Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '12

 
Kategori
Güncel
 

Gelişen Türkiye mi? Dönüşen Türkiye mi?

Gelişen Türkiye mi? Dönüşen Türkiye mi?
 

Herşey 1 Mart 2003 teskerenin reddi ile başladı.....


21 Eylül 2012 tarihi ülke tarihinde bir milat gibi algılanacak, bu her açıdan bakıldığı zaman, gerçekten bir milat..

Kendilerini günün oluşan şartlarına göre liberal, muhafazakar, liberal muhafazakar, dindar, demokrat, ilerici, vatansever, Kemalist, sosyalist, tarafsız… vb. tanımlayıcı önekle anlamlandıran, aydın ve yarı aydın her kesim bu milattan kendince paylar çıkardı, kendince çıkarsamalar yaptı..

Öyle ya, ülke tarihi sadece ve sadece darbeler tarihinden ibaret bir ülkede bu türlü kesimlerin lehte ve aleyhte çıkarsamalar yapmaları onların varlık nedeni, yani varoluşlarının temeliydi..

Olayların tarihsel bir süreç izleyerek günümüze kadar gelen ve adına kimilerinin demokratikleşen Türkiye dedikleri, kimilerinin ise Cumhuriyet kazanımlarının tek, tek el değiştirdiği Türkiye olarak tanımladıkları günümüz Türkiye’si aslında tam olarak da hangisi idi? Demokratikleşmiş Türkiye mi? Yoksa yüzyılın başındaki sevr kıskacındaki Türkiye mi?

22 Eylül tarihli gazetelerin köşe yazarlarına göz attığımızda, karşımıza çıkan manzara insanı hayretlere düşürecek kadar insan aklı ile alay eden tespit ve öngörülerden oluşmaktaydı.  Sanki sanırsınız ki, Balyoz sanıkları, icra eyledikleri “plan semineri” ile provasını yaptıkları “darbe” nin fikriyattan fiiliyata geçirildiği anda tespit edilmiş ve güvenlik güçlerince, teşebbüse vaki bir durumda yakalanmışlardır. Olayın geçtiği tarih ve davanın açılması arasında geçen süreç hiç dikkati çekmemiş gibi. Darbe provası denilen “ Plan semineri” nin  davaya konu olması ve davanın açılması arasındaki geçen süreçte neler olmuş ve ülke ne gibi dönüşümlere uğramıştı ?

Darbe ve darbeler silsilesi-Balyoz,  ayışığı, suga, sakal, oraj.. – hemen 3 kasım 2002 seçimlerinden sonra düşünülmüş,  planlanmış,  günlüklere geçmiş, sonra ne hikmetse vazgeçilmiş, diğer bir taraftan da zamanın Genel Kurmay başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından engellenmiş gibi bir rivayete göre, rivayet diyorum, çünkü bu iki zat hiçbir yerde bu konu ile ilgili net beyanlarda bulunmamış ve hatta sanıkların ısrarlı olarak davada “tanık” olarak dinlenilmesi de Özel yetkili ve görevli Mahkemece  kabul görmemiştir. Daha doğrusu mahkeme mevcut deliller ile karar vermek için “tatmin” olmuşlar ve hatta delillerin tartışılması ve kapsamlı bir savunmayı bile gereksiz görmüşlerdir. Çünkü deliller net, kesin ve açıkmış(!)

Şimdi düşünüyorum  neden 2003 yılında var olduğu düşünülen darbe teşebbüsü ile ilgili hukuksal süreç 2010 yılında başlatıldı?  Yedi yılda ne oldu? Hangi hazırlıklar yapıldı? Burada ülkenin dönüşüm süreci öne çıkmakta ve 2007 Genel seçim sonuçlarının etkisi ve daha sonra gelişen olaylar TSK üzerindeki sosyal mühendislik işlemi, gerek iktidar,  gerek küresel oyuncuların ve gerekse TSK içinden el birliği ile yürüdüğünü göstermektedir.

İktidar açısından, özellikle ilk dönemde ki, başbakan bu döneme “çıraklık dönemi “ diyor,  AKP henüz devleti tanımıyor, ve henüz kendinde Cumhuriyetin kurumları ile mücadele edebilecek güç görmüyor, öncelikle basın içindeki yapılanma dizayn edilmeli idi, çünkü yapılacak hizmetten ziyade halk üzerinde etkin bir propagandanın önemi daha Turgut Özal zamanından biliniyor ve basın üzerinde etkinlik öncelik kazanