Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Fon müziği ile yaşamak

Fon müziği ile yaşamak
 

Bazen, saatler boyu dinlenilen bir söylevin yapamadığı etkiyi, bir şarkı veya bir melodi yapabiliyor insan üzerinde. İşittiğiniz bir şarkıda geçen bir söz, sizin kararlarınıza önemli tesirler edebiliyor. Bazense; bir şarkıda kişiler, bütün hayatlarını bulabiliyorlar. Kimi şarkılar ise, çok derinlere doğru alıp, götürebiliyor bizleri.

Anlamıyorum; insanı, bu kadar kuytularda dolaştırmayı, bir şarkı nasıl başarabiliyor? Acaba diyorum; hafızamıza bazı şeyleri kaydederken, farkında olmadan, filmlerde olduğu gibi bir fon müziği ile mi kaydediyoruz? Nedir bu işin sırrı; belki de sihir, kelimelerde gizlidir? Her bilgisayar dosyasına bir ad verdiğimiz gibi, beynimize kaydettiğimiz imaj, melodi ve diğer imgelere, bir dosya adı veriyor olabilir miyiz acaba? Sonrada, o melodi, o ses, bir yerlerde kulağımıza çarptığı zaman, bellekteki o dosya açılıp, içeriği ekrana yansıyor olabilir mi?

Farz edelim ki bu böyle değil; biz, öyle olduğunu düşünelim ve konuyu daha da ileri götürelim; ne dersiniz? Her imajı, her olguyu, kısacası beynimize kaydettiğimiz her şeyi bir melodi ile özdeşleştirelim ve sürekli fonda bir müzikle yaşadığımızı düşleyelim; ne olur acaba? Hayatımızda ne gibi değişiklikler olur?

Düşünün bir; karşıdan sevgiliniz, her zamanki o edalı ve işveli tavrı ile geliyor ve o an sizin beyninizde onun o hali için ilişkilendirdiğiniz müzik çalmaya başlıyor, taş plakta Müzeyyen Senar var ve o muazzam şarkıyı söylüyor; “Benzemez kimse sana tavrına hayran olayım…” . Of, of!.. Ne kadar iç yakıcı değil mi?

Hayatta hep öyle güzel anlar yok, bunu da yaşamak zorundasınız. Bir bakıyorsunuz, patronunuz karşıda göründü; yüzü asık, bir hata yapmışsınız ve azar işitmek üzeresiniz. Fona, hemen Âşık Daimi’nin o muazzam eseri, Sezen Aksu yorumuyla giriyor; “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım. Bu da gelir bu da gelir bu da geçer ağlama. Göklere erişti feryadım ahım. Bu da gelir bu da geçer ağlama…” Ne güzel değil mi; patron, üzerindeki negatif elektriği bıraktı, gitti; siz de onu alıp, göklere ilettiniz.

O da ne! Yine o arkadaşınız ve yüzünde o yılışık gülümseme. Anlıyorsunuz; tahtaya yazmak üzere, yine sizden borç para isteyecek. Melike Demirağ’ın o ölümsüz şarkısını duymaya başlıyorsunuz; “Para, para, para. Parada, para, para. Varlığı bir dert yokluğu yara…” Ah arkadaşım, bir gün de aldığını iade etsen ya!

Bir ara gözünüz, televizyona ilişiyor, fondaki müzik, derhal değişiyor: “Manda yuva yapmış, söğüt dalına. Yavrusunu sinek kapmış gördün mü? Amanim yandım…” Bu da nereden çıktı şimdi? Nereden çıkacak, bir siyasi, televizyonda konuşma yapıyor.

Varyasyon çok, düşünün düşünebildiğiniz kadar. Ama ne hoş olurdu değil mi, fonda sürekli bir müzik sesi ile yaşamak; sizin ruh halinize ve imgelere yüklediğiniz anlama göre değişen bir müzik ile? Aynı film gibi, sürekli hayatınıza coşku yükleyen bir melodi ile yaşamak…

Bir düşünsenize, çok uykunuz var, uyumak istiyorsunuz ve fonda tatlı bir ses var; “E, e, ee, e. Piş, piş, piiş piş!..”. Düşünün, gidebildiğiniz en derine inerek...

Bu “Love Story” de neyin nesi? Sus, ışıkları kapat sadece! Allah, Allah! Lanet kör şeytan! Nereden aklıma geldi bu? Tövbe, tövbe…

Neyse; biz, yine de farklılığımız gereği düşünmeye devam edelim…

Sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 36
: 1120
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

İstanbul'da 1967 yılında doğdum. Askerlik harici bütün yıllarım bu şehirde geçti. İşletme mezunuyum,..