Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

FIRTINA

FIRTINA

Ablası ve eniştesinin, yeğenlerini de alıp akraba ziyareti için şehrin başka bir semtine gitmesi, Almanya’dan gelirken getirdikleri,  büyükçe, iki kürekli, sarı renkli ve kenarlarında lacivert çizgiler olan şişme deniz botunu alıp denize gitmek için iyi bir fırsat olmuştu Tamer’e. Çok heyecanlıydı, sevinçten duramıyordu yerinde. Annesinden izin aldıktan sonra, denize gidip yüzmek ve deniz botuna binip kürek çekmek için en yakın mahalle arkadaşlarından biri olan Kemal’i de çağırdı.

Kemal’in de deniz botu vardı ama çok küçüktü, gri renkliydi. Denizde üzerine oturunca ayakları botun dışında kalıyordu, ayaklarını çırpıp, ellerini de kürek gibi kullanınca bot yüzebiliyordu. İlk kez büyük bir bota binip kürek çekeceği için Kemal de heyecanlanmış, tereddütsüz kabul etmişti Tamer’in teklifini. O da annesinden izin aldı, mayosunu altına geçirdi, pantolonunu giydi üzerine, sandaletlerini de ayağına geçirip Tamer’ in oturduğu evin önüne geldi ve beklemeye başladı.

Bir müddet sonra Tamer’de hazırlanıp gelmişti. Kocaman şişme botun çantasının saplarından birini Tamer, diğerini Kemal tutmuş ve denize girecekleri Dragos’ un yolunu tutmuşlardı.

İstanbul’un Kadıköy yakasında Maltepe ile Kartal ilçelerinin arasında, deniz kıyısında, üzerinde yöre sakinlerinin fırsat buldukça piknik yaptığı çam korusuyla kaplı, küçük şirin bir tepedir Dragos. Deniz doldurulup sahil yolu geçmeden önce tepenin güney yamacını, Marmara denizi dalgalarının döverek aşındırdığı ve özellikle adını kendi doğal renklerinden alan, sarı kayalar ve mor kayalar isimli küçük doğal plajları vardı.

Yıllar öncesinden milletvekillerinin yazlık villa yaptırmak için ilgi gösterdiği, deniz kıyısında küçük bir sayfiye tepesiydi Dragos, rahmetli eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ nün ve eski Başbakanlardan Nihat Erimin’ de evi vardı üzerinde. Nihat Erim’in Dragos’ daki evinde öldürülmesi, bu tepenin daha da çok tanınmasına yol açmıştı. Tepenin denize bakan, güney yamaçları yazlık villa tipi evlerle doluydu, Bir de Dragos sakinlerinin oluşturduğu bir deniz kulübü vardı, kapısında meşhur, kırmızı bir “Aza olmayan giremez”  teneke levhası asılıydı. Genellikle Cevizli, Tugay yolu, Talatpaşa, Esenyurt semt sakinleri, ya sarı kayalarda, ya mor kayalarda ya da bu aza olmayanların giremediği kulübün doğu tarafında bulunan küçük bir doğal plajda denize girerlerdi.

İki kafadar uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra nihayet, yaz gelince hemen her gün gittikleri aza olunmadan girilemeyecek o meşhur kulübün yanındaki küçük doğal plaja varır varmaz botu çantasından çıkarıp var güçleriyle ciğerlerine çektikleri havayı içine üfleyerek adamakıllı şişirdiler. İşte bot hazırdı. Ayakkabı, pantolon ve gömleklerini çıkarıp botun içine attılar, sonra kendileri de bota atlayıp kürek çekmeye başladılar.  Tamer, belki de o kulüp azalarının kızlarına hava atma isteğinden olsa gerek, o tarafa doğru gitmek istedi, Kemal ise doğu tarafına, Devlet su işleri kampının olduğu tarafa gitmek istiyordu. Gerek kumsalı, gerek iskelesi ve gerekse denizinin, yosunsuz ve kumul olması yüzünden o yöne gitmek istiyordu Kemal. Sonunda Tamer’ de o yöne gitmeyi kabul etti ama bir şartı vardı. Sonunda anlaştılar, kürekleri bütün gün Kemal çekecekti, Tamer de keyif çatacaktı. Gerçi şişme bot olduğu için, kürek çekmek o kadar da zor değildi, çok da zorlanmıyordu Kemal.

