Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '09

 
Kategori
Dostluk
 

Dostluk Nedir, Nasıldır?

Dostluk Nedir, Nasıldır?
 

DOSTLUK NEDİR, NASIL OLUR?

“Öğrenciler bilgeye dostluğun ne olduğunu sordular. Bilge şöyle dedi:

“Bir tek dostluk yoktur, çeşitli dostluklar vardır.”

“Dostluğun çeşitleri olur mu?”

“Elbette olur. İnsan sayısı kadar dostluk vardır ama bunlar belli birkaç tür içinde toplanabilir. Dost vardır, maymun gibidir; tencere kaynarken maymun oynar. Bu dost, tencere kaynadığı sürece vardır...”

“Böyle dostluk olur mu?”

“Elbette olur. Tencere kaynadığı sürece dostluk dostluktur.”

Sonra şöyle devam etti:

“Dost vardır, ekmek, su gibidir. Gerek duyduğun besini hemen verir.”

“Bunları almak için para gerekmez mi?”

“Her dostlukta bir karşılık muhakkak vardır. Bazı dostlar ağaç gibidir. Uzaktadır, bir şey vermesine ihtiyaç yoktur. Ama sadece orada güçlü bir şekilde durduğunu bilmek bile insana destek sağlar.”

“Hiçbir ilişkinin olmadığı birine dost denebilir mi?”

“Neden denmesin? İnsanlar bir kez karşılaşsalar bile birbirlerini dost olarak benimseyebilirler. Bazı dostluklar şarap gibidir. İçtiğinde zevk alırsın, zaman geçtikçe de zevki artar. Bu dostluk sadece zevk üstünedir, sen onu iyi şekilde korursun, o zaman keyif verir. Böyle dostlarla iyi vakit geçirilir, yenilip içilir.”

“Sadece keyif üstüne dostluk olur mu?”

“”Elbette olur. Dostların kötü günlerde ortaya çıkması gerekmez. Ama kimi dostlar ilaç gibidir, sadece kötü günler için vardır. Bunlar keyif vermez, ama bir derdin olduğu anda ortaya çıkarlar.”

“Sadece kötü günlerde ortaya çıkana neden dost denilsin?”

“Daha da beteri var, bazı dostlar hastalık gibidir, ortaya çıktığı anda sadece dert ve acı getirir.”

Öğrenciler bu yanıtı yadırgamışlardı:

“Sadece dert getirene dost denilebilir mi?” diye bağırıştılar.

“Denilebilir tabii, dedi bilge. O tür dost kendisinin asla farkında değildir çünkü.”

Öğrenciler daha ne soracaklarını düşünürlerken bilge devam etti:

“Biraz sonra bir vezir yanımıza gelecek, bu soruyu ona da sorun bakalım.”

Vezir gelince öğrenciler:

“Size göre dost nedir, hangi dost gerçek dosttur?” diye sordular.

Vezir acı acı gülümsedi:

“Şu anda vezir olduğum için bunu bilemem, bu sorunun yanıtını ancak makamımdan düştüğüm zaman bilebilirim” dedi.”

Kitaptaki yazılar derleme olduğu için bunu kimin yazdığı belli değil ama insanı düşündürüyor. Bence zenginler gerçek dostlarını yoksullaşınca anlarlar ama artık vakit çok geçtir. Kitapta Oğuzkan Bölükbaşı’nın yazdığı bir şiir de hoşuma gitti:

DOSTLARI OLMALI İNSANIN

Dostları olmalı insanın,

Aynen gemilerin limanları gibi.

Zaman zaman uğradığın, yükünü boşalttığın,

Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda.

Sonra açık denizlere uğurlamalı insanı

Geri döneceğin günü bekleme umuduyla.

Bazen, rüzgâra o açmalı yelkenini,

Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla,

Halatlarını çözmeli,

Seni çok ama çok özlemeli.

Dostları olmalı insanın;

Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen.

