Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

10 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Düşeyazmak -damla, bitmiş(?)-

Düşeyazmak -damla, bitmiş(?)-
 

...
İsmail cep telefonuyla aradığı kişiye tüm hiddetiyle bağırırken,“Bekle, sakın bir yere kaybolma, çivi gibi oturduğun yere çakıl ve beni bekle!!” diye kükredi.

Josef, “I wil…”

...
Büyük bir eğlence merkezinin sahibinin beş yıldır birinci korumasıydı İsmail. Patronu ona güvenir, tüm arabalarının anahtarlarının yedekleri onda olurdu.

Son üç aydır Zühal adında bir kıza kafayı takmıştı İsmail. Aralarında aşk başlayınca Zühal başındaki dertleri ona anlatmıştı. Josef, uluslararası büyük bir uyuşturucu çetesinin Türkiye sorumlularından biriydi. Üniversite öğrencisi Zühal’i Türkiye’den Avrupa’ya uyuşturucunun taşınmasında kurye olarak kullanıyordu. Zühal İsmail’e tüm olan biteni anlatınca, Josef Zühal’i kaçırıp işkence yapmıştı. Onu öldürecekken, otelden bir yolunu bulup kaçan Zühal İsmail’e sığınmıştı. Josef’i yönetenler olanları öğrenmişler ve işleri düzeltmesi için ona bir şans daha vermişlerdi. Daha önce iki kez bara gelen Josef, İsmail’deki kararlılığı biliyordu. İkisi için de artık hesaplaşma zamanı gelmişti.

550 Marenello, fabrikaların, egzoz dumanlarının göğü boyadığı aralıktan süzülen kızıldan turuncuya kesmiş güneşin ilk ışıklarına doğru tam gaz gidiyordu. İsmail, 12 silindirin içinde ezilen ince benzinin şımarık çığlığından gelen gücü tekerlerden çok uçmaya hazırlanan bir uçağın gövdesine verircesine ayağını gazdan çekmedi.

Kadran 300 kilometreyken otobanın OGS kapısından uçarak geçtiğinde sabah mahmurluğundaki polis alçaktan uçan kırmızı bir araba görmenin şaşkınlığında telsizine davrandı.

“92 45, merkez…”

“Merkez dinlemede.”

“Merkez, kırmızı, kırmızı spor araba, Karaburun istikametine doğru gidiyor. Aşırı hızlı.”

“Anlaşıldı. Plaka alındı mı?”

“Merkez, hızı çok fazlaydı. Monitöre bakacağım, tamam.”

“Anlaşıldı 92 45. Kırmızı spor araba, doğru mudur?”

“Doğrudur, merkez.”

Araba, virajlarda tekerler ve asfalt arasındaki sevişmenin en ateşli yerinde çıkan çığlıkları atarak ilerlerken, İsmail, “Sen İsmail’i tanımamızsın oğlum. Sen beni tanıyamamışsın koçum! Sana kendimi tanıtmaya geliyorum, bekle! Bekle!!” diye bağırırken bir yandan da arabanın direksiyonunu yumrukluyordu.

Tek tük kamyonların ve arabaların aralarından sanki kırmızı bir hayalmiş gibi akıp geçip kentin dışına doğru yaklaştığında, direksiyonu dar bir patika yola kırdı. Arabanın altı yerdeki tepeciklere kibritin kutusuna çaktığı andaki gibi sürterek çorak topraklı ağaçsız yırtık asfalt yola girdi.

Kentin hurdalıklarından biriydi burası. Eski arabalardan arta kalanlar ve metal yığınlarının çevreye gelişigüzel serpildiği bir mezarlıktı. İsmail arkasında büyük toz çığının takibinde hurda alanına girince arabayla yarım bir daire çizdi. Josef, oturduğu kırık metal sandalyeden kalkmak için doğrulurken sigarasını parmaklarının ucuyla fırlattı.

Arabanın tekelerinden çıkan dev toz yığını hafif rüzgarın etkisiyle Josef’e doğru yönelirken göğe yükseldi, ardından çevreye asılarak dağılırken İsmail arabadan derin bir hınç ve öfkeyle indi. Aralarında yaklaşık elli metre vardı.

Josef tabancasını çıkardı, şarjörden yeni mermiyi ağzına verirken patlamamış mermi dışarı fırladı. Artık emindi ve atışa hazırdı.

İsmail belinden tabancasını çıkarırken sakin adımlarla Josef’e doğru yürümeye başladı. Birbirlerine doğru yürürlerken, birbirlerinin üzerilerine seri şekilde ateş etmeye başladılar. Mermiler tıslayan dev bir yılan gibi, kafalarının, omuzlarının, ayaklarının yanlarından hızla geçerken, son mermileri attıklarında aralarında 40 metre mesafe kalmıştı. İkisi de vurulmamıştı. Josef cebinde yedek şarjör ararken, İsmail namlusu asılı kalmış tabancasını fırlatıp attı ve Josef’in bedenine kilitledi gözlerini ona doğru yürürken.

Josef, pantolonun arka cebinden sustalı bıçağını çıkardı ve ılık rüzgarın sesini ince metalik bir sesle keserek açtı.

İsmail ceketini çıkardı, iç cebinden bıçağını çıkardı. Ceketini sol eline dolarken, cebindeki bıçağına takılıp çıkmış Zühal’e yazdığı veda mektubu düştü. Sağ elini efe oyunlarındaymış gibi havaya kaldırıp kelebek bıçağını seri şekilde, içerde geçen beş yılın tecrübeleriyle elinde çevirdi ve kilitledi, ona doğru yürürken.

Aralarındaki mesafe sıfırlanınca karşılıklı ilk hamlelerini yaptılar. Hamleler can alıcı vuruşlarla sürdü. İkisi de yaygın bıçak yaralarıyla bitkin düşünceye kadar vuruştular. İsmail’in üzerindeki beyaz gömlek al kırmızıya dönüştü. Avuçlarına dolan Josef’ten gelen kan yapışkandı. İkisi de dizlerinin üzerinde birbirlerine son hamlelerini yaptılar. Josef bıçağını İsmail’in midesine doğru sapladı. İsmail onun tam kalbine sapladı bıçağını. İkisi de çapraz yığıldılar yere. Kanlar toprağa karıştı. Bedenleri çamurlandı.

Kan damlası yettiğinde, alnından, toprağa damladı İsmail'in. Topraklanan gözlerinden içine sızan ışıkta gördüğüydü, az önce cebinden düşen Zühal’e yazdığı mektup.

Bir rüzgar esti bedenlerinin üzerini örterek.

Örtüp onları geçip, mektubu aldı yerden. Bir sayfa açıldı havada savrulurken:

“Zuhal

Ben yazmasını bilmem .konuşamamda.. kalbindedin senin dedim ,. Söz dedim sözüm özdü. İyi ol iyi bak kendi ne.

İsmail.”

***

not: madem çalıyorsunuz utanmadan, size bitmiş(?) halini vereyim, çalın. bu ülkenin "reklamcı" ve ne olduğu tam anlaşılamamış para basıcılarına hediyem olsun. iki seneye yakındır burada yazıyorum, burada at koşturan bazı yazar(?)ların hırsızlıklarına lanet okuyorum! (ilk yayın 28,03,2008)

not: düşeyazmak, birinci bölümde: http://www.youtube.com/watch?v=0iWj6y_ACk0

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..