Devlet Su işleri kampının iskelesinin önlerine geldiklerinde durmadan devam edip, Tekel Sigara fabrikasının, büyük gemilerin yanaşabildiği iskelesine doğru gitmekte karar kıldılar. DSİ iskelesine geldikleri mesafenin yaklaşık üç misli uzunluktaydı yeni belirledikleri güzergâh.  Tamer için sorun yoktu,  Adalara bile gidebilirdi, nasıl olsa kürekleri Kemal çekiyordu.  Tamer; “Aheste çek kürekleri sandalcı, mehtap uyanmasın” diyerek dalga geçiyordu. Kemal ne kadar “Ya olum, sen de biraz yardım etsene, çok yoruldum.” dediyse de, Tamer umursayıp; “ Valla kusura bakma, kürekleri sen çekeceksin.” diyerek botun içinde bacak çatıp keyfine bakıyordu. Bir müddet daha kıyıya paralel bir şekilde İki iskele arasındaki mesafenin üçte ikisini kat ettiler.

Deniz çocuklarıydılar ama ikisi de usta denizci değillerdi.  Tamer keyfini sürüyor, Kemal’ in ise Tekel İskelesine arkası dönük kürek çekmekten her yerinden ter boşalıyordu. Biran önce varmak için, asıldıkça asılıyordu küreklere;

“Geldik mi? Daha ne kadar mesafe kaldı?”

“Daha çok var, devam et asılmaya.”

Hava her günkü gibi gayet açık ve güneşliydi. Rüzgâr çok etkili değildi ama sanki bir kararsızlık sergiler gibiydi, gündoğusundan poyraza, poyrazdan keşişlemeye kısa süre içinde dönüyor, nereden eseceğini karar veremiyordu. Kemal ne kadar küreklere asılırsa asılsın, içi hava ile dolu olan botun meylettiği yönü, denizin yüzeyini yalayarak esen rüzgâr belirliyordu. Öyle olunca da botun rotası sürekli değişiyor, Kemal tek kürek çekerek botun yönünü iskeleye çevirmeye çalışmaktan her iki küreği de ritmik bir şekilde çekemiyordu. Rüzgâr kuzeyden esmeye döndü, karayel ile poyraz arasında kararsız ve çok da etkili olmayan bir şekilde esiyordu.  Bu kuzey kesimlerden gelen rüzgarın kararsız esişi ise botun kontrolünü daha da güçleştirdiği gibi, kıyıdan yavaş da olsa daha uzaklara düşmesine sebep oluyordu.  Tamer, Kemal’ in botu kontrol edemeyişini, yorulmasına bağlıyor ama yardım etmeyi aklından geçirmiyordu.

Hava güneşli olmasına rağmen Kuzey batı yönünde, uzaklarda bulutlanma başlamış, bulutların rengi beyazdan griye, griden kurşuniye hatta füme rengine doğru hızla değişiyor ve hızla güneye doğru yol alıyordu,  diğer yandan geçtiği bölgelerde güneş ile yerin arasını açıyor, simsiyah bir çarşaf gibi seriliyordu.  Daha denize varmamıştı bulutlar ama varması an meselesiydi.

“Ya ne biçim kürek çekiyorsun, iskeleye doğru gitsene, kıyıdan çok açılıyorsun!”

“Kolaysa gel kendin çek!”

“Arkanı kıyıya doğru çevir de öyle çek kürekleri. Çok uzaklaştın!”

