Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '14

 
Kategori
Mizah
 

Fotoğraf

Fotoğraf
 

Netten


Son zamanlarda pasaport yenilemeye gittiniz mi hiç?

Ben on senedir gitmemiştim. Çok şaşırdım. Bizim buralarda her şey otomatiğe bağlanmış. Telefonla, olmazsa İnternet’ten randevu alıyorsunuz, gittiğinizde sizi hemen, numaralanmış onlarca kabinden birine gönderiyorlar. Her kabinde bir memur. Yakında onun yerini de robotlar alacak herhalde. Memur bilgisayara bakıp şecerenizi okuduktan sonra, yandaki foto robotunun önüne oturmanızı istiyor. Eskiden olduğu gibi, kendi çektirdiğiniz vesikalık fotoğraf götürmek yok artık. Daha nasıl oturup nereye bakacağınızı tam anlamadan fotoğrafınız çekiliyor ve önünüzdeki ekranda size gösteriliyor. Kuralları var bu işin, fotoğraf belli bir yakınlıktan, belli büyüklükte ve tam önden olacak, gülmek yok, sizi en iyi gösterdiğine inandığınız pozu takınmanıza olanak yok. Gözlerinizi kırmızı yanan noktaya dikip kazık gibi duracaksınız yani.

Tabii ilk fotoğrafı görünce tüyleriniz diken diken oluyor ve itiraz ediyorsunuz. “Ama bu felaket!” Memur “Peki” diyor ve bir daha çekiyor. İkincisi biraz daha iyi ama yine istediğiniz gibi değil, üçüncüsü, dördüncüsü hakeza. Sonra birden kavrıyorsunuz, fotoğrafınız on defa daha da çekilse, daha iyi olamayacak, çünkü sorun fotoğrafta değil, sizde. Sizin on sene önceki pasaportunuz için, bir fotoğrafçıda özene bezene çektirdiğiniz rötuşlu vesikalık resminizin yanından bile geçemez artık hiç bir yeni fotoğrafınız. Çünkü hiç bir suretin, aslından daha iyi olmak gibi bir özelliği olamaz. Çaresiz “tamam” diyorsunuz ve ikinci adıma geçiliyor. İki elinizin işaret parmaklarını, önünüzdeki ekranın yeşil renkli bölümüne tutuyorsunuz, elektronik olarak parmak izleriniz alınıyor.

Eskiden yalnız suçluların parmak izleri alınırdı, şimdi herkesin alınıyor. İnsanlık ilerledi.

Sonraki adımda yine önünüzdeki akıllı ekranın başka bir bölümüne imzanızı atıyorsunuz ve o da elektronik olarak kaydediliyor. İçeriye girdiğinizden on dakika sonra kasaya gönderiliyorsunuz, kredi kartınızla harcı da yatırdıktan sonra işlem bitiyor ve kasadaki memura veda edip dışarıya çıkıyorsunuz. Yeni biyometrik pasaportunuz postayla adresinize gelecek.

İşlemin hızı ve ekranda gördüğünüz suretinizin yarattığı şokla sersemlemiş bir halde, pasaport bürosunun önünde ilk adımlarınızı atarken, sokaktaki serin rüzgar yüzünüze çarpıp, biraz olsun kendinize gelmenize yardımcı oluyor. Önünüze çıkan ilk sokak kahvesindeki boş bir masaya çöküyor ve düşüncelere dalıyorsunuz.

Sahi, ne zaman başladı fotoğraflarla kavgalarınız sizin? Ne zaman farkettiniz ilk defa, fotoğraflarınızın artık sizi, sizin bildiğiniz gibi aksettiremediğini? Oysa fotoğrafçılık ilmi ve fotoğraf çeken aletler son senelerde en son teknolojilerin yardımıyla, harika kaliteye ulaştılar. Nedir bu çelişki? Yoksa fotoğraflarınızı artık beğenmemenizin nedeni tam da bu mu? Yani harika netlikte fotoğraf çeken aletler mi?

