Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '09

 
Kategori
Güncel
 

Düz damlı beyaz badanalı ev ve töre

Düz damlı beyaz badanalı ev ve töre
 

Bahar yerini yaza bırakmıştı. Aylardan Mayıstı. Fakat parklar, sokaklar hala Mart ayı kıvamında idi. Sabahları üşütüyor, öğle ve akşam saatlerinde etrafa yayılan toz bulutu bir türlü uzaklaşmak bilmiyordu. Öyle ki, hazırlıksız dışarı çıkanlar sıcaktan da, soğuktan da, tozdan da nasibini alıyordu.

Şehir ve kasabalarda durum buydu da köylerde farklı mıydı? Köylerde yayla havası daha bir baskındı. Rüzgâr daha kuvvetli eserdi. Çocuklar kendilerini rüyalarında bulutların üzerinde hissederlerdi. Yeni evliler köylük yerde el ele tutuşamasalar da birbirlerine bakarken gözlerinin içi gülerdi.

İşte Ağrı Diyadin ilçesinde yaşayan Yıldız ile Bayram’da evlendiklerinde el ele tutuşamadılar ama gözleri ile birbirlerine daima sevgi ve cesaret verdiler.

Evlenip köylerinde kendilerine düz damlı, beyaz badanalı bir göz ev yaptıklarında çok mutluydular. İnsan ve hayvan sesleri, otlar ve ağaçların rüzgârda çıkardıkları ıslık sesleri, taze gübre yığınları arasında köpek ulumaları onlara ayrı bir haz verirdi. Çünkü yaşamlarının gerçek sesleri idi onlar.

Yıldız ufacık bir gürültü duymasın, titreyiverir, birilerinin kendisine zarar vermesinden korkardı. Akşamları Bayramın eve gelmesini pencere aralığından görünmeden sessizce beklerdi. Narindi, kırılgandı.

Ne ki, kırsalın dedikodu çarkı dönmeye söylentiler birbiri ardına gelmeye başlamıştı. Dedikodu bağlı olduğu aşirette yayılmaya, genç kadını adeta evde nefes alamaz hale getirdi. İddiaya göre Yıldız’ın bir başkası ile ilişkisi vardı. Aşiret ileri gelenleri toplandılar. Genç kadını dinleme gereği bile duymadan karar alındı. Yıldız ölecekti. Törenin gereği yapılmalıydı. İnfaz için kocası Bayram görevlendirilir.

Bayram eşi Yıldız’ı evden çıkarıp kırsalda bir tarlaya götürür. Elinde bıçağı ile önce Yıldız’ın burnunu keser, sonrada kulaklarını. Yetmez birde şişler. Öldü diye tarlaya bırakır ve uzaklaşır. Aradan ne kadar zaman geçer bilinmez. Ama köylüler Yıldız’ı Tendürek köyleri kırsalında ağır yaralı olarak tesadüfen bulurlar. Genç kadın götürüldüğü hastanede şimdilerde yaşam mücadelesi vermektedir.

Bir kadının burnu ve kulakları niçin kesilir? Törenin en ağır cezalarından biri de burun ve kulak keserek ilgilinin sokağa dahası insan içine çıkmasını engellemek, tecrit etmek için değil midir?

Bu olayda ve benzeri olaylarda kadının adı var mıdır? Dahası söylenen dedikoduların gerçekliği araştırılmış mıdır? Söylenenlerde gerçeklik payı var mıdır yoksa dedikodudan ibaret midir?

Daha geçenlerde Siirt’te bir genç kız üvey kardeşi tarafından beşinci kattan aşağı atılmadı mı? Aşağı atılmasını hak edecek ne yapmıştı o genç kız? İstanbul’un orta yerinde Güldünya’nın dünyası karartılmadı mı?

Geçen hafta İstanbul’da bir düğünde idim. Bu olayı bir gazetede okudum. Okurken yüreğimin bir yerlerinde bir sızının belirdiğini, boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini ve yüzümün öfke ile kızardığını hissedebiliyordum. Ve oturduğumuz salonda benden başkaları da vardı. Kadınlar ve erkekler sohbet ediyorlardı. Gayri ihtiyari “bunu yapanlar insanlıktan nasibini almamış” dediğimi hatırlıyorum. Orada olanların bir kısmı akrabamdı ne yazık ki. Ne yazık ki diyorum çünkü öfkemin nedenini anlamadan Doğuda yaşandığını söylediğim bu olay nedeni ile “bunu yapanlar insanlıktan nasibini almamış” sözüme itiraz geldi.

İtiraz eden evli olmayan bir kadındı. Annesi de yanında olan bu kadın; - Anne diye bağırarak beni gösterdi. Annesi, ne var dercesine ve sorgulayan gözlerle bana ve kızına baktı. Şaşırma sırası bana gelmişti. Ne suç işlediğimi anlamaya çalışırken kadın konuşmaya başladı. “Anne bak Hüseyin Bey ne diyor” dedi. Mesele anlaşılmıştı. Genç kadın konuyu anlamadan bana oldukça sert ve gereksiz bir tepki göstermişti. Acı acı gülümsedim, dahası hüzünlendim. Olayı tekrardan ve anlayacağı şekilde bir kez daha anlattım. Bu sefer o benden özür dilemeye başladı. Dedim özür önemli değil, önemli olan olayı kınamak ve benimsememek.

Kim bilir şimdilerde Yıldız bir hastane odasının loş ışığında ve sakinliğinde, pembe yanaklı ancak yaşadığı acı olaylar sonucu zamanından önce ihtiyarlamış ve gözleri bir noktaya kilitlenmiş olarak neyi düşünüyordur? Neyi düşünebilir? Bilineceğini pek sanmıyorum. Hatta onun düşüncelerine değer verileceğini de sanmıyorum. Bu saatten sonra düşündüklerini dile getirmesinin de ona bir faydası olmayacaktır. Bana göre ise o beyaz badanalı küçücük evini ve eşi Bayramın akşamları yorgun argın eve dönüşünü düşünmektedir. Gelecekte yuvalarını şenlendirecek çocukları ve kınalayacağı kuzularını da düşünüyordur. Ne ki, artık onun için ne beyaz badanalı bir ev, ne bayram, ne de o çok istediği çocukları yaşamında artık olmayacaktır.

Yıldız acımasız töreye kurban gitmiştir. Geri kalmışlığın alabildiğine hissedildiği o coğrafyada töreyi bir tarafa bırakıp özgürlüklerini yaşayacakları o günlerin özlemi daha ne zamana kadar devam edecektir? Cevap verilmesi gereken soru budur. Ve kadın yine o coğrafyada hak ettiği saygınlığa ve söz hakkına ne zaman kavuşacaktır?

 
Toplam blog
: 40
: 792
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

1958 Gürün doğumluyum. Emekli öğretmenim. Ülkemin ve dünyanın gündemini oluşturan konularda yazılar ..