Kemal arkasını kıyıya verdi ve hızla kürekleri çekmeye başladı ama artık çok geçti, bot gittikçe hızlanan rüzgâr nedeniyle kıyıdan uzaklaşıyordu. Kemalin kürek çekmesi botu olduğu yerde tutmaya bile yetmiyordu. Daha açıklarda balığa çıkmış olan tekneler, havadaki değişimi sezip birer birer, ağları, oltaları çekip, kıyıya doğru tam yol kaçmaya başlamışlardı. Denizde de rüzgârın artan etkisiyle bir hareketlenme başlamıştı,  üç beş saat önceki gibi bir durgunluk yoktu,  Rüzgârla el ele vermiş dans ediyordu sanki deniz,  Bulutlar daha da hızla ilerleyip denize vardılar, güneş artık denizle sevişemiyordu, bu yüzden deniz yüzeyi karardı. Öğle saatleri olmasına rağmen, gece aniden gelmişti sanki.

Rüzgâr giderek artıyor, sertleşiyor, hırçınlaşıyordu. Kemal ne kadar kürek çekse de, kontrolü elde tutmaya gayret etse de,  şişme bot,  rüzgârın koluna girmiş kıyıdan uzaklaşıyordu.  Kemal artık kürek çekmeyi bırakmıştı; “Boku yedik olum, yolun sonuna geldik, ben daha kürek çekmem, istiyorsan al kendin çek.” deyip alüminyum boru saplı, plastik kürekleri botun ortasına attı. Tamer kürekleri aldı, Kemalin yanına oturdu; “İkimiz de kürek çekersek,  kıyıya çıkabiliriz”. Küreklerin birini Kemal’e verdi. İkisi de var gücüyle kürek çekiyordu. Diğer yandan Tamer, Kemal’e moral olsun diye;

 “Sakin sakin çek küreği Kemal, bak yaklaşıyoruz, sakin sakin, ikimiz aynı anda asılalım küreklere ha gayret, yaklaşıyoruz kıyıya” derken, birden bire; alüminyum sap elinde, gözleri yerinden fırlayacakmış gibi avazı çıktığı kadar; “Eyvah, Kemal benim küreğim kırıldı, ne olucak şimdi mahvolduk!”  Plastik kürek kırıldığı gibi, hızla denizin dibini boylamıştı.

Kemal,  elinde küreğin sapı,  yüzünde ölüm korkusu görünce Tamer’in, sinirden kendini tutamayıp katılarak gülmeye başladı.

“Ne gülüyorsun, bir şeyler yapsana!”

Botun altına dalgalar vuruyor,  sinir bozucu sesler çıkarıyordu. Tamer iyice korkunun esiri olmaya başlamıştı;

“Ne oluyor, botun altına ne vuruyor böyle!”

“Köpek balığı olabilir.”

Uzaklarda hayalet bir karaltı gibi gövdesinin büyük bölümü suyun altında bir şilep geçiyordu. Tamer Kemalin elindeki sağlam küreği kapıp, birden botun üstünde ayağa kalkıp dengede durmaya çalışarak küreği havaya kaldırıp bir sağa bir sola sallayarak;

“İMDAAAT!, İMDAAAT!, KURTARIN BİZİ!” diye gemi hiç istifini bozmadan yoluna devam edip gözden kayboluncaya kadar bağırdı. Tamer bağırdıkça, Kemal katıla katıla gülüyordu.

“NE GÜLÜYORSUN BE ADAM, SEN DE BAĞIRSANA, YOKSA ÖLECEĞİZ, İMDAAAT!”

Hava iyice patladı, her yere karanlık çöktü, şimşekler çakıyor, gök gürlüyor, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu, Botun içi yağmur suları ile dolmaya başlayınca, Kemal kürekle, Tamer elleriyle suyu boşaltmaya çalışıyordu. Rüzgâr iyice sertleşmiş, kıyıda yanan birkaç ışık fark edilebiliyordu. Adalarda da tek tük ışıklar fark ediliyordu,  Balığa çıkmış son üç motorlu tekneden ikisi de sığınmak için Büyükada’ya doğru yol alıp kısa sürede gözden kayboldu.  Tek kürek kalınca bot iyiden iyiye kontrolden çıkıp sürüklenmeye başladı.  Suyun üzerinde rüzgârın etkisiyle bir sürat motoru gibi hızla iki ada arasından güneye doğru akıyordu. 

