Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '10

 
Kategori
Deneme
 

Geleceği çalınanlar...

Yetmişlerin sonları: Kalalabalık yerlerde yüzlerce kişinin aynı bardaktan su içmesi ile yapılan ilk küçük çaplı bir serbest girişimcilik olayı...

Seksenli yıllar: Pazarda limon satsan geçinirsin dönemi...

Ve bu seksen ile doksanlı yıllara kadar olan süredeki okuma çağındaki çocuklar...

Bunların büyük çoğunluğu okul oku(ya)madılar:

-Okul sıkıcıydı, gezmek eğlenmek varken...

-Okula ne gerek vardı, çalışıpta para kazanmak varken...

-Okuyan yoktu ki; okuyupta bir şey olanını görebilecek...

-Okumak mı, okuyupta abileri ablaları gibi anarşist mi olsalardı?..

-Kimi aileler için çocuk- genç demek iş gücü, para demek, okumak ta ne ki?

-Herşeye rağmen okumak isteyipte okutulmayanlar...

Bu dönemin çocuklarının gençlerinin gelecekleri çalındı bir şekilde.

Herşeye rağmen okuyanlar, ailelerin zorla ite kaka sabırla okuttuğu çocuklar oldu.

Azmin elinden her şey olmasada çok şey kurtulamaz. "Bir insan bir şeyi yapmak istese" mutlaka yapar, başarır kabul.

Benim değinmek istedğim normal, sıradan o dönemin çocuklarının bilinçli-bilinçsiz okutulmaması olayıdır.

Amca oğlu Almanya'dan tatile geldiklerinde anlatırdı, orada lise sona kadar okumak zorunlu diye...

-Siyasetin hatası, geleceği görememesi...

-Ana-babanın "sığ"düşünüp çocuğu bir para makinası olarak görmesi...

-Ailelerin meslek olmayan şeyleri, meslek sanıp bunun sürekli olabileceğini düşünmesi...

Bizde toplum olarak para verip te gazete okunur mu, ya da gazeteye de para verilir mi düşüncesi hala hakim...

Düşünce bu olunca kısa vadede para getirmeyen okul için niçin para ve zaman harcansındı.

Günümüzde de bunun tam tersi bir düşünce geçerlilikte...

Dersanelere harcanan binlerce lira...

Evet sözüne etmeye çalıştığım bir dönemin seksenli yılların çocuklarının bazılarına "şans" tanınmadı.

Ben okuyabilcek her öğrencinin yüksek öğrenim yapabilmesinden yanayım.

Bedeli ne olursa olsun...

***

Madem çocukluk yıllarından söz ettik, o yıllara ait bir gözlemimle yazıyı sonlandırayım...

Köyde sabahları ahırın kapısı açılır ve büyükbaş hayvanlar birer ikişer yoldan geçen sürüye katılırlardı.

Çobanların nezaretinde sürü meraya götürülürdü...

Akşam saatlerinde de sürü köye döner ve hayvanlar kendi evinin yolunu bilir ve ahıra da kendiliğinden girelerdi...

Çobana verecek parası olmayan ya da başka sebeblerden bazıları hayvanlarını sürekli ahırda kapalı tutardı...

Ve bir gün ahırda ufak bir tadilat yapması gereken bir akrabamız hayvanları dışarı çıkardığında, hayvanlardan kimisi yürümek dahi istemedi, kimisi de sağa sola saldırdı, kaçıştı...

Aradaki fark çok netti:

-Mahrum edilen hayvanlar...

-Mahrum edilmeyen hayvanlar...

 
Toplam blog
: 180
: 901
Kayıt tarihi
: 25.07.09
 
 

Önceleri Milliyet Gazetesi'nin "Okur Mektupları" vardı...Şimdi ise "İnternet", "Milliyet Blog" ve..