Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

E-günlüğün felaket senaryosu...

İnsanoğlu ilk olarak öldürmeyi öğrendi. Daha sonra "korkutmayı". Korkuttu ve zamanla karşısındaki gücün, güçlenip karşılık verdiğini gördü. Sonra aradan geçen zamanda korkutmadan önce ikna etme yolunu öğrendi, ama ikna etmeye çalışırken tehdit etmeyide ihmal etmedi. Medenileşme adı altında diyalog geliştirdi ve demokratikleşme, uyum, anlaşma, gibi kavramlara gömüldü. Güçlü görünmek ve en çok silaha sahip olmanın altında korkutmak değil, "savunma" ve "denge" yatıyor safsatasını uydurdu.. Ancak kime karşı savunulacaktı bu ülke insanları ve bu güç gösterisi neyin dengesi idi? İnsanoğlu geliştiğini iddia ettikçe kavramlardan başka hiç bir şey değişmiyordu. Kölelik kalktı ama, köle gibi yaşam devam etti. Özgürlüklerini kazananlar, hiç bir zaman özgür olamadıkları gibi, özgürlüğün ne anlama geldiğini de öğrenemediler. Korkutmak yerine endişelendirmeye yönlenmiş, savaşı bile "barış" için yapar olmuştu. Kendi yarattığı teröristleri "yok etmeye çalışıyoruz" diye ülkeleri işgal etmeye başladı... Kendi yarattığı paraya ve teknolojiye tapar hale gelmiş, bu uğurda vatandaşlarını bile kayırmaya, bölmeye, öldürmeye başlamıştı. Para her şeydi. Sorun istenmiyor du. Parası olana, özgürlük, demokrasi, insan hakları, refah, huzur, mutluluk satılmaya başlanmıştı. Ordular ve polis kuvvetleri artık vatandaşını, ülkesini değil, parasal gücü olanları, emperyalistleri ve kapitalistleri korumaya yarayan bir kurum olmuştu. Bu güçlere sahip olmayanlar, zayıflar, güçsüzler, karşı gelenler, yeni fikir üretenler, potansiyel suçlu sayılacak ve gözlenecekti. Çalıştırılacak, yönetilecek, aldığı ücretle sadece karnını doyurabilecekti. Herkes, bütün dünya onlara (sermaye sahiplerine) hizmet etmeliydi. Karşı gelenler (kişi, toplum, ülke) cezalandırılacaktı. Fakat her şeye rağmen bunlar bilinmemeli, asla açık verilmemeli, her işlenen cinayete, her işgale, her saldırıya, bir kulp bulunmalı idi... Vatandaş uyanmamalı, uyandırılmamalı idi... Uyuşturucu, silah, sigara, içki yasaklanacak ama devlet eli ile pazar ouşturulup satılacaktı. Kimse bilmemeli idi. Vatandaş uyanmamalı, uyandırılmamalı idi...

