Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '21

 
Kategori
Felsefe
 

Faiz 22

.
Geçmişte olanı yaşıyorduk. Aynı yeğinlikle; aynı dağılımla olmasa da çevre etkisi olarak iklim, geçmişle de vardı; şimdi de var. Çevre gibi farklılaşmalar evrim sel olsalar, belli bir temel biyolojik geçmişle, kısmi bir sosyolojiyle vardık.
 
Yine sosyal evrim sel gelişme içinde olunsa da, farklı bir biyo sosyal yaşam formu içinde de olunsa da; geçmişteki sosyoloji ve doğal çevre aktarımlarını geçmişiyle kısmen yaşıyorduk. Soya çekimle de kısmen geçmişi yaşıyorduk. 
 
Hem de geçmiş zaman içindeki doğal çevrenin, oksijensiz ortamında, oksijenli ortama geçmesi gibi doğa farklılaşmalarını bire bir yaşamasak ta geçmiş dek bu formların kalıtsal etkilerine tepki olan doğal çevre imgeleriyleydik. Yine bire bir olmayan biyo-sosyolojik geçmişimiz olan biyo-sosyal çevredeki geçmişle vardık. Bire bir yaşamamakla tıkaçlaydık.
 
Yani imgeleriyle yaşamadıkça veya geri bağlanımla olmadıkça geçmiş, bilinmezdi. Kolektif hafıza, kolektif bilgi, yazılı sözlü aktarım, arkeoloji vs. imajdan geçmişi bilme kaynaklarıydı. Topluluk ve toplumlar gibi El de bunu iyi biliyordu. 
 
El, El takdiri denen söylemleriyle kolektif geçmişe dek tarihi hafızanı izlerini sildi. Kendi sözünü kolektif tarihli hafıza yerine koydu. Böylece kolektif tarih görünümle, kişi benci bir El, ete kemiğe büründü. 
 
Ve El herkese vaat eden herkesin El 'i olan bu kolektif görünümü ile masumdu. Bununla beraber (mamafih) herkese göre olan El, zenginliği ve varlığı herkese göre takdir etmiyordu! El herkesin El 'iyim derken cömertti. El varlığı dağıtır iken eli sıkı ve herkesin El 'i değildi.
 
Zenginliği herkese göre takdir etmeyen El, bu yönüyle hem herkesin El 'i değildi. Hem de herkesin olmayan El, bu tutumu nedenle faize kayacak olan potansiyel suçluluğumuza da kaynaklık edecekti. 
 
El takdiri El ' e göre öncel belirlenimdi. Potansiyel suçluluğumuz da öncel oluşu içeren El hayal gücümüzü yansıtan, üssü durumların açılımlı olan imajdan hakiki oluşlar nedenle fiiliydiler. 
 
Kolektif sistemler; somut olan, üreten, kendisine özgü üssel açılımlarıyla vardı. El takdirini belirten üssü söylemli söz ve kavramlar da üreten kolektif süreci; kimi kişilere mal mülk yapan iradenin, paylaştıran takdir gücü yapmıştı.  
 
El; somut, üreten kolektif gücün üs sel açılımı, üzerine oturdu. El kolektif oluşun üssel açılımlarını kendi sözleri gibi kendi iradesi gibi söylüyordu. Pekiyi de kırılan bir bardak, El iradesiyle neden kırılmaz olamıyordu? Diye sorarsanız yanıtı şuydu. Bu olgu El 'in âdeti El olmasıydı. 
 
Aslında El 'e mademki sen irade gücü sahibisin öyleyse; "Güneş'i doğu yerine, batıda doğdursana" diye soruluyordu. O da cevaben "Güneş bir gün doğuda, bir gün batıda doğdursaydım siz şaşkınlığa düşerdiniz diyordu. Devamla "bilseniz bu sizin hayrınıza" diyordu.
 
Bu tam bir yalandı. Hem de kuyruklu yalandı. Günümüzdeki düzen, düzensizliğin düzeniydi. Düzensizlik içinde doğan bir düzendi. Düzensizlik içinde çarpışma yok olma elimine olup kaynaşma yapan sürecin seçme ayıklama yapısı sonrasında milyonlarca milyarlarca yıl sonra böylesi düzen olarak beliren girişimlerdi. 
 
Dedik ya El geçmişi bilmiyor. El bugün olup biteni başlangıca götürüp söylemekle kendiliğinden tarihsel olanla bilgi olanla yalancı oluyordu. El tarihi, hep yalanlar tarihi, yalanı güzel ahlak diye söylemenin tarihiydi. 
 
