Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '09

 
Kategori
Deneme
 

Eylül’e tutsak yürekler

Eylül’e tutsak yürekler
 

Sevgiliye Mektuplar

Saatler gün batımını gösterecek birazdan
En koyu sohbetlerin kıvamında keyiflenmeliyiz...
Ve günü ilk yenilecek akşam yemeğinin onuruna
Tatlandırmak, farkındalığımızla unutulmaz kılmak için
Ayaklarımızın, yüreklerimizin sürükleyeceği bir mekân değil
Penceresinden yıldızları göreceğimiz bir yerde olmalıyız…

…Sus pus olmuş zamanlardan Eylül'de tutsak düştük hüzünlü yüreklerimize.. Bazı gün, kimi olay ya da küçük bir kıvılcımın çığır açtığı yeni bir sayfa oluşturduğu anlar gibi.. Sekiziydi... çarşamba'ydı.. Öğle vaktiydi… A… tesislerinde geçmeyen zaman dilimine tutsakken… Otobüsten inen ilk ve tek yolcuydun, mavi mavi İlk karşılaşma, ilk sarılış, ilk heyecan.. ilk kıvılcımlarımız oldu. Mavi bir peri kızı olarak işlediğimde seni belleğime Peri bacaları ziyaretimizin giriş kapısındaydık. Heyecan kasırgasıyla kuraklaşan boğazlarımızı çay ziyafetine yönlendirmeden valizini aldığımda, elinden nasıl da kızmıştım ''valizimi neden sen taşıyorsun''? O ilk çay, ilk sigara, ilk mola, ilk bakış, ilk sohbet ve oturduğumuz o masa… çok konukladı bizi sonraları her konukluğunda kıvılcımlar büyüttük yanardağ ateşiyle…

Evimiz bilip konuk olduğumuz otel mi yeryüzü cennetiydi görmediğimiz asi kardelen yüreklerimiz mi çevirmişti cennete? Akşamında ŞÖMİNE’Lİ bir restaurant ağırlarken bizi o asil, o mahzun, o hüzünlü prenses gibi oturuşun ilk güne, geceye, sevdamıza anlamlar yüklüyordu karşımda. Bakarken, derinliklerinde kaybolduğum gözlerinden ve dalga dalga içimi yakan dudağının kıvrımından kaçırırken gözlerimi, kimseler yoktu bizden başka adeta…

Ve dokuzu gösterirken takvimler serin bir sabahta ilk sahanda yumurta eşliğinde ilk kahvaltımızdayız, ben gergince.. Uçhisar kalesinden panoramik görüntüyü izlerken Peri bacalarının tanıklığını düşündüm konuk aşklara eski bir kilisenin tarihçesini anlatırken görevli. Kaç rahibe yıkanmıştı o kutsal banyoda, umarsız, kaç kez şarap içmişlerdi kendi bağlarının üzümlerinden.. Göreme'nin içinden Kızıl ırmağa ulaşan kurumuş derenin üzerine bent yapılmış yükseltisindeyiz seninle… Öğle saatlerinin güneşinden korunaklı bir ağacın altında, piknik türü bir masadayız. Çevrede köpek yavruları çocukluğuma, gençliğime, askerliğime uzanıyorsun albüm sayfalarını her çevirdiğinde… Günü geçirdiğimiz Göreme'de konuklanmalıyız bu gece. Ahşabın dayanılmaz cazibesini egzotik dekorla bütünleştiren bir SOFRA’DA soluklanıyoruz akşam yemeğine… Giysilerini restaurantın otantik havasıyla örtüştüren sevimli bir garson kızın sunumunda, soğuk mezelerin ve ardından masada kırılan testi kebabının tadındayım, sen hafif ve sebze ağırlıklı mezeleri tadarken… Olur mu bir '' Ah ulan Rıza'' okumadan masadan kalkmak…

