı normal gelmiyordu bana. Sanki dizlerinde ya da kalçalarında bir sorun var gibiydi. Apışak apışak, çapraz çapraz koşuyordu sanki. Odama çağırdım, adını sordum Çülemen (Süleyman) dedi, konuştuk. Evet diyeceği sorularımın kimisine hııı, kimisine “hıyya” dedi, ya da başını öne doğru eğdi. Hayır diyeceği sorularımı da bazı ıııhhh diye yanıtladı, bazı da başını geriye doğru kaldırarak, sümüğünü koluna sile sile burnunun önünü kıpkırmızı etmişti. Yanakları da tombiş tombiş, al aldı. Şöyle baktığınızda hiçbir kusuru yok gibiydi. Odanın içinde bir ileri bir geri yürüttüm. Herhangi bir aksama hali göze çarpmıyordu. Öğle arası öğretmeniyle konuştuk. Süleyman’ın bu garip yürüyüşü öğretmenin de dikkatini çekmiş, ama nedenini bir türlü o da anlayamamış. Süleyman’ın anne babasını çağırttık. Çocuklarının ne gibi hastalıklar geçirdiğini bir yerden düşüp, düşmediğini sorduk. Önemli bir hastalık geçirmemiş, hiçbir yerden de düşmemişti. 

İyi ama Süleyman niye böyle “bir çeşit” yürüyordu. 

Bir gün sabah giriş zili çalmadan ben de bahçede çocukların arasında dolaşıyordum. Süleyman gene gözüme takıldı. Koşarken ayağından ayakkabısının birisi çıktı. Ayağında çorap falan da yoktu. Ayaklar o kötü soğuktan çizik çizik olmuştu. 

Süleyman öteki ayakkabısını da çıkardı bir kenara koydu. Belli ki ayakkabısız daha rahat koşuyordu. Çıkardığı ayakkabılarına baktım, ters koymuştu. Sağı sola, solu sağa. Sonra giriş zili çaldı. Süleyman koşarak geldi. Ters konmuş ayakkabıların yerini hiç değiştirmeden giyip sıraya girmek için koştu. Sağ ayakkabıyı sol ayağa, sol ayakkabıyı sağ ayağa. Bir gün öğretmenleri geç kalan öğrencilere “koşarak birkaç defa okulu dolaşma” cezası vermiş de ertesi gün geç kalan öğrenci sayısı daha da artmıştı. Yalınayak koşmayı çok seven Süleyman da okulun en geç kalan öğrencisi olmuştu. 

Süleyman’ın giymeye çalıştığı bu plastik ayakkabıya halk arasında genel olarak “mum babıç”, ”akma babıç” ya da “dora babıç” denirdi. Kızların giydiği delikli-sıkıştırmalı olanlarına da ”şıngırdaklı babıç” derlerdi. 

Bu ayakkabı insanın ayağında kolay kolay durmaz. Hele ayağınız biraz ıslanırsa, biraz terlerse, yürürken çıkı çıkıverir ayağınızdan. Ayağınıza has zeytinyağı sürmüş gibi olur da, bir türlü rahat rahat yürüyemezsiniz. Bu ayakkabıyı giyen, bir de naylon çorap giymişse, ayağı da terlemişse, böyle bir ayaktan etrafa yayılan koku, köpeğin ağzındaki kemiği düşürür vallahi.  

Bir gün Süleyman’ı çağırdım. İlk işim ayağına bakmak oldu. Baktım ki ayakkabılarını ters giymiş. Bu ayakkabıların böyle giyilmeyeceğini, bunların insanın ayağının şekline göre yapıldığını tek tek anlattım. Eğer bir daha ters giymezse kendisine bir çorap alacağımı söyledim. ”Olur” dedi, ”bir daha ters giymeyeceğim”. Sorunu çözmüştüm. Mutluydum. 

Durumu öğretmenine de anlattım. O da sevindi. Süleyman’ı birkaç gün izledim. Artık ayakkabılarını ters giymiyordu. Pazartesi günleri giriş zili çaldıktan sonra okul önünde sıra olunur, İstiklal Marşı’mız söylenir, andımız okunur. Daha sonra da öğrenciler ellerini öne uzatıp, üstlerine de mendillerini koyup öğretmenlerine gösterirlerdi. 

Öğretmenler de tırnaklar kesilmiş mi, mendil temiz mi, saçlar kesilmiş mi, çantasında diş macunu ve diş fırçası var mı diye kontrol ederdi. Böyle bir kontrol gününde ben Süleyman’ın yanına yaklaştım. Baktım ayağında çorabı yoktu. Üstelik ayakkabılarını da gene eskisi gibi ters giymişti. Beni görünce kaşla gözün arasında hemen değiştirdi. 

Sınıfa girerken baktım benim Süleyman gene aksak yürüyordu. 

Üzülmüştüm. 

Sonunda Süleyman’ı bir kez daha çağırdım ve kaç numara ayakkabı giydiğini sordum. Yirmi dokuz numara giyiyormuş. Süleyman’a yirmi dokuz numara bir ayakkabı aldım. Götürdüm giydirdim. Süleyman’ın ayağında gene çorap yoktu. Yeni ayakkabıları görünce nasıl da sevindi. Giydi ve sınıfına koştu. Eski ayakkabıları odamda kalmıştı. O ayakkabılar otuz numaraydı. Fakat yirmi dokuz numara Süleyman’a iyi gelmişti. 

Süleyman benim aldığım ayakkabıları hiç ters giymedi. Bir numara büyük olan ayakkabıları ayağını yeterince sıkmıyordu. Sıkmayınca da çıkıveriyordu. Sağı sola, solu sağa giyince ayaklarını biraz daha iyi sıkıyor ve kolayca çıkıvermiyordu. Meğer adam adama “ayakkabını ters giydiririm de gününü görürsün ha” diye boşuna demezmiş. Gene de ayakkabıyı ters giymek, iki ayağın bir pabuçta olmasından iyidir. 

Süleyman şimdi öğretmen olmuş da yabancı marka ayakkabısı olan çocukları okutuyormuş. Okutuyormuş da kendisini bir türlü onların yerine koyamıyormuş.  

 

 

 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..