Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '17

 
Kategori
Öykü
 

Dünya Taşınıyor 1

Dünya Taşınıyor 1
 

Karanlık yeni çökmek üzereydi. Esen hafif rüzgar bir bahar havası kadar tatlıydı. Karanlığın misafirleri henüz ortaya çıkmamıştı.
 
Naci o gün işten eve erken gelmiş akşam yemeğini güneş batmadan yemişti. Heyecanlıydı. O yüzden işinden erken gelmişti. Çünkü garip bir ses bu vakitler ortaya çıkıyordu. Ses kuş sesine benziyordu. O sesi duyanlar hayvanın kuş olmadığında hem fikirdiler.
 
Naci iş yerinden bir de kamera getirmişti. Aylardır merak ettiği şeyin peşine düşecekti. Hayvanı görüntüleyebilirse müthiş olacaktı.
 
Naci fotoğraf dükkanında bir müşteriden duymuştu. Naci’nin tarif ettiği ses Çupakapra’ya aitti. Çupakapra keçi kanı emen demekti. Çupakapra güney Amerika da tıpkı koca ayak gibi efsanelere girmiş hayvanlardandı.Müşteri Naci’ye kamerasını alıp o hayvanı filme almasını tavsiye etmişti. Naci de öyle yapmıştı.
 
Henüz saat akşamın dokuzuydu. Naci balkona çıkmış tatlı esen rüzgarın serinliğinde dinleniyordu. O sesi bekliyordu. Yan komşusu Fikri bey de balkondaydı.
 
Fikri Naci’ye seslendi. Naci bey senin şu canavarın sesini ben de duydum.”
 
 “Öyledir. Onun ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz.” Naci sonra ekledi. “ İş yerinden kamera getirdim Birde o hayvan Çupakapraymış.”
 
“Nedir o?”
 
“Amerika da efsanelere girmiş tıpkı koca ayak gibi.”
 
“Koca ayağı bilirim. Televizyonda belgesellerini izledim. Dev gibi bir adam Her tarafı kıllı.”
 
Naci araya girdi.. “O koca ayak dediğin canlının geçmişi insandan daha eski. Çünkü insan koca ayağı yaşadığı yerlerde bulamıyor. Bu demektir ki koca ayak gezegenin yerlisi. Saklanmasını ve kendince yaşamasını biliyor.”
 
“Dediğin doğru. Bence biz insanlar o koca ayaklardan daha yabaniyiz. Neden de. Çünkü koca ayak olsun , senin dediğin Çupakapra olsun hikayelerimizle onların yaşantılarının cılkını çıkarıyoruz.”
 
Fikri bey sana bir şey diyeyim. İnsan bilmedikçe azıtıyor. Ama emin ol bir gün insanoğlu cahilliğe dönüş yapacak. Çünkü cahilliğin keyfiyeti hiçbir yerde yok.”
 
“Çok doğru söylüyorsun.” Diye karşılık verdi.
 
 Tam o sırada bir böğürtüye bir çığlık sesi duyuldu.
 
 Naci “Fikri bey işte ses duyuldu. Gel beraber gidelim şu sesin yanına.”
 
Fikri daveti bekliyordu. “Tamam hemen geliyorum.” Dedi. Yerinden kalktı. Balkondan içeriye geçti.
 
Naci de yerinden kalkıp içeriye geçti. Masanın üzerinde duran kamerasını aldı. Hızla kapıya yöneldi. Ayakkabılarını aceleyle giydi. Dördüncü kattan aşağıya inmesi bir anlıktı. O an aşağı indiğinde karşısında Fikri beyi buldu. Beraberce yola çıktılar. Yolu atlayıp ormanın içine doğru ilerlediler.
 
Çupakapra denen hayvanın sesine gittikçe yaklaşıyorlardı. Naci’nin elinde pille çalışan lamba vardı. Gerisinde Fikri onu takip ediyordu. Ses gayet açıkça duyuluyordu. Çünkü etrafta hiç ne araba sesi vardı ne de başka bir şey. O an orman hayvanları sanki korkmuş ve inlerine sinivermişlerdi. Ses onlara yabancı olmalıydı. Belki hayvanlar ondan susmuştu. Çünkü her hayvan tehdit algıladığında kendi türü dışında ki hayvanları sesleri ile uyarırdı.
 
