Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '10

 
Kategori
Anılar
 

On parmaklı eller dokuz parmaklı ellerden daha güzeldir

On parmaklı eller, dokuz parmaklı ellerden daha güzeldir.

Aralık ayında bir köy okuluna atamam yapıldı. Güzel bir yerleşim yeri, yaşlılarının, çevrede sevgiyle, saygıyla anıldığı bir köy.Merkez ilçeye yakın bir köy olduğu için, biraz torpilli öğretmenlerin çalıştığı bir okul. Benim torpilim bakan Mustafa Üstündağ ile mektup ve kutlama kartı dostluğundan geliyor.

Bu okulun köy enstitüsü mezunu bir okul müdürü var. Pırıl pırıl bir insan, bir elinde tebeşir, bir elinde keser.

Öğretmenliğimin sekizinci yılı, pek de acemi sayılmam artık, ders planlarını kendim yapabiliyorum. O ilk yıllardaki gibi dergilerdeki hazır planları aynen deftere yazıp, gelen giden buyuruculara göstermiyorum artık. Öğretmenliği de yavaş yavaş öğrenmeye başlıyorum. Zaten öğretmenliğin yarıdan fazlasını öğrendin mi ya emekli olursun, ya da emekli ederler.

Okul müdürümüz mükemmel kişisel yapısından başka köy enstitüsünün de verdiği kültürle yetişmiş şeker gibi bir insan, ama çalışan şeker. Beşinci sınıflar kalabalık olduğu için o sınıfı ikiye bölerek bir yarısını bana verdi, verdi de çocukları okutacak derslik yok. Okul lojmanının en büyük odasını sınıf yaptık. İçine beş sıra attık, sıralara üçer çocuk oturttuk mu al sana on beş kişilik bir sınıf.

Kara tahta öğretmen masasının hemen yanında. Daha yeşil tahta icat edilmedi o zamanlar. Soba kuracak yer yok. Sobayı girişe kurduk, sınıf kapısı açık, sıcaklık oradan sınıfa gelip bizi ısıtıyor.

Bu sıcak yuvada bir ay kadar öğretmenlik yaptıktan sonra bir başka okula, oradan da ilçe merkezindeki en büyük okula yönetici olarak atandım.

Bir gün okuldaki odamın kapısı çalındı.”Buyur” ettiğim kişi civan gibi bir delikanlıydı. Şöyle bir baktım öğrenci velimiz olamazdı.

Yaka ilikli, esas duruşta, oturdu, ceket hala ilikli. Sonunda tanıştık. Bir ay kadar öğretmenlik yaptığım okuldan bir öğrencimmiş. Israrla ellerimi öpmek istiyordu.”Ben el öpmeyi ve öptürmeyi pek sevmem” dedim. Matematik öğretmeni olmuş.”Eee anlat bakalım” dedim, anlattı:

-Ben sizin sayenizde öğretmen oldum öğretmenim. Hayatım boyunca çalışsam size borcumu ödeyemem öğretmenim, her şeyimi size borçluyum.

Ben bu çocukları, topu topu 22 gün okutmuştum.

-Eeee daha sonra neler oldu anlat bakalım.

-O daracık sınıfımızda bir Cuma günü siz ödevlerimizi kontrol ediyordunuz. Oysa ben ödevimi yapmamıştım. Boş sayfayla yanınıza geldiğimde bana:

-“Mehmet yarın dağa git, yanına bir tahra al, oradan kalınca bir sopa kes, sopanın budaklarını dibinden kesme, o sopayı pazartesi günü bana getir, benim verdiğim ödev nasıl yapılmıyormuş sana öğreteceğim” dediniz

Cumartesi günü keskin tahrayı aldım, dağa gittim. Meşe çalısından kalınca bir sopa kestim, önüme koydum. ”Oğlum memet bu sopayla öğretmen seni kesin gebertir” dedim. Acaba ne yapsam bu sopadan kurtulabilirim. Başparmağımı kestiğim sopanın üstüne koydum, tahrayı kaldırdım, vuramadım. Bu kez de işaret parmağımı koydum, sonra sırça parmağımı, tahrayı vurup da kesemedim.

Biraz düşündükten sonra ayak parmaklarımdan birisini kesmeye karar verdim. Hem sonra ayakkabımın içinde kesik parmak görünmezdi. Çorapsız ayağımdan ayakkabımı çıkardım, kesmeyi denedim, başaramadım.

Sonra tahrayı sopayı alıp eve döndüm. Evde oturdum, verdiğiniz ödevin başına, en güzel yazımla, ayrıntılı bir şekilde ödevime yaptım.

Pazartesi okula değil asılmaya gidiyordum sanki. Sınıfta günlük olaylar konuşulduktan sonra sıra ödevlerin kontrolüne gelmişti.

Önce sopayı verdim size ve hemen de yaptığım ödevin sayfaların açtım masanızın üstüne.

Siz sopayı alıp masanın duvardan tarafına koydunuz, sonra da ödevime dikkatlice baktınız, bir bana bir de ödevime bir daha baktınız. Defterime “çalışırsan başarılı olursun, aferin” yazdınız ve imzaladınız. O sayfayı hala saklıyorum buyurun hocam. Ben o günden sonra çalıştım ve öğretmen oldum. Bırakınız beni dövmeyi bir de başımı okşayıp yerime oturmamı söylediniz, işte böyle hocam”

Kapıdan onu uğurlarken mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

Yerime oturduğumda ellerimi masanın üstüne koyup parmaklarımı saydım, tam tamına on taneydi, Mehmet’in parmakları kadar.

On parmaklı eller dokuz parmaklı ellerden çok daha güzeldi, çok daha güzel.

 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..