Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '12

 
Kategori
Anılar
 

Ejder çarpması

Ejder çarpması
 

Temmuz 2004 Foça Öğretmenevi'nin bahçesinde...


(28 Temmuz 2004)

Gözlerimi açtım...

Kulaklarımda bir çınlama var ama kafamın içi bomboş çok rahatım. Az önce iki yaşlı kadınla konuşuyordum. Tanıyor olmalıyım ama kimdi onlar hatırlamıyorum. Tam tepemde sarı bir ampul ve çınlama sesi...

Neredeyim ben? Burası neresi ? Hiçbir şey hatırlamıyorum...

Kolumda bir serum takılı. Tamam hastanedeyim ama nerede? Hangi hastane burası ? Neler oluyor?

-Neredeyim ben?

Sinirli doktor tam tepemdeymiş. ''Ayıldı sonunda '' diye mırıldandı. Ben soruyu yineledim;

-Neredeyim ben?

-Foça Devlet Hastanesindesiniz.

-Ne oldu bana?

- Zehirli balık çarptığı için acile geldiniz. Bizi dinlemeyip oturmadığınız için de zehirin etkisiyle bayıldınız. Yere düşüp çenenizi yardınız. Şu anda çenenizde yedi santimlik bir yarık var.

-Özür dilerim.

(Ulen niye özür diliyorsun adamdan... Çok pişman oldum sonra bu özürden ama iş işten geçmişti artık. Ayılır ayılmaz konuşmamak lazım.)

Ne Foça'sı, ne balığı... Derken filmin kareleri yavaş yavaş oturmaya başladı. Evliydim ben bak onu da hatırladım.

-Eşim vardı yanımda nerede? O iyi mi?

-Eşiniz burayı birbirine kattı kocam ölüyor diye onu dışarı çıkardık.

Tamam şimdi hatırlamaya başlamıştım. Foça'da tatildeydik, pansiyonun önünde balık tutuyorduk. Gece saat 00:30 civarlarıydı...

Ah Havva ah... Tuttuğu otuz beş kırk santimlik balığı '' Sakın levrek deme '' deyip gülerek bana uzatmıştı. Ben de balığa bakıp ''Aa levrek'' demiştim.

Halbuki cevap (A) şıkkı değildi. (B) şıkkı doğruydu yani Trakonya. Daha önce defalarca tuttuğum ve penseyle, kargaburunla oltadan çıkarıp dikenlerini makasla kestiğim trakonyaydı ama bu boyuyla ilk kez tanışıyordum.

Neyse ''Aa levrek diyerek balığı tutmaya çalıştım ama her hamlemde elime yanan bir sigara deymiş gibi acı duyuyordum. Bol alkol aldığım için idrak güçlüğü çektiğimden midir nedir balık beni beş altı kez çarptı sırtındaki solungaçlarındaki dikenleriyle. Sonra gözlerini gördüm aaa gözleri üstteydi aynı kurbağa gibi. Sonra elime baktım aaa elimden kanlar damlıyordu . Doğru cevabın (B) şıkkı olduğunu anlayarak ''Hadi bee '' dedim korkuyla.

''Ne oldu?'' diye merakla sordu eşim. Alel acele cevap verdim.

- Hayatım bu balık Trakonya. Sokması çok tehlikeli olabilir. Hemen acile gitmeliyiz.

-Çantaları toplayayım.

-Her şeyi bırak vakit kaybetmeyelim ben söylerim Ruhi Abi'ye.

Allah razı olsun , şimdilerde Kumsal Otel olan yer o zaman Ruhi Abi'mizin İYİGÜN PANSİYON'uydu. Hemen ona seslendim;

-Ruhi Abi beni trakonya çarptı. Her şeyi bıraktık acile gidiyoruz.

''Hemen gidin biz hallederiz.'' dedi Ruhi Abi. Apar topar acile gittik.

Memur sordu ;

-Ne oldu beyfendi?