Naci bir an durdu. “Bak Fikri bey. Orada.” Dedi.
 
Fikri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü birkaç Çupakapra bir arada ve önlerinde kuvvetli bir ışık kaynağının aydınlığında bir geyik ile besleniyorlardı.
 
Fikri sordu. “Bunlar uzaylı mı?”
 
“Çupakapralar uzaylı değil. Onlar daha çok boyutlar arası seyahat eden canlılar.”
 
O sıra Naci kamerasını açmış yaşananları filme alıyordu. Dehşetli sahneler görüyorlardı. Çünkü Çupakapralar acımasızca geyiği ısırıp kanını ememeye devam ediyorlardı. Bir süre sonra hayvanı bıraktılar. Önlerindeki ışık huzmesine yöneldiler. Ve ışığın içine girip gözden kayboldular. Ardından ışıkta beraberinde kayboldu.
 
Naci “Tamam. Baştan sona eksiksiz filme aldım. Gel Fikri bey. Kayboldukları yere bir bakalım.” Dedi.
 
İlerlediler. Nacxi ışığı yere tuttu. Her tarafı delik deşik olan geyiği gördü. Çupakapralar geyiği yememişti. Ama kan içtiklerinden geyiğin vücudunda ısırıktan benekler oluşturmuşlardı. Naci az ileri doru Çupakapraların kaybolduğu noktaya yöneldi. Siyah bir kutu gördü. Eğilip onu eline aldı. Lambasına tuttu. Baktı. Yassı, dikdörtgen, siyah, metalden kutunun bir yüzünde bir üçgen gördü.
 
“Bu ne ola ki?” diye söylendi.
 
Elini üçgene değdirdiğinde ortalığı birden ışık kapladı. O an siyah kutu Naci’nin elinden yere düştü.
 
Naci Fikri’ye “Fikri bey ne dersin. Onların yaptığı gibi biz de ışığın içine girelim mi?
 
“Deneyebiliriz.”
 
Naci önde Fikri gerisinde ışık huzmesinin içine girdi.
 
Aman Allah’ım. Neler görüyorlardı. Naci ve Fikri ışık geçidinden içeriye girdiklerinden beri gözlerini mimarisi piramit olan yapılardan alamadılar. Burada bambaşka uygarlıklar yaşıyordu. Havada daire şeklindeki araçlar hiç eksik değildi. Belki Naci yanlış düşünmüştü. Kendileri boyutlar arası değil yıldızlar arası bir yolculuk yapmıştı. Çünkü gök yüzü bambaşkaydı. İki tane güneş vardı. Ve irili ufaklı gezegenin bir sürü uyduları vardı. Naci tedbiri elden bırakmamak için geçit kapısı olan siyah kutuyu yanına aldı. Kamerası durmadan çalışıyordu.
 
Ağaçlar arasında ilerlediler. Naci piramit şehrine kamerasını zumladı. Hiç insan yoktu. Ama her tarafın Çupakapra kaynadığını görüyordu.
 
Fikri tedirgin olmuştu. “Bunlar bize zarar verir mi?” diye sordu.
 
Naci “Zannetmem. Çünkü bunlar dünya dalarken hiçbir insana zarar vermiyorlar.”
 
Hava aydınlıktı. Naci kamerası ile çekebildiği kadar görüntüyü çekmişti. Kaset dolunca kamerasının içinden çıkardı. Kamerayı yere bıraktı.
 
Fikri sordu. “Kamerayı niye bırakıp gidiyorsun?”
 
 “Bunlar insana zarar vermez ama hangi sütten içtiklerini bilmiyoruz. Koşmamız gerekirse kamera ağırlık yapar. Ondan bıraktım.”
 
Ağaçlıklar bitmişti. Naci’yi ve Fikri’yi Çupakapraların görmesi an meselesiydi. Naci elindeki geçit cihazının nasıl çalıştığını bildiğine güveniyordu. Bu sayede Çupakapralara görünecek ve onların tepkisini öğrenecekti. Saldırırlarsa cihazı çalıştırıp hemen geçide girivereceklerdi.
 
Naci’nin beklediği gibi olmadı. Naci ve Fikri görününce Çupakapralar sağa sola kaçışmaya başladılar. Kısa süre sonra ortalıkta hiç biri kalmadı. Hepsi Piramitten inlerine girdiler. Gök yüzü den o an uçan daireler uzaklaşıp gittiler.
 
