- Kategori
- Deneme
Duy-gu
İnsanları hiç dinlemez ama dinler gibi görünürüm. Ne söylediklerini duymam. Anlattıkları olaylar, bunların oluş sırası, kişiler, mekan ve zaman bende hep kayıptır. Konuşmanın anafikrini ilk anlarda kendimce belirler bunu süsleyecek ayrıntıları gereksiz bulurum. Anafikri boğmalarına izin vermem ve sözcükleri duymam. Duyduğum pek çok şey vardır aslında o konuşmalarda. Can kulağıyla dinlerim çünkü. Sözcükleri değil ama... Bakışları dinlerim. Duruşunu ellerin,kolların konumlanmasını ve başın ahengini dinlerim. Varsa bir yürüme, yoksa mutlaka bir duruş, bir oturuş, bir kalkış, saçları tutup tutup bırakış belki...Onları dinlerim. Çok kırpmalı gözleri ve bir düğme aralığından inip kalkan göğsün heyecanını... Bir masanın altında gizlenmiş bacakların uzanışını ve ayakların yere temasını... Acelesi olan soluğu... Akmayan ve fakat mütemadiyen silinen burnu... ve omuzları dinlerim. Kaygısızca salınmış ya da dikkatle sivrelmiş omuzları... Masadaki fincanı kavrayış hızını... Dökülen çayı ve hiç ısırılamayan bir kurabiye utangaçlığını dinlerim. Bunlar bana pek bir şey anlatır, ben öyle sanırım. Sözcüklere hiç eyvallah etmem. Saatleri bulan bir sohbette duyduklarım yalnız bunlardır. İnsanları sözlerine göre değirlendirmem, değerlendiremem. Beni etkileyen şey seçtikleri sözcükler değil, bunları söylerken yaptıklarıdır. Sözcüklerin anlamını reddeder ve davranışlara anlam yüklerim. Çünkü sözcükler özenli seçimlerle çıkmaz karşımıza. Düşünerek değil hazır ve eskimiş kalıplarla konuşuruz. Ezberden... Dil daima ,öğrenilmiş bir kontrolün etkisi altındadır. Halbuki yanaklarımızın renk değişimi, bakışlarımızın derinliği, boynumuzun eğimi ve ter bezlerimiz üzerinde hiçbir hakimiyetimiz yoktur. Ve ben öyle sanıyorum ki ; insanın tüm anlatmak istediği gerçeklik, tam da onlarda yani hiçbir şekilde kontrol edemediklerinde saklıdır.