El çok faydacı davranıyordu. Ganimet elde edip kendisinin El olma gücünü, çevresine doğru başka monarşin eller üzerine boyun eğdiren egemenlik kılarken kendisine sorulan soruyu El adamı İbrahim 'in ağzında şöyle sorduruyordu.
 
"Bak benin sahibim olan El, nefsim elinde olan El, Güneş'i doğuda doğdurup batıda akşam etmektedir. Eğer siz doğru sözlü iseniz, sizin rabbiniz de (itaat ettiğiniz El 'iniz de) Güneş'i batıdan doğdurup akşamı doğudan ortaya çıkarsın" diye tam bir hileci kurnazlığı ile laf cambazlığı yapıyordu.
 
Dogmatik kafalı inanırlar soruya hayır; nereden biliyorsun; "Güneşi doğudan doğduran Rab, benim rabbimdir. Çünkü benim rabbim de Güneş'i doğudan doğdurduğunu söylüyordu. Eğer sen doğru sözlü isen, senin rabbin Güneş'i batıda doğdursun da görelim" diye sordurtmazdı. 
 
Sordurtsa da cevabı olmazdı. Uzun bir düzensiz süreçler sonrası seçme ayıklamalarla Güneş'in doğuda doğma gerçekliği El 'in varlığı ile eşleşen bir etkisi, sizi büyülüyordu. Ki Güneş'in batıda doğduğu sistemler de vardı. Hangi El gerçekti. 
 
Borç alıp borç veren El mi gerçekti? Karşılıksız vermek El 'e mahsustur diyen El mi gerçekti. Faiz kendisinden alınınca faiz haram diyen El mi gerçekti? Enflasyona göre faizle borç almayı söyleyen El mi gerçekti? Faiz, enflasyon yalandı. Faiz ve enflasyon kolektif emek gücüne kurulmuş köleci, kapitalist düzenin türlü hile yollarından sadece bir kaçıydılar.
 
Bu tür söylemle El kendisini mülk sahibi yapıyordu. El mülk sahibi olmanın irade ve yönetim gücü olarak davranıyordu. Yani El, mülk sahibi olmanın üssel açılımlı irade gücü belirsizleriyle davranacaktı. 
 
El, mülke sahip kişi tutumlu üssel açılıma tabii belirsizle davranacaktı. Bu belirsizler üreten hayat içindeki karşılık edimlere denk gelecekti. Günlük hayattaki sosyolojiye karşılık eşleşmelerle belirecekti.
 
Böylece El, kendi köleci El mana gücünün üssel belirsizleri içinde olan borç verme, faiz alma, faiz verme, sadaka verme, komisyon alma gibi her bir köleci olasılıklarına üreten bir karşılık eylem ve mana anlayışıyla açılım verecekti. Yine kocaya itaat gibi El tarzı köleci mana anlayışlı belirsizler de sosyolojik yaşam içinde bir karşılıkla belirecektiler. 
 
El belirsizleri içindeki üssel belirimle pratik yaşama denk düşen açılımlar; mutlak saltanatı, ganimet yapmayı, sadaka vermeyi, zalimliği, zalimlik karşısında iyiliğe yönelmeyi, oligarşiyi ve oligarşin imparatorlukları vs. ortaya koyacaktı. 
 
El tarzı üssel belirsizler, yoksula zekât vermek gibi somut içinde köleci bir mana karşılığı olan eylemiyle belirecekti. Bu belirmeler içindeki El mana anlayışları "kâr yapan(!) kazanç sağlayan(!)" hilece olan, üreteni aldatan put olmanın üs selisi içinde sömürü çarkına dönüşüverecekti.
 
Ayrı ayrı üreten gruplar tüzelin ligi olan ittifaklar, kendi üreten ilişkilerin değiştirme değeri takasıyla ittifak içinde yer alıyorlardı. Takas ittifaka ait uzay zamanın açık uçlu polar bağ boşluğu içinde eyleme sokulacaktı (modüle olacaktı). 
 
Kolektif takaslar buğdaya karşılık kundura gibi salt bir ürün karşılığıyla emekler değişmesini gözetir. Köleci takaslar sahte bir anlam söylemi içinde alış verişe dönüşür. Kâr, kazanç ticaret, kişi yararı sömürü ve sömürülmeyi gözetir. 
 
Kâr, kazanç, ticaret; kolektif takasın paralelinde belirir. Kolektif takas olmazsa kâr, ticaret vs. beliremez. Alış veriş kolektif takasın üstüne kâr, kazanç, ticaret diyen anlamla bindiriş edilir. Artık kâr için ticaret vardır.
 
Kâr için yapılan ticaretin içinde geçmişin alakalı alakasız inşaca olan takaslarını bulmanız, görmeniz hani nerdeyse olanaksızdır. Kâr hilesi emekler değişmesi olan takas gerçekliğinin üzerini örter. 
 