Naci içn bu yaşananlar bulunmaz bir fırsattı. Sağda solda gördüğü cihazlara bir süre ilgi ile baktı Kim bilir ne işe yarıyorlardı. Anlamak için uzun süreler gerekiyordu. Ama önce Çupakapraların kendilerinde neden kaçtığını bulmalıydı. Bu bir tehlike miydi yoksa gerçekten korkmuşlar mıydı.
 
Fikri Naci’ye o an sordu. “Çupakapralar bizden niye kaçtılar?”
 
 “Bilmem. Açıkça söyleyeyim. Tedirgin oldum. Belki bu büyük bir saldırının sessizliğidir.”
 
Fikri “Saldırılacak sadece ikimiz varız. Bence onlar bir şeyler biliyor. Ve ondan dolayı kaçıyorlar.”
 
Naci “Ne acayip şehir burası. Her taraf piramit dolu. Dört duvar ev yapmak varken neden piramit yapmışlar ki.?”
 
Fikri “Piramit diye es geçme. Çünkü bir yerde duydum. Piramitler kozmik enerji kaynağıymış. Kozmik enerji maddelerin yaşlanmalarını geciktiriyormuş.
 
Naci” Bu nasıl oluyor?”
 
Fikri “Bana söyleyen kişi bir deneyden bahsetti. Telden piramit in içinin tam ortasına elma koymuşlar. Ve elma daha önceki gibi değil daha uzun sürede çürümüş.”
 
“İyi de dışarıdan müdahale olmadan elma nasıl kararmıyor?”
 
Fikri “Anladığım kadarıyla bu görünmez ve gizli olan kozmik enerjinin işi.”
 
O an Naci ve Fikri yürüyerek ilerliyorlardı. Bir piramit in önünde durdular. Piramitin boyu iki katlı bir ev kadardı. Kapısı ve pencereleri vardı. Ama pencerelerden içerisi görünmüyordu.
 
Naci “Ne dersin içeriye bir bakalım mı?”
 
Fikri “Bakamlım. Ama ya onlarla karşılaşırsak?”
 
 “Önemli değil. Nasıl olsa huylarını öğrendik.”
 
Giriş kapısından içeriye girdiler. Burunlarına o ana ıslanmış ve küflenmiş bir ekmek kokusu geliyordu. Evin duvarlarında yaratıkların uygarlıklarına ait yazılar vardı. Ve Piramit in koridorlarında sütun şeklindeki cihazlar dikkat çekiyordu.
 
Bir odaya girdiler. Oda tıpkı koridor gibi fosforumsu bir ışık yayıyordu. İçeride oturulacak ve yatılacak yerler vardı. Ama o yerler dikdörtgen şeklinde taştandılar.
 
Bir tane yarım küre şeklindeki cihazdan ışıklar çıkıyordu. Naci kürenin yanına yaklaştı. İncelemeye başladı. Eliyle küreye dokundu. Birden rotaya hareketli görüntüler çıktı. Naci o an film izliyor hissine kapıldı. Görüntülerde piramitler vardı. Ve her bir piramit in etrafına halka olmuş Çupakapralar piramit e sürekli secde ediyorlardı. Naci küreyi ellemeye devam etti. Yuvarlak bir çıkıntının üzerine dokundu. O an müthiş güzel ve heyecan verici bir müzik sesi duymaya başladılar.
 
Naci “Bu da onların radyosu galiba.” Diye söylendi.
 
Naci ve Fikri kendilerini müziğe bilinmez bir şekilde kaptırıverdiler. Yere oturdular. Ardından sırt üstü yatıp uykuya daldılar. Ses onların zihinlerine girerek cennetsi hayaller yaşatmış ve iki insanı bu sayede bilinmez bir şekilde uyumalarını sağlamıştı.
 
Naci ve Fikri uyandıklarında artık eskisi gibi iki insan değillerdi. Vücut şekilleri değişmiş ve Çupakapra olmuşlardı. Onları bu hale getiren diğer Çupakapralardı. Naci kendindeki ruha çok kolay alışmıştı. Fikri de öyleydi. Artık onlar keçi kanı emen kişilerdi.
 
