Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '13

 
Kategori
Felsefe
 

En nefret ettiğiniz 3 şeyi sayar mısınız?

En nefret ettiğiniz 3 şeyi sayar mısınız?
 

İsa'nın Son Akşam Yemeği Tablosu


Yüzyıllardır “iyi” ve “kötü”nün tanımları yapılır. İnsanlar; “iyi” ve “kötü” insanlar olarak sınıflandırılıp iki gruba ayrılır. Mitolojide, efsanelerde, romanlarda, resimlerde, filmlerde, dizilerde, vb. “iyi” insanların, “kötü” insanlarla olan bitmek bilmeyen savaşları anlatılır. İzleyiciler çoğunlukla hep “iyi”nin tarafını tutarlar ve hikâyenin sonunda “kötü”nün cezasını çekmesini, belasını bulmasını isterler.

Yaklaşık 10 senedir artık “gri” karakterlerin çok daha fazla ve yoğun olarak yazılıp, çizilmeye başlanmasıyla birlikte pek çoğumuz anladı ki; aslında kimse sadece “iyi” veya “kötü” değildir. Aynı kişi; koşullar, içinde bulunulan durum ve yaşanan olaylara paralel olarak; “iyi” ya da “kötü” olanı temsil edebilmektedir. Hiç şüphesiz hepimizde; doğarken beraberinde getirdiğimiz bir mizaç vardır. Ancak içine doğduğumuz kültür, aile yapımız, çevresel etmenler, maddi ve manevi koşullar, olayların bizleri getirdiği noktalar, vb. bizleri “biz” yapan elementleri oluştururlar. Hatta yaşadığımız hayat çizgisi içinde, değişen olaylar zinciri de bizleri başkalaştırıp “iyi” iken, “kötü”ye, “kötü” iken “iyi”ye dönüştürebilir.

Hepimizin çok iyi bildiği ve sürekli olarak maruz kaldığı bazı popüler sorular vardır. Çoğunlukla: “En nefret ettiğiniz 3 şey nedir?”, “En tahammül edemediğiniz 3 şey nedir?” gibi; basmakalıp sorulara maruz kalır insanoğlu. Verilen cevapları şöyle bir düşündüğümüzde; sizi bilmem; ama benim en çok aklımda kalan yanıtlar: “Yalancılık, ihanet, ikiyüzlülük, bencillik” olmuştur. Neredeyse insanların % 95’i (ve büyük ihtimalle çok daha fazlası); bu soruya genellikle bu ve bunun benzeri yanıtlar verirler.

Peki, o zaman bu yalanları kim söylüyor, bu ikiyüzlülükleri kim yapıyor, bu ihanetleri kim ediyor, hele şu bencilliği yapanlar kim? Belli ki; insanoğlu dışında bambaşka bir ırk var ve biz onları göremiyoruz, ama bir taraftan da bu göremediğimiz ırk; devamlı olarak yalan söylüyor, bencillikte sınır tanımıyor, birbirini sırtından bıçaklayıp ihanet ediyor, ikiyüzlülükte ise tam bir usta…

İnsanların bu tip sorulara; böylesi mekanik ve kalıptan çıkmış olan bu yanıtları vermesinin birkaç sebebi olabilir. Birincisi; sosyal ve ahlaki roller insanlardan bazı şeyler bekler. Onlardan; her daim dürüst olup, yalan söylememesini, kimseye ihanet etmemesini, bencillik yapmamasını, ikiyüzlü davranmayıp, dedikodu yapmamasını, vb. Çünkü öğretilen değerlerde: “Bunları yaparsan kötü bir insansın demektir. Eğer yapmazsan; işte o zaman iyi bir insan olursun…” mesajı hâkimdir. Toplumsal normlar, ahlaki değerler; insana bunu verir ve ondan da bu şekilde davranmasını bekler. Toplum içinde yaşaması gereken insanoğlu da; bu kurallara uysun ya da uymasın; böylesi bir soruyla karşılaştığında hemen doğru yanıtları yapıştırıverir.

İkincisi; bu insanlar, hakikaten bu sıfatlardan ve özelliklerden nefret ediyorlar, ancak kendilerinin de bu özelliklere öyle ya da böyle sahip olduklarının farkında değiller. Yani iç görüleri yok. Üçüncüsü de; bu insanlar, sadece ve sadece kendilerine yalan söylenmesinden, ihanet edilmesinden, bencillik yapılmasından hoşlanmıyorlar ve de bir tek kendilerine ihanet edildiğinde çıldırıyorlar. Yani kısacası “bencillikte” ve “ikiyüzlülükte” asıl kendileri son noktadalar. Böylelikle de en büyük “ihaneti” de kendilerine yapıyorlar. Başka nedenler de sıralayabiliriz elbette. Ancak bu nedenler de genellikle bu üç maddenin, alt maddeleri olabilecek türdendir.