Böylece kolektif takas; köleci takas ile kazanç yapmanın takasına ve algı yanılsamasına dönüşür. Kâr, kazanç, ticaret söylemi üreten emekler üzerinde aldatan kutsal put işleyişiyle devreye sokulur. Bizler de süreci bu tür kutsal put kavramalı sözcüklerin anlam algılarla süreci düşünüp yargılayacaktık.
 
Artık kâra, kazanca, ticarete karşılık gelen köleci açılımların üssel belirsizleriyle olacaktık. Enflasyona göre faiz alıp vermek caizdir demek bu tür köleci açılımların, zamana ve zemine göre üssel belirsizleri olanlardandı. 
 
Yine bu gibi köleci üssel durumlu söylem açılımlarına denk düşen üs seli anlatımları benimsetip, meşru eden sözlerden birisi de şuydu; “ekmeğini taştan çıkarır” söylemiydi. Kolektif başlangıca göre bu sözün hiçbir anlamı ve anlaşılırlığı yoktu. Kişi, ekmeğini kolektif güçle, kolektif işlerge üzerinde çıkarıyordu. El kavramı, putun ve putçuluğun kendisiydi.
 
Bu sistem ezelden beri El 'in takdir etmesi olarak anlaşılan, hileli zar gibi hileli sistemdi. Zarın hilesi zarın cıva ve manyetik tozlu boya ile yapılmasıydı. Köleci sistemin hilesi de El mana anlayışlı takdire boyun eğmekti.
 
Köleci sistem içinde "ekmeğini taştan çıkarma" söyleminin çok anlamı vardı. Bu söz sadece bu sistem içinde anlaşılırdı. Ekmeğini taştan çıkarır; ekmek aslanın ağzında sözü hem El 'i engellerine karşı sizin daha çok çalışarak El engelini dolaşmakla engeli aşmanızı meşru ediyordu. 
 
Hem de El 'in size rızkı kısık vermemiş olma anlayışını, daha çok çalışıp daha çok sömürülmekle ekmeği aslanın ağzında almanızla meşru ediyordu.
 
Diğer yandan bu sözler El takdirine karşı meydan okuyan bir dirençle ekmeğinizi taştan çıkarmayı ifade ediyordu. Bizler şimdiki sistemi bu tür söylem sel telkinlere göre anlıyor, düşünüyor, benimsiyor ve başka türlüsünü düşünemiyorduk. 
 
Oysa kolektif sistemler kişiyi ekmeğini taştan çıkartmanın sömürüsüyle olup biten süreçler değildiler. Kolektif sistemler en az enerji harcaması ile doğada en çok iş sağlaması yapan işlerge kolektif tahrik gücü içinde; bir enerji türünü başka enerji türüne dönüşecek enerjiyi sağlamanın süreçleriydi. 
 
Başlangıcın kolektif inşası içinde kişiyi sisteme ve kendisine yabancılaştıran böylesi abes söylemler yoktu. Yine bu tür El mahreçli düşüncelerin üssel durum açılımı içinde El 'i meşru yapacak çıkarımlarından birisi de şuydu. “Sen ağa ben ağa, inekleri kim sağa!” demenin söylemiydi.  Sistem inek sahibi bir efendiyle, efendinin ineğini sağan köleyi öngörür.
 
Bu söz de kişiyi topluma ve kendisine yabancılaştırmakla, enerjiyi "efendi köle iradesi buyruklara göre" dönüştürmekle; köleciliği ve El takdirini açık açık şuur altı yapan söylemdi. Bu söylem sistem öznelerini enfekte eden, uyuşturan bir söylemdi. 
 
El takdiri, kolektif paylaştırmayı "şirk saydı". Kolektif ortaklığa karşı El 'in kişisi sahipliğinin ortakları yoktu.  Bu nedenle köleci mananın varyant söylemleri içindeki üssel açılımlarından doğan kötülük ve bozulmalara karşı El, kendi doğrultmasını kendisine göre yontmakla yapıyor olacaktı. 
 
Köleci sistemin kendisi, kolektif sisteme bozucu etkiydi. "Bozucu etkiyi, bozucu etkiye göre doğrultmak" için sistemi dengeye götürecek “köleci adaletin” doğrultması köleci sisteme hukuk olacaktı!
 
Kâr, kazanç, ticaret, ekmeğini taştan çıkarma, sadak verme gibi köleci üssel açılımlı söylem ve çıkarımlarla aldatan putların kutsallığı (dokunulmazlığı) kavramı içine giriyorduk. 
 
