Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '11

 
Kategori
İnançlar
 

Duamız olmasaydı?

Duamız olmasaydı?
 

Bizi yaratan, akıl ve beden bahşeden, yeryüzünü biz kulları için elverişli kılan Yüce Allah'a acaba gereği kadar yakın mıyız? O'nu yalnızca ihtiyaç duyduğumuzda mı anıyoruz. O'na yalnızca zorluk zamanlarında mı dua ediyoruz? Dua ettiğimizde O'nun bize çok yakın olduğunu, söylediğimiz hatta içimizden geçirdiğimiz her sözü işittiğinin bilincinde miyiz? O'nun, yarattığı her şeyi sarıp kuşattığını, yaşamımızdaki en büyük dost ve yardımcının Allah olduğunu ne kadar düşünüyoruz?

"Çağırmak, seslenmek, yardım istemek" anlamlarına gelen dua, ihtiyaç içindeki, güçsüz ve sonlu bir varlık olan insanın, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, sınırsız ve sonsuz güce sahip Rabb’ine çağrıda bulunması, yardım dilemesi ve tüm benliğiyle O'na yönelmesidir. Dua insanın Rabb'i ile bağlantı kurma yolu. Önemi Kur'an'da, "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?.. (Furkan Suresi, 77) ifadesiyle haber verilir.

İnsan kulluğunun şuurunda olduğu sürece Allah Katında değerlidir. Bu nedenle Allah'a gönülden yönelmek, yapılan hatalar için O’na itirafta bulunmak ve yalnızca O'ndan yardım dilemek gerekir. Bundan farklı bir davranış Allah’a karşı büyüklenmektir ki, bunun karşılığı -Allah'ın dilemesiyle- sonsuz azaptır.

Samimi insan, Allah'a dua etmeye ve O'na yakınlaşmaya sınır koymaz; çünkü dua kişinin Rabb'i Katındaki değerini artırır. Dua, bazı kişiler için yalnızca zor zamanlarda; korku duydukları ya da tehlikelerle karşı karşıya kaldıklarında hatırladıkları bir ibadettir. Oysa dua yaşamın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. İnsan Rabb'i karşısındaki aczinin bilincinde olarak hem kolaylıkta, hem de zorlukta O'ndan yardım istemelidir. Yoğun koşuşturma, stres ve yaşanan sıkıntılardan insanı feraha çıkaracak tek güç Allah'tır.

Dua ederek Rabb'i ile bağlantı kuran insan, samimiyetle ettiği her duaya Allah'ın icabet edeceğinin bilincinde olarak bu ibadeti yerine getirmelidir. İnsanların pek çoğu duayı yalnızca darlık ve sıkıntı anında elinden gelen her şeyi denedikten sonra Allah'ı hatırlamak şeklinde anlarlar. Bu insanlar sorunları çözülüp sıkıntıyı atlattıklarında, daha sonra yaşayacakları bir zorluk anına kadar Allah'ı unutur ve O'ndan bir şey istemeyi akıllarına dahi getirmezler. Kur'an'da bu konu ile ilgili olarak denizde kaza geçiren, ancak kurtulduktan sonra yine eski duyarsızlıklarına geri dönen kişiler örnek verilir:

“…Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." (Yunus Suresi, 22)

Ayette anlatıldığı gibi denizde fırtınaya yakalanarak çaresiz kalan bu insanlar, o an Allah’a sığınırlar. Ancak karaya çıktıklarında, "fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür." (İsra Suresi, 67) şeklinde bildirildiği gibi, yaşadıkları acizliği unutan bu kişiler, tekrar Allah’tan uzak, gaflet dolu eski yaşamlarına geri dönerler. Yaşadıkları felaket anında Allah’tan başka sığınacak güç olmadığını anladıkları halde, ders almazlar. Oysa insanın en zor anında sığınmak için aklına Allah'ın geliyor olması, sığınılacak tek gücün O olduğunun göstergesidir.

Ancak bu kişiler musibetler, belalar, felaketler üzerlerinden kalktığı an, öğüt almak bir yana, yaşadıklarını tamamen unuturlar. Kendilerinden ne kadar emindirler; oysa “..sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz?..”(İsra Suresi, 69) ifadesiyle dikkat çekildiği üzere Yüce Allah’ın azabından asla emin olunamaz. İnsanın Allah'a olan duası, yakınlık ve teslimiyeti, tehlike anında hissedilen kadar içten olmalıdır.

Bediüzzaman, duanın kulluğun ruhu, samimi imanın sonucu olduğunu, meyvesinin ise ahirette toplanacağını söyler. Ve şöyle devam eder:

“Duanın en güzel, en latif, en leziz meyvesi, neticesi şudur ki; Dua eden adam bilir ki, Birisi var; onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O'nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerim Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir... Ey insan! Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak. Ulûhiyetin dergahında acizlik ve zayıflığını, medet isteyerek; fakirlik ve ihtiyacını dua lisanıyla ilan et ve kul olduğunu göster. “Allah en büyük vekildir” de, yüksel.”

“... O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62) 

 
Toplam blog
: 727
: 972
Kayıt tarihi
: 09.02.10
 
 

Ekonomi okudum. 5 yıldır haber siteleri, portal ve dergilerde yayınlanan yazılarımı ve inandıklar..