Düşünmediklerini düşündüren,

Seni bir cambaz ipinde, güvende tutabilen,

Gerektiğinde senin için ateşi yutabilen,

Yolunu ışıtan ustan olmalı.

Şekillendirmeyi öğretmeli hayat çömleğini,

Sana vermeli soğuk bir kış gününe

Üzerindeki tek gömleğini...”

Bu kitapta güzel sözler, özlü deyişler de var. Birisi şöyle:

“Gerçek dostlar yıldızlar gibidir; karanlık çökünce ilk onlar parlar ve size ışık olurlar.”

Bence sahte dostlar da yıldızlara benzerler, bize yakın gibi görünürler, oysa kilometrelerce uzaktadırlar. Sen bana şu anda çok uzaksın ama kalbimde, ruhumda, içimdesin. Bu konuda görünüşe aldanmamak gerekiyor değil mi dostum!

Uzak, yakın derken laf lafı açtı, aklıma bir fıkra geldi. Fıkra değil bu, ders verici bir kısa öykü. Adamın birinin çok güzel bir atı varmış, namı dört yana yayılmış. Uzaktaki bir arkadaşı hem onunla özlem gidermek hem de bu ünlü atı görmek için arkadaşının yanına gelmiş. Bizimki ne ikram edeceğini bilemez. Civardaki hayvanlarda salgın bir hastalık vardır. Bunlardan birini kestirip arkadaşına yedirmeye çekinir ama bir yolunu bulup onu etlisiyle tatlısıyla ağırlar. Yenilip içildikten sonra, uzaktan gelen dostu ünlü atı görmek ister.

Arkadaşı önüne bakarak üzgün bir tavırla:

“Ne yazık ki atımı sana gösteremem, der.

“Niye, yoksa nazar değdireceğimden mi korkuyorsun? Ben onu görmek için ne kadar uzaklardan geldim, biliyor musun? Atını benden kıskanıyor musun yoksa?” der dostu.

“Hayır, der arkadaşı. Senden atımı kıskandığım, nazar değdirecek diye korktuğum falan yok. Ona kem gözle bakmayacağını biliyorum.”

“Göster hadi öyleyse. Beni daha fazla merakta bırakma.”

“Gösteremem dedim ya. Aklına başka bir şey gelmesin. Gerçek şu: Senin gibi değerli bir arkadaşımı nasıl ağırlayacağımı bilemedim. Çevredeki hasta hayvanları kesip sana yedirmek istemedim, kendi atımı kestirip sana sundum. Biraz önce yediğin et onun etiydi.”

“Ne yaptın, o kadar değerli bir ata nasıl kıydın?”

“Senden daha değerli olacak değildi ya. Senin için bir değil, bin atım feda olsun!”

Bir dergide arkadaşlık konusunda Nazım Hikmet’in yazdığı okudum:

“Arkadaşlık çeşit çeşit olur, tıpkı yemişler gibi. Bir çeşit arkadaşlık vardır muza benzer, ne niyetle yersen onun tadını verir. Ben ne muzu, ne de bu çeşit arkadaşlığı severim.

Arkadaşlığın başka bir çeşidi keçiboynuzu gibidir. Bir tadımlık tat almak için bir araba posa çiğnemek ister.

Eğlence arkadaşlıkları vardır. Bunlar Frenk üzümü gibidirler. Olsa da olurlar olmasalar da.

Okul sıralarının arkadaşlıkları ayva soyundandırlar. Tatları yoktur. Uzun uzun, bir duman gibi belli belirsiz kokuları kalır.

Kafa arkadaşlıklarına gelince, arkadaşlığın özsoylusu budur işte. Kiraz gibidir, kokusu yoktur ama, kütür kütür etli, serin bir tatları vardır.”

*****************************************************

 
Toplam blog
: 776
: 600
Kayıt tarihi
: 13.10.06
 
 

Emekli edebiyat öğretmeniyim. Yazı ve şiirlerim çeşitli gazete ve dergilerde çıkmaktadır. 20 kita..