Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '08

 
Kategori
Mizah
 

Fıkralarda Türkiye…

Fıkralarda Türkiye…
 

Temel ile omzundaki papağanı eczaneye girmişler.

Papağan:

- İyi günler, şu reçetedeki ilaçları istiyoruz…

Eczacı şaşkın, ama reçetedeki ilaçları hazırlamış.

Paket ederken papağan:

- Şey, ona bir de aspirin ilave eder misiniz?

Eczacı neredeyse küçük dilini yutacak... Paket hazır olunca Papağan sormuş:

- Affedersiniz borcumuz ne kadar?

- 48 YTL…

Papağan temelin omzunu ayağıyla dürtmüş:

- Eczacı beye 50 YTL ver, iki YTL para üstü alacaksın…

Eczacı iki lirayı verirken neredeyse ölecek:

- Allah aşkına bunu nereden buldun?...

Cevabı papağan vermiş:

- Bunlardan Karadeniz’de o kadar çok var ki...

Benim yorumum: Karadeniz’de belki var… Karadeniz dışında da hemen her yerde rasatlarsınız, ama Karadeniz’den biri var ki o daha çok farklı…

“Kim” diye sorarsanız söyleyemem, arkadaşıma ayıp olur…

XXX

Şanlıurfa’lının biri mezarında yatan babasını ziyarete gidiyor ve başlıyor kendince sohbete…

Babo nasısan, eyimisen? Gene Fatihayı gaptın, keyfin yerinde. Oraları bilmem amma buraları bura olmaktan çıhmış gayri… Mezarıydan galksan, gafayı yersen, öldüğüye sevinirsen...

Sıra geceleri bitti artık, şindi Bitliste beş minare de yok, Hasangalasında caketim de galmamış, hem Urfa dağlarında ceylanlar da gezmiy… Herkes, şak-şuka, şaka da şuka söylüy...

Ne mırranın, ne de gayfenin dadı galdı, Gayfenin neslisi çıkmış, südü de içinde… Gaçak çay da hepden gaçak olmuş, sallama içiyler..

Ahhh… Şu gâvur icadı televizyon yok mu, tam üç tene eve aldım, gene de acans dinliyemiyem… Gumasının yüzünden gocasından ayrılan böyük gız, Yaseminin penceresinden bakmazsa göremiymiş…

Öbür oğlan Gurtlar Vadisi…

Hele o güççüğü yokmu?... Sen görmedin… Saçını hep Amerikan kesdiren, gözü, gulağı oynuy namıssızın… Acun Firarda diy, başka bişey demiy, turizm dersine eyi geliymiş…

Valla yalan, mahsadı çıbıldak garılara baha...

Torunun Şehmuzla iftihar etmelisen, aletirik Mehendisi çıktı… İş bulamadı, galdırım mehendisiyem diy… Galdırım da yok ya, çamırlarda debeleniy duriy...

Babo bi de telefon çıkmış, minnacık… Şalvarın cebine on tene sığar şerefsizim. Telefon amma, teli meli yok, eyi bi şey de, çok yalan söylüy… Ben Siloyu tarlada görüyem, amma “aradığın gişiye ulaşılmıy” diy, ancaaa foturaf bilem çekiy vallaha...

Bu cümma rühuya hatim indirecektik; Mevlüt Hoca nazlanıy, boğazı ağrıymış, yoh gendini üçaylara hazırlıymış... Eve iki tene CD göndermiş, bunuyla gırk hatim iner demiş.

Eh… Sen de bunuyla idare edersiy. Dünya işleri bitmiy… Şindi bana müsade; aşağı kepir tarlaya gidiyim… Golf oynuyacaaam da...

Benim yorumum: Türkiye’de çok büyük değişiklikler var…

Ancak “Faydası-zararı” hesabı yaptığımızda nerede olduğumuz belli değil.

<ı>

XXX

Bir fıkra da biz Kayseri’liler için…

Padişahın biri, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim” demiş…

Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana…

- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü…

- Bunun neresi yalan?... Kuş kartaldır, Aslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..

Diğer bir yalancı…

- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..

- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!...

Bir başkası…

- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!...

- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.

Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha “Bu yalandır” dedirtememiş…

Ama bir gün bir Kayserili gelmiş…

- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!...

Benim yorumum: Yalandan kim ölmüş ki!...

XXX

Üst düzeyden bir yetkili, akıl hastanesini ziyareti sırasında, doktora sorar:

- Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?

Doktor:

- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz…

Üst düzey yönetici, bilmiş bir eda ile:

- Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.

Doktor biraz da gülümseme ile:

- Hayır, normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

Bu fıkraya yoruma gerek yok tabi…

04 EYLÜL 2008

Dip Not: Fıkralar için teşekkür ederim Sevgili Şakir KARPAT kardeşim…

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..