Bu tür söylem ve anlamların davranışlarıyla sistemdeki aldatan putun çarklarına dişli oluyorduk.  Çark ve çarkın dişlileri geçmiş ile şimdi arasındaki görünmezliği sağlayan perdelemeyle sütre duruyordular.
 
Köleci, sömürgeci; kâr, kazanç, ticaret, alış veriş gibi satıcı-alıcı mantığı içinde siz; yağ satıp, kumaş alacaksınız. Sizin kumaş alabilmeniz için pazarda kumaş satıp ta yağ alacak biriyle karşılaşmanız gerekecekti. Pazara geldiniz diyelim. Karşınızda kumaş satan ama kundura satın alacak olan bir satıcı var! Ne olacak şimdi?
 
Kumaş satan kişi, kundurayı alacak almasına da; bu kes de kundura satan kumaş değil de yumurta alacaksa durum ne olurdu? Kolektif sistemlerin böyle bir sorunu yoktu. 
 
Kolektif ittifak içinde tüm kunduracılar; kumaşçıların, yağcıların, yumurtacıların doğal ve zorunlu olaraktan hem hazır tüketicisiydiler. Hem de ittifak içindeki tüm kunduracılar; kumaşçıların, yağcıların, yumurtacıların zorunlu kundura üreticisiydiler. 
 
Kolektif süreçte öyle kumaş arayan kunduracının, yağ arayan yumurta satıcısı türünden paradokslarla ali cengiz oyunları isteksizlikleri yoktu. İttifak içine gelen buğday üreten bir grup; polar bağ ile kunduracıya, kumaşçıya, yağcıya zorunlu bağlanımın açık uç aktifliği içindeydiler. 
 
Yumurta ihtiyacının olduğu bir ticari takas ortamında; kundura satanın kumaşçıya, kumaş satanın da yağcıya takas eğilimi olması içinde yumurta ihtiyaçlısının yumurta alması olası olur mu?  Hele koyun derisi arayan yumurta satıcısının da kumaşçı, kunduracı ve yağcı gibi bu satıcılardan hiç biriyle takas eğilimi hiç olmaz. 
 
Ancak kumaş satacak olan kişi, yağ alacak kişi olursa ve yağ satan kişi de kumaşı alacak kişi olursa ancak takas gerçekleşir. Kolektif süreç içindeki ittifaklar; alış veriş, kar, kazanç, ticaret gibi sömürü enstrünmanlarıyla parçalı oluşum içinde değildiler.  Görüldüğü gibi kâr, ticaret, kazanç gözeten satıcılı alış veriş, ağır aksak bir sömürü düzeni olarak yürümektedir. 
 
Şunu da belirteyim köleci süreç para bulunana kadar; altının, gümüşün takas değeri yapılmasıyla köleci takasın zorluğunu bir nebze aşmışlardı. Altının, gümüşün değiştirme değeri olmasından önce de saymakla eşleştirme, çizgi ile eşleştirme,  taş ile eşleştirme gibi sembollerle ticari ilişkiler sürdürülmeye çalışılmıştı.
 
Kolektif takas yerine kâr, kazanç gözeten birinin, satıcılı alış verişi gerçekleştirememe zorluğu ortaya çıkmıştı. Zorunlu ve işlerge ile işleyim olan değiştirme değerini ortadan kaldırıp bunu alıp satmaya çevirmekten doğan engeller kolektif sürecin arızası değildi. Sömürücü, kâr yapıcı, alıp satmakla ticari kazanç elde edememe düzencinin arızasıydı.
 
Okurun takas, pazar, alıp satma, kâr, ticaret, kazanç gibi kavramları birbirine bağlayıp işin içinde çıkamaz olması nedenle kişi; zaten pazar, ticaret için vardır, diyecektir. Pazar veya takas kâr için veya alış veriş yapmak için var, dediğini imgeler gibiyim!  Bu mantık şimdiki süreçle geçmişe bakmaktır. Başlangıçta da kâr mantığı vardı demektir.
 
Oysa gruplar arası üretim hareketine bağlı olan üretim entegrasyonu içinde ürünler takas yapamamanın değil, aksine ürünler takas yapmanın üreteni ve ürünlerin farklı kullanım ile farklı tüketim değerlerine dek değiştirme değerini gerçekleştirmekle vardılar.
 
Yani bir grubun dokumasına karşılık; diğer grubun buğdayı; bir başka grubun da kundurası vardı. Dokumacılar, dokudukları kumaşı buğday üretenlere, kundura üretenlere göre üretiyordular.
 
Toplam blog
: 418
: 104
Kayıt tarihi
: 26.11.10
 
 

26 yıllık sınıf öğretmenliğinden sonra emekli oldu. Şiir çalışmaları ve deneme türü olan, toplum ..