Radyo sinyali kısık ama tizdi. Tıpkı bir çekirgenin gece ötüşü gibi insan beyninin içine nüfuz ediyordu. Bilgisayar uzmanı Selami ses kayıt cihazını çalıştırdı.
 
Henüz geceydi. Ama Az sonra gün ışıyacaktı. Selami’nin karısı sese uyanmıştı. Yerinden kalktı. Sesin geldiği odaya doğru ilerledi.
 
Selami’yi oturmuş çalışır vaziyette görünce “Ayol derdine ne oldu. Bu saate kadar çalışıyorsun. Hiç mi uyumadın?” dedi.
 
Selami “Gönül şu sesi işitiyor musun?”
 
Gönül elini gözlerine götürerek esnedi. “Ne sesi bu?”
 
 “Bu duyduğun ses radyo dalgası. Bu sesin bizim evin hemen ilerisinden geldiğini keşfettim.”
 
Gönül “İyi ne olmuş?”
 
Selami “Ne olmuşu var mı. Sesin kaynağında görünür hiçbir şey yok. Ama cihazım öyle demiyor. Cihazım bana az ileride esrarengiz bir şeyin olduğunu söylüyor.” Dedi.
 
“Bırak şu çalışmanı da gel biraz uyu.”
 
Selami “Tamam dedi. Yalnız sabah kalktığında cihazla sakın oynama. Çünkü cihaz sesi kayıt altına alıyor.” Selami oturduğu yerden kalktı. Karısı Gönül ile yatak odalarına geçtiler.
 
Öğleye doğruydu. Gönül uykusundan az önce uyanmıştı. Hala susmayan sesi merak edip Selami’nin çalışma odasına girdi. “Aman Allah’ım ne rahatsız edici bir ses.” Diye söylendi. Sesten dolayı beyni sanki hareket ediyor gibiydi. Ses birden kesildi. Gönül korktu.
 
“Cihazı ellemedim. Niye sustu ki.” Cihaz yeniden tiz sesi çıkarmaya başladı. Gönül sese alışmıştı. Ses bu sefer kulağına daha hoş geliyordu. Ses karışık ama ritimliydi. Belli bir temposu vardı. Sesteki esrarengiz tempo onun ilgisini daha çok çekiyordu. Ses birden kesildi.
 
Gönül “Hay Allah ne güzel dinliyordum.” Diye söylendi.
 
Kısa bir beklemeden sonra cihazdan bir kişi konuşuyormuş gibi sesler geldi. Gönül sesin tuhaflığını duyarken tüyleri diken diken oldu. Sanki cihazdaki sesin sahibi onu görüyor gibi hissediyordu. Korktu. Hemen odayı terk etti. Acele ile Selami’nin odasına geçti. Selami’yi uyandırmaya çalıştı.
 
“Selami kalk kalk çabuk.”
 
Selami gözlerini açtı. “Ne var Gönül?” diye söylendi.
 
“Senin cihazdan insan sesi gibi sesler gelmeye başladı. Korktum yanına geldim.”
 
Selami hızla yerinden kalkıp odasına geçti. Sesi şimdi o da duyuyordu.
 
“Tahmin ettiğim gibi.” Diye konuştu.
 
Gönül “Neyi tahmin ettin?” diye sordu.
 
Selami “Bu sesin kaynağını mutlaka görmeliyim.”
 
Gönül “Ne sesi bu Selami. Söylemedin bana.”
 
 “Sana şunu söyleyeyim. Bu ses dünyaya ait değil.”
 
Gönül “Ne yapmayı düşünüyorsun?”
 
“Şimdi üzerimi giyip ses dedektörümü alacağım. Sonra dışarıya çıkıp araştırma yapacağım.”
 
Gönül “Ne olur ne olmaz. Bakarsın bulacağın şey seni yutuverir. Aman dikkat et.”
 
 “Tamam dikkat ederim.”
 
Selami üzerini giydi. Ses dedektörünü aldı. Evden çıktı.
 
Ağaçlarla dolu güzergah huzur vericiydi. Selami ormanın ıssızlığı onu biraz ürpertiyordu. Ama elinde ses dedektörü ile esrarengiz sesin kaynağına yaklaştığını bildikçe korku duyuyordu. Sese iyice yaklaştı. Dedektör sesin odağına yaklaştıkça daha çok ötmeye başladı. Selami küçük bir kayalığın önünde durdu. Sesin kaynağı burasıydı. Eğilip kayalığın kenarlarını yokladı. Eline kaygan bir nesne değdi. Onu hemen eline aldı. Gözünün önüne getirdi.
 