-Zehirli balık çarptı trakonya.

-Doktor bey beyefendiye balık çarpmış.

Doktor geldi bir de ona anlattık. ''Tamam hemen sıcak su hazırlayın'' Sonra bana döndü;

-Bu balıkların zehiri proteindir o yüzden sıcak suyla etkisiz hale getirmeye çalışacağız. Eliniz dayanabildiği kadar duracak suda. Kalbinizde bir sorun var mı?

-Yok.

O sırada memur elimize kağıtlar verdi. Buraya gidin, oradan şuraya gidin, sonra buraya getirin. Önce oraya gittik, ordan şuraya gittik, en son buraya derken bana acaip bir şeyler olmaya başladı.

''Havva ben kötüyüm'' diyerek banka oturdum. Yani öyle doktorun dediği gibi ''Biz size oturun dedik siz oturmadınız'' falan öyle bir şey olmadı. Aksine hastane içinde dolaşmamız için bir sürü yere gönderdiler. (Ne diye özür dilediysem adamdan... )

Sonra daha da kötü oldum. Uğultu gibi bir şey bacaklarımdan yavaş yavaş yukarı yükselmeye başladı. O sırada Havva yanıma gelip sordu.

-Nasılsın hayatım?

-Ben ölüyorum...

Buradan sonrasını hatırlamıyorum. Şöyle olmuş. Karşıdan bana seslenmiş oradaki görevli ;

-Sıcak suyunuz hazır gelin.

Havva hala evrak peşindeyken göz ucuyla beni görmüş. Birinci adımı savurmuşum, ikinci adım birincin önüne kadar gidememiş bile ve ''dur'' demeye kalmadan yüz üstü yere... Çene yarık, adam baygın, kol saati parçalanmış, tişört kan içinde...

................................................................

Bir buçuk saat baygın kalmışım hiç bir şey yapamadan beklemişler. Ayılınca doktor sordu aynı sinirli ifadeyle;

-Alkol var mı?

-Evet alkollüyüm.

-Ne kadar içtiniz?

-Yarım şişe kırmızı şarap, üç özel bira.

-Tamam anesteziye gerek yok.

Adam uyuşurmadan dikti yarayı büyük bir zevkle.

Her neyse... Orada bizimle birlikte saatlerce bekleyen Ruhi Abi ve diğer bir kaç tatilci dostumuzla birlikte sabahın beşinde döndük pansiyonumuza. Hepsinden Allah razı olsun.

Olaydan bir kaç gün sonra balık halinden balık alırken, otuzlu yaşlardaki satıcı sordu halime bakıp;

-Abi geçmiş olsun kaza mı?

Anlattım kısaca. İlgiyle dinledi ve bana acıdı.

-Yaa dragon çarptı ha çok geçmiş olsun.

(Foça halkı trakonyaya, dragonya veya dragon der. Zaten çok da haksız değiller. Aynen dragon yani ejder çarpmış gibi oluyor insan. Bakınız konuyla ilgili fotoğraftaki ejder çarpmış adam)

Sonra ağ toplayan babasını dragon çarptığını kendisini zar zor Hayırsız'a (orada bir ada) attığını. Merak edip aramaya çıkınca adanın sahilinde baygın bulduklarını anlattı.

Trakonya tarafından çarpıldıktan sonra iki ay katı hiç bir şey yiyemedim. Çene eklemim zedelendiği için korkunç acılar hissettim. Aradan yedi yıl geçti hala aynı eklem zaman zaman sorun yaratıyor. O yüzden çok konuşmuyor bol bol yazıyorum diyerek mevzuyu tatlıya bağlayıp bitireyim bari.

Serkan SATI

 
Toplam blog
: 17
: 1912
Kayıt tarihi
: 18.02.11
 
 

Okumaktan, yazmaktan keyif alırım ama en çok öyküleri severim. Zevk aldığım için yazar, zevk alıyors..