Tabii siz de fotoğraflarınızı çektiniz, çektirdiniz şimdiye kadar ama beğenmediklerinizi, işinize gelmeyenleri siliverdiniz gitti. Kurtuldunuz, unuttunuz. İyi fotoğraflar değildi onlar işte. Siliverdikleriniz gittikçe arttı sayıca. Giderek hep daha az fotoğrafı muhafaza ettiğiniz gerçeğini de ötelediniz.

Gerçek aslında ortada ama kabullenmek zor. Fotoğraf tekniği ilerledi, orada bir sorun yok ama itiraf etmekte zorlansanız da, gerileyen şey aslında sizin fiziki görünümünüz.

Uzun lafın kısası, yaşlanıyorsunuz arkadaş!  Artık saçlar o eski gür, yele gibi saçlar değil, cilt  şeftaliyi bile kıskandıracak gerginlik ve pembelikte değil, filan filan. Ve bu hınzır aletler de, her şeyi, her detayı, her küçük kırışığı, her minik sarkığı, her seyrek saç kümesini, kısacası tüm felaketi, olanca açıklığıyla ve acımasızca ortaya koyuyorlar.

Elin aletinde acıma ne arasın?

E, ne olacak şimdi?

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, her ölümlünün elinde bir akıllı telefon, evde, işte, yolda, araçta, sokakta, tatilde; yemek yerken, uyurken, uyanırken, pencere kaparken, kapı açarken, onu yaparken, bunu yaparken, koşarken, kaçarken ve saire, habire fotoğraf çekip duruyor.  Fotoğrafını çekmediğimiz çok az eylem kaldı yani.

İstesen de, istemesen de giriyorsun yani fotoğraf karelerine. Her seferinde de herkese, “Aman yakın plan çekme, ötelere git, git git daha git” diyemezsin ya. Ya geri giderken zavallı uçurumdan düşerse veya bir arabanın altında kalırsa?

Vallahi sizi bilmem ama, ben bu çektirme, gerdirme, botokslama işlerine de pek sıcak bakamıyorum doğrusu. Sonunda insan ya kayık ağızlı, kurbağa suratlı – kurbağalar alınmasın, kendi hallerinde sevimli hayvanlardır aslında- bir şey oluyor, ya da yüzü, ne güldüğü ne üzüldüğü belli olmayan, ifadesiz bir maske haline geliyor.

Her biri bir servete malolan kremler, losyonlar, likitler, vesaire vesaire derseniz de, yaşlanmayı önleyen bir krem veya mucizevi bir ilaç da henüz keşfedilmedi ne yazık ki.

Yani ne yapsan nafile. Değişikliğin, daha da doğrusu eskimenin önüne geçmek mümkün değil.

Ha, aynalar mı? Onlar başka, çünkü onların karşısında, mutlaka beğeneceğimiz bir şekilde durmayı beceriyoruz hepimiz. Sağdan beğenmezsek, sola dönüyoruz yani. Bir de kendimizle gözgöze geldiğimizde,  kendimizi bir güzel kandırıyoruz, kendimize olan sevgimizden herhalde. Hem beğenmediğimiz bir şey olduysa da, onların önünden çekildiğimiz anda kayboluyor görüntü, unutuyoruz. Fotoğraf gibi kalıcı değil, görüntümüzü en çirkin tarafından yakalayıp, her saniye tekrar tekrar burnumuza sokmuyor yani.

E, barış o zaman yaşlanma fikriyle diyeceksiniz. Bükemediğin bileği öp!

Kolaysa!!

Sizi bilmem ama, ben yeni, biometrik pasaportumu yalnızca sınırlarda, yalnızca pasaport polisine göstermeye karar verdim. O da, görmekte ille de ısrar ederse.

Fotoğraf çekmek isteyenler, öteye gidin siz kardeşim, biraz daha, biraz daha öteye.

 

 

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..