Tut ki olanaklı olsaydı eğer zamanı durdurabilmek, yapabilseydim geldiğimiz gün durdurmak isterdim... Çünkü şimdi takvimler on Eylül'de senin hüzünlüğündeydi… Kokusu ve kendi bende saklı bir tutam saçının ikizini babadan oğla devam eden çömlek üreticisi ve Dünyanın ilk saç koleksiyoncusunda bırakacağın. Söyle, hiç aklına gelir miydi Avanos'ta, dallarını suya vermiş Söğüt ağacını, Manda’sız Kızılırmak’ta asma köprüde izlemekteyken… Çayın en güzel tadı idi kürsü üzerinde içtiğimiz… Güneşin batışını izlerken 'Gül Derlemeyi Bilmez Bizim Gençliğimiz' eşliğinde, en güzel yansımasıydı gözlerinde güneşin kızıllığı. Ve bugün gördüğüm her gün batımının da bir çift göz düşer yüreğime, kızıl bir alev olur… SARAY gibi olmasa da mekânı, dekoru, görüntüsü konuklandık yine bir akşam yemeğinde, açlık-tokluk arası…

Artık en güzel, en anlamlı, en koyu sohbetimizdi on bir tarihli güne başlangıcımız… Öğleni gösterirken saatler, en büyük sürprizdi bize bağbozumu şenlikleri ve festivali… Ebru sanatını, fotoğraf sergisini izlerken yan yana, el ele… Sanata, sanatçıya, emeğe saygıyı duyumsadık bir kez daha ve yine… Çaysız, Türk kahvesiz, sigarasız tamamlamak var mıydı günü? Dağıtamazsın sonra kafanı ve son anda fark edersin karayoluna ters istikametten girdiğini güneş batarken… Yoksa son gecenin hüzünlerinde boğulan bir dalgınlık mıydı? Bir önceki gecenin bozkır soğuklarında üşüyen yüreğimizi ŞÖMİNE' li bir mekân ısıtmalıydı son gecemizde… Şarabımız, rakımız, mezelerimizle uğurlamalıydık kasvetimizi… 'Bir kızın olsaydı ne yapardın' diye sorduğunda dilime, ucuna gelen, geri giden tükenen sözcükleri zaman tünelinde yitirdim, sonradan sana hatırlamak üzere…

Prangamızdan tutsak düştüğümüz ilk Eylül'de güne son uyanışımız ve kahvaltımızdı ilklerin başlangıcında. Hüzün çöktü Kapadokya'ya, siyaha döndü mavi-beyaz bulutlar yanından, sağından, solundan, ortasından, kenarından geçtiğimiz, geçeceğimiz, ardımızda kalan her Peri Bacası hıçkırıklarına engel olurken hüzünlerimizde. Onca yolun farkında olmadan girdik otogara… Otobüsün basamağına ilk adımını atarken söylediğin 'Yerime oturduğumda gitmiş olmalısın, dayanamam' ile nasıl dayanacağımı, yitirdiğim aklımı arıyordum aslında üçüncü basamağına geldiğimde yolcu merdivenlerinin… Ayağım, elim, yüreğim, aklım, tüm uzuvlarım durmuş yitip gitmiştim mahşeri bir karanlığın dipsiz kuyularında… Ta ki gideceğim yön yerine, geldiğim yöne girene dek... Eylül’müydü, rüya mıydı, yaşamış mıydık, var mıydık? Dat dat diye uyaran otobüs şoförünün kornası olmasa kendime nasıl döneceğimi bilemiyorken uyanmıştım.. Yüreğime akıttığım gözyaşlarım bir benzin istasyonunda uykuya dalmam için zorlarken direksiyon başında beni ya sen şimdi hangi molada kaçıncı çayındaydın? Hostes kızın uyandırmalarının ardından… Hangi anılarımızı katıp, karıştırıp içiyordun çay kıvamında.. Beraber içtiğimiz sigara öksüz kaldı şimdi… Yoldaydım, yoldaydın, gidiyordun, gidiyordum, uzaklaşıyorduk.

***Eylül tutsaklarıydık biz…
Ayrı yön ve kentlere gitsekte tutsaktık yüreklerimizce


***Eylül tutsaklarıydık biz…
Ayrılıkların, evliliklerin, hüzünlerin, güz başlangıçlarının

***Eylül tutsaklarıydık.

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..