Bu tuhaf bir nesneydi. Kaynağı olmadığı halde her tarafı ışık kaplıydı. Selami esrarengiz nesneyi çantasına koyup evine doğru yol aldı.
 
Bulduğu cihazın ne işe yaradığına dair bir fikri yoktu. Gönül yanındaydı. Selami ona sordu.
 
“Gönül sence bu nesne ne işe yarıyor?”
 
Gönül “Bilmem” dedi. Sonra tedirginlikle konuştu. “ Bu şey radyasyon yaymasın.”
 
Selami “Bu el kadar bir cihaz. Zannetmem.”
 
Ama o el kadarlık esrarengiz cihazın ışığı artmaya başladı. Az sonra cihazın ışığı bütün odayı doldurdu. Cihazın durduğu yerde büyükçe, daire şeklinde, şeffaf bir yapı meydana geldi.
 
Selami hiç beklemeden açılan şeffaf boyut kapısına doğru ilerledi. Gönül onu izliyordu. Telaşla konuşmaya başladı.
 
“Aman Selami. Sakın o şeye yaklaşma.”
 
Selami “Bir şey olmaz. Yaklaşmadan bu şeyin ne olduğunu öğrenemem.”
 
O an elini boyut kapısına uzattı. Eli şeffaf dairenin içine girdi. Sonra başını geçidin arkasına uzattı. Elinin uzandığı mesafe boyut kapısının arkasından gözükmedi. Sonra boyut kapısından içeriye girdi. Gözden kayboldu.
 
Selami kendini ormanın içinde buldu. Mekan değişmişti. Soluduğu hava kükürt kokuyordu. Gördüğü ağaçlar devasaydı. Ormanın içinde ilerledi.
 
Selami ormanın içinde ilerledikçe gördüğü şeyler onu şaşkına çevirdi. Bir meyve ağacının önünde durdu. Meyveler öyle devasa şeylerdi ki her biri bir metre boyundaydı. Meyveler yerdeydi. Ağaca sadece uçlarındaki dallarla bağlıydı.
 
Selami meyvenin tadına bakmak istedi. Birine yaklaştı. Bir lokma ısırdı. Lezzetliydi. Tadı armuda benziyordu. Sonra meyveden bir lokma daha ısırıp örnek olsun diye çantasına koydu. Ormanda tekrar ilerlemeye başladı.
 
Çalılık bir alana geldi. Yine şaşkınlık içine girdi. Önünde bir metre boyunda domatesler duruyordu. Birinin yanına geldi. Tadına baktı. Tıpkı domates tadı. Tekarar ilerlemeye başladı.
 
Ormandan çıktı bir tepeyi aştı. Bir alanda sekiz on piramit gördü. Dikkat kesildi. Piramitlerin arasında gezinen tuhaf yaratıkları bakıyordu. Bunlarda ne olabilirdi. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordu. Selami yaratıklara yaklaşmayı dendi. İlerledi.
 
Küçük kayalıklar vardı. Onların arkasına gizlenerek ilerledi. Piramitlere iyice yaklaşmıştı. Son bir kayalığın arkasına gizlenerek ilerlemesini durdurdu. Şimdi yaratıkları daha iyi gözlüyordu.
 
Kıllı olan yaratıkların bacakları geyik bacağına benziyordu. Kafaları yarı insan yarı hayvansıydı. Tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Tıpkı bir geyik gibi. “Govk. Govk. Govk…”
 
Selami bir süre sonra yaratıkları zararsız olduğuna inandı. Çünkü onlar yarı insandı. Ayrıca zeka taşıyorlardı. Değilse o piramitleri nasıl yaparlardı.
 
Kendini onlara gösterecekti. Gizlendiği kayalığın arkasından çıktı. Yaratıkların duyacağı şekilde “Hey bana yardım eder misiniz?” diye seslendi.
 
O an yüzlerce Çupakapra başlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Ardından bir kargaşa başladı. Yüzlerce Çupakapra sağa sola kaçışarak piramitlerine girdi.
 
Selami şaşkınlık içindeydi. “Bunlara ne oluyordu böyle.” Diye söylendi. Selami o an ortalıkta hiçbir yaratığın gezinmediğini görünce keşif duygusu ile alanın ortalarına doğru ilerledi.
 