Artık hiç umutları kalmamış, gelip geçen büyük şilep, konteynır, çektirme de görünmüyordu deniz yüzeyinde.  Serseri mayın gibi güneye doğru hızla ilerlerken, güney doğu  yönünde bir karaltı gördüler.  Rüzgârın yönü değişsin, biraz doğuya doğru essin diye dua ettiler ama değişen bir şey yoktu. Karaltı ise olduğu yerde duruyordu.  Tamer tekrar küreği alıp, güçlükle ayağa kalktı ve dikkat çekmek için, küreği sağa sola sallayarak yine bağırmaya başladı;

“İMDAAT, KURTARIN BİZİ!”

Tamer’ in can havliyle çaresizce ağlamaklı bağırmaları, Kemal’ inde korkmasına neden olmuştu. Diğer yandan gözü,  bir sağa bir sola bayrak gibi sallanan küreğe takılmıştı. Gözünü kırpmadan Tamer’in salladığı küreğe bakıyor,  panik olmamaya çalışıyordu. Sonunda Kemal oturduğu yerden doğruldu, dengesini güç bela bulup Tamer’in elinden hızla çekip aldığı küreği sımsıkı tutarak, oturduğu yere gelip,  dizlerinin üzerine çöktü, küreği botun içine, yanına bıraktı, rüzgâra doğru döndü, ellerini göğe doğru iki yana açtı ve başladı bağıra bağıra konuşmaya;

“Motor çevirir!  Pervane iter!

 Tanrının rüzgârı itiyor!

Motor çevirir, Pervane iter,

Tanrının rüzgârı itiyor!

Allah ehad!

Allah samed!

Lemyelid!

Ve lemyüled! 

Ve Lemye küllehu küfüven ehad!

Tanrım yardım et!

Tanrım bize yardım et!”

Kemal, ellerini yağmurdan ve rüzgârın savurduğu tuzlu deniz suyundan sırılsıklam olmuş yüzüne sürdü, rüzgâra arkasını dönerek bota oturdu. İki eliyle bir aşağıdan, bir yukarıdan küreği sapından tutup, ucu aşağıda olacak şekilde iki eliyle kılıcını havaya kaldırıp, altındaki düşmanı öldürmeye hazırlanan bir samuray gibi küreği denizin böğrüne sapladı, sapını dik olarak bota dayadı ve öylece sımsıkı tuttu. Botun gittiği yöne baktı, küreği olduğu şekilde biraz sağa döndürdü, bot güney doğuya doğru dönmeye başladı, Tekne karaltısına doğru burnu dönünce, küreği tekrar düz hale getirdi. Kemal küreği öylece hiç kıpırdatmadan tutuyor, Tamer ayakta, sırtı Kemal’e dönük ellerini sağa sola sallayarak “İmdaaat, kurtarın bizi!” diye bağırmaya devam ediyordu.  Rüzgâr Tamer’ i botun içine yıkmaya çalışıyor, Tamer zar zor ayakta durmaya çalışıyordu.

Kemal’in kürek dümenle yön vermesi, rüzgârın bota ve özellikle ayakta durmaya çalışan Tamer’in sırtına çarparak itmesiyle, Karaltı halinde görülen tekne gitgide büyümüş, üzerinde oltalarını ve çapayı çeken insanlar seçilmeye başlamıştı.  Bir kaç dakika sonra fırtınadan kaçmak için, kıyıya dönmeye hazırlanan kotraya botu yanaştırıp, yedeğe almışlardı.

 

04 Ekim 2012, Perşembe, 02.50, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..