Çünkü insan; doğası gereği kendini değil, karşısındaki kişiyi suçlamaya her zaman daha meyilli bir varlıktır. Bunun da nedeni basittir. Çünkü kendinde suç bulmak, özeleştiri yapmak, kendi yapmış oldukların üzerine kafa yormak; zor iştir, sancılıdır, sıkıntı vericidir, ağırdır, kolay kolay kaldırılabilecek türden bir yük ve sorumluluk değildir. Oysaki bir başkasını suçlamak; çok kolaydır, rahatlatıcıdır, yüksüzlüktür, ağrısız ve sancısızdır, vicdanın daima rahattır. O nedenle de zor olan pek tercih edilmez. Hemen en kolayına gidilir. Kafa rahat, beden rahat, oh mis!

“Hepsi onun suçu!”, “Bütün bunlara o sebep oldu!”, “Önce o başlattı!”, “Ben değil, o yaptı!” gibi bir sürü “O” ile başlayan cümlelerin sahibi olan bizler; “Benim de hatalarım olmuştur tabii ama o da…” diye devam edecek “kibarlığı” gösterebiliriz sadece… Aslında gerçekten, harbi harbi: “Doğruyu söylemek gerekirse, burada bütün suç benim…” diyebilmeyi başaran çok az kişi vardır. Ama bu da hiç yoktan iyidir ve umut vericidir. Çünkü böylesi cümleleri kurabilen o azınlık; belki de kendi çocuklarına ve çevresindekilere de bu özelliğini aşılayıp, özeleştiri yapmayı başaran ve iç görü sahibi olan çoğunluğun oluşmasına neden olabilir bir gün… Neden olmasın?

Kısacası biz insanoğlu; kendimizi her daim: “iyi”, sorun yaşadığımız tarafı da her daim “kötü” olarak sınıflandırmaktan vazgeçmeye başladığımız sürece, hem kendimize hem de çevremize belki de gerçek anlamdaki en büyük “iyiliği” yapacağız.

Bu kadar “iyi” ve “kötü”den bahsetmişken; sözlerimi “Simyacı”nın ünlü yazarı Paulo Cohelho’nun; çok sevdiğim kitabı olan “Şeytan ve Genç Kadın”dan - fenomen haline gelmiş bir hikâyeyi - alıntı yaparak noktalamak istiyorum:

Leonardo da Vinci; ‘İsa’nın Son Akşam Yemeği’ isimli tabloyu yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. Tabloyu yarım bırakarak; bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.?

Bir gün bir koronun verdiği bir konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uygun düştüğünü fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan üç yıl geçti. ‘Son Akşam Yemeği’ neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, tabloyu bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.

Günlerce aradıktan sonra vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu, paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa, doğruca kiliseye taşımalarını söyledi, çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.

Kiliseye varınca yardımcıları adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı; Leonardo bir yandan adamın yüzünde açıkça görünen inançsızlığı, günahı, bencilliği tabloya geçiriyordu.

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden sıyrılmış olan berduş gözlerini açtı ve duvardaki resmi gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:

“Ben bu tabloyu daha önce gördüm!”

“Ne zaman?” diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı…

“Üç yıl önce, elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.” 

İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...

Her şey; insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır… (Şeytan ve Genç Kadın, Paulo Coelho, Çeviri: İlknur Özdemir, Can Yayınları, Sa: 47)

Bu alıntı; bu siteden (http://selimtuncer.blogspot.com/2009/05/siz-siz-olun-baglamnza-dikkat-edin.html) alınmıştır.

Katharsis

katarsisindunyasi@gmail.com

Dikkat! Yasal Uyarıdır: Bu blogda yayımlanan tüm içeriğe ilişkin haklar blog kullanıcısına (üyesine) ait olup, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun koruması altındadır. Bu blogdan ancak kullanıcının adı ve blog adresi kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Aksi takdirde her türlü hukuki ve cezai sorumluluk alıntıyı yapana ve yayımlayana ait olacaktır.

 
Toplam blog
: 19
: 6255
Kayıt tarihi
: 13.08.12
 
 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunuyum, yaklaşık 10 senedir psikolog olarak çalış..