Taştan piramitlerin üzerinde yazılar vardı. Ama bunlar hiyeroglif yazılardı. Hepsi birer sembol şeklindeydi. Selami ilerlerken üzerinde yürüdüğü zemin dikkatini çekti. Yer toprak rengindeydi. Biraz daha dikkatli bakınca zemini kaplayan ışığı fark edebildi. Zemine rengi ışık veriyordu. Ama ışığın kaynağı yoktu. Zeminin aydınlığı kendiliğinden gibiydi. Tuhaf zemin piramitlerin kapladığı alan ile sınırlıydı.
 
Selami bir piramidin önüne geldi. Tam o sırada sırtına biri dokundu. Selami korkuyla “Kim o?” diye arkasına baktı. İki Çupakaprayı gördü.Dehşetle irkildi. Çupakapralardan biri önündeki piramiti işaret ediyordu. Sonra diğer Çupakapra da aynı hareketi yaptı. Ardından iki Çupakapra piramitin içine girdi.
 
Selami “Galiba bana bir şeyler göstermek istiyorlar.” Düşüncesine girdi. O da iki yaratığın ardından piramite girdi.
 
Piramidin içindeki koridor duvarlarının kaplaması tıpkı bir taşıtın iç kaplaması gibiydi. Duvarlardan sızan ışık koridorları aydınlatıyordu. Bazı koridor köşelerinde dijital ekranlar vardı. Ekranlarda tuhaf şekiller oynuyordu. Ekranların her birinin altında geometrik şekillerden oluşan tuşlar vardı.
 
Selami önünde ilerleyen iki yaratığın bir odaya girdiğini gördü. Ardından Selami de odaya girdi.
 
İki Çupakapra yerde dikdörtgen zemin üzerine yatmış tuhaf sesler çıkarmaya başladılar. “Govk. Govk. Govk…” Sanki İki Çupakapra baş uçlarındaki geometrik şeklindeki tuşlara bas der gibiydiler.
 
Selami “Benden yardım mı istiyorsunuz?” diye konuştu. Yaratıklar “Govk Govk. Govk…” Demeye başladı. Selami zemindeki geometrik tuşlardan birine bastı. O an yerde yatan iki Çupakapranın üzerini yoğun bir şekilde beyaz renkte ışık huzmesi kapladı.
 
Işıktan Selami’nin gözleri kamaştı. Ama az sonra şaşırtıcı bir gelişme oldu.
 
Naci ile Fikri’nin insan vücudu ışık huzmesi dağılınca ortaya çıktı. Doğruldular.
 
Naci “Tanrıya şükürler olsun. Nihayet.” Diye konuştu.
 
Selami sordu “Siz kimsiniz?”
 
Naci ve Fikri isimlerini söyledi. Sonra Naci
 
“Acilen buradan gitmeliyiz.” Dedi.
 
 Selami “Nasıl olacak bu?”
 
Naci “Biz burada bir hayli şey öğrendik. Şimdi şu kabini açarak içindekileri giyeceğiz. Sonrası daha eğlenceli.” Dedi.
 
Üç insan odanın içindeki kabini açtılar. Astronot kıyafetlerini giydiler.
 
Naci “Selami sen yenisin. Fikri’ye yardımcı ol. Şimdi içinde bulunduğumuz piramit havalanacak. Sonra uzaya çıkacağız. Ondan sonra gezegeni terk edeceğiz.” Dedi
 
Piramit bir elektrik akımının çıkardığı vınlamaya benzeyen ses ile havalandı. Gök yüzüne doğru ani bir hareket ile gözden kayboldu.
 
Yıldızlar daha net görünüyordu. Piramitin altındaki gezegen uzayın esrarengizliği ile boşlukta duruyordu. Piramitten aşağıdaki gezegenin kıtaları ve denizleri görünüyordu. Beyaz bulutlar leke gibi gezegenin üzerindeydi. Ama uzay boşluğunda ilerleyen piramit çok hızlı yol alıyordu. Aşağıdaki gezegenin kıtaları kısa sürede piramitin önünden geçiyorlardı. Bunu fark etmek için aşağıya dikkatle bakmak yeterliydi.
 
Tuna M. Yaşar
 
 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..