Merhaba e-günlüğüm; Eminim bu yazı çok uzundur ama sen kısa kesmişsindir. Merak etmesinler. Vatandaş uyuyor, uyandırılmadı... Vatandaşın uyanacak haliyok. Tv'ler, cep telefonları, ipod'lar, aşklar, sevgiler, vergiler, geçim dertleri, ödemeler, faturalar, kişisel, toplumsal sorunlar gibi adı "yaşam" olan olguya gömülmüş şekilde mışıl mışıl uyuyor... İşin gözden kaçan bir tarafı var. Vatandaşın elektriği... Ölüm korkusu, gelecek korkusu, barınma sorunu, üreme ve yiyecek bulamama endişesi, İnsanoğlunun yapısında ki elektriği bozar. Pozitiften negatife dönen bu elektrik. İnsanda davranış bozukluğuna sebep olur. Bu önce ailelere, sonra da topluma yayılır. Uçak, trafik kazaları, cinayetler, cinnetler, savaşlar, ölümler, öldürmeler, gibi haberlerin çoğalmasının ardından, bir de ekonomik krizler gibi haber başlıkları eklenince, endişeleri daha da artırır. Yine önce aileler parçalanır, iletişim bozulur, toplumsal bölünmeler ve patlamalar olur, anarşi ve terör (ikisi farklıdır) eylemlerinde artışlar gözlenir, suç oranları artar ve şekil değiştirir... Bununla da bitmez. Bu gittikçe genişleyen, insanoğlunun büyük bir kesimine yayılan negatif elektrik, dünyayı dolaşmaya başlayıp, yeryüzü elektriği ile (dünyanın elektriği) çakışır hale gelebilir diye düşünüyorum ve endişelerim daha da artıyor... (Çünkü doğanın elektriği pozitiftir. ) Yine düşünüyorum; Ya Doğa, büyük bir saldırı ile karşılaştığını düşünerek karşılık vermeye kalkarsa? (dinamiği böyle) Tıpkı on yedi ağustos da, on iki kasım da olduğu gibi... (dünya genelinde örnekleri var ama ben, bizim ülkemizden örnek verdim) Acaba doğa kendini savunma adına gücünü göstermeye kalkarsa? Hani iki kişi tartışır da, bir kişi arayı bulmaya, yatıştırmaya çalışır. Bütün çabalarına rağmen tartışma yatışmazsa o kişi masaya yumruğunu vurup "yeter be!" diye bağırır ya. İşte Yeryüzü diye adlandırdığımız dünya, tepinmeler, kavgalar ile negatif elektrik artınca, yumruğunu masaya (masa bir toprak parçası, bir yanardağ, okyanus olsun) vurup "yeter ulan!" diye müdahale etmeye kalkarsa??? Kısaca e-günlüğüm; diyorum ki "Yakın dönemde insanoğlu çok fazla kullanıldı ve çok fazla aldatıldı, korkutuldu, çak fazla sorunla baş etmek zorunda bırakıldı..." Sonuçları hesaplandı mı bilmem ama, sanıyorum Matematik, insan, doğa, fizik, kimya, tıp vs. vs. ile ilgilenen bilim adamları tarafından hesaplanmıştır. (yandık o zaman) Gidişat iyi değil... (Bütün bu yazılanlar bir varsayımdan ibaret olup, hiç bir bilimsel "birazcık" dayanağı yoktur.)

Nasılsın e-günlüğüm; sen de endişeli misin? Ben yılanlar gibi soğukkanlı davranmaya devam ediyorum. Çünkü, akşamları beynimde ki verileri silip, organizmayı resetliyorum. Haberler ve dünya da olan olumsuz şeyler üst üste gelip davranışlarımda bozukluk yaratmasın, asabileşmeyeyim diye... En azından pozitif elektriğimi koruyorum...

Bu aralar havalar güzel gidiyor. İçtiklerimden mi nedir, akşamları bahçede hava bana ılık geliyor. Hatta yine uzun oturmaya başladım. Bu işe en çok sevinen Boss oldu. Tahta kurusu kokan içkime devam ettim dün gece. Bu gece yine sanırım rakıya döneceğim. Çabuk bitiyor bu meretler. Şişeler delik midir nedir, yoksa, kapağını açınca uçarak azalan bir sistem mi geliştirdiler? Anlamadım gitti.

Eski özel harekatçı İbrahim Şahin'in evinin oralarda bir arazide bombalar, silahlar vs. vs. çıkmış. Hıh, o da bir şey mi benim evin bahçesinde B57 Bombardıman uçağı (ABD'den almıştım), Leopard Tank (Almanya'dan) ve bir uçak gemisi (ABD'den) ile bir denizaltı (Rusya'dan) gömülü... Bir gün savaş çıkarsa hem savaşıp hem de kaçayım diye almıştım. Her halde bu günlerde kullanmam gerekecek. Ortalık hiç iyi değil. Ya denizaltı ile kaçacağım, ya B57 ile. (uçakta yasal olmayan misket, fosfor bombaları falan yok) Ya da tank'ın arkasına uçak gemisini bağlayıp savaşarak sahile inip oradan uzaklaşırım... Tamam planımı yaptım artık rahatım.

Bu sabah Linda kalkmış ve beni bekliyor du. (anlaşılan normale döndü) Her zaman ki gibi vakit geçirmeden birlikte işe geldik. Dün gece parmağım Boss'un tasmasına takılmıştı ve yara oldu. Yazı yazarken acıyor. Tam da eklem yeri.

Bu gün yine hareketlilik devam ediyor. Trafik çok sakin ve yollar açık. Sabah hava çok soğuktu ama, öğlenden sonra soğuk kırıldı. Şimdi atletle dolaşıyorum. (Yalaaan) Öğlen yemeğimi bu gün zamanında ve oturarak yedim. Binadan aşureler gelmişti, yemekten sonra tatlı niyetine de bir kase aşure yedim. Eh, annemin yaptığı aşure gibi olmasa da fena olmamış. "Annem" dedim aklıma geldi. Annemin durumu iyi gidiyor. Artık her hangi bir rahatsızlığı yok gibi. İşi gücü kalmadı şimdi her gün üç kez beni arayıp sağlığımı soruyor. Endişelenecek bir şeyler arıyor. (endişelenmeye alışmışız ya, rahat yaşayamıyoruz.) Dün akşam aradı, "oğlum iyimisin seni rüyamda gördüm" dedi. "Çok iyiyim anne" dedim ama, o yine ısrarla "aman kendine iyi bak, havalar kötü, nane limon iç, ayaklarını sıcak suya koy" diye sıralamaya başladı. Annelik iç güdüsü...

E-günlüğüm; bu gün kabul günüm galiba. Gelen giden kesilmedi bir türlü. İyi ki iş olmadığı saatlerde geldiler de ilgilenebildim. Herkesin işleri kötüye gidiyor her halde. Çok eski iki arkadaşım ayrı saatlerde gelip işsizlikten söz ettiler. "Ne iş yapılır" diye bana soruyorlar. Kelin ilacı olsa kendi başına sürer...

Akşam üzeri hareketlilik arttı. Serviste bir araba ile yan yana geçerken aynaları tokuşturduk, hiç bir sorun yok ama benim ayna yine yamuldu. Bu sefer ayna kırılmadı ama çerçevesi yerinden çıktı. Neyse yarın bir ara yapıştırırım. Yenisi çok pahalı. Hem nasılsa yarın, öbür gün bir daha çarparım.

Evde içkilerim azalmış ve marketler indirim yapmşlar. (ne tesadüf ama) Ben de hemen, rakı, şarap, bira ne varsa toparladım geldim.

Anaaa akşam olmuş haberim yok. Ben nasıl yazdım bu kadar şeyi? Bir uyarsaydın be e-günlüğüm. Yemeğimi yiyip geliyor ve kapanış konuşmasını, şey pardon yazısını yazıp gidiyorum.

Geldiiiim. Evet nerede kalmıştık. Kapanış yazısı yazacaktım. Yazıyorum "kapanış" Yarın yazışmak üzere. Hoşçakal. (ya bir cümle için mi beklettin beni? Hadi güle güle)

Biliyor musun: Bir Japon kadın ortalama 84 yıl, bir Botswana'lı kadın sadece 39 yıl yaşıyor muş...

Çirkin söz: "Karı koca ipek, araya giren köpek..." Anadolu deyişi.

Güzel söz: "Çocuklardan, savunmasız kişilerden, yaşlılardan ve zayıflardan güçlü olduğunuzu zannettiğiniz an, en güçsüz olduğunuz an'dır..." HZS BBY (Bu Blogların Yazarı)

 
Toplam blog
: 512
: 549
Kayıt tarihi
: 06.02.08
 
 

Bir varmış, bir yokmuş... Sağlık, huzur, mutluluk. Başka hiç bir şeye önem vermem bu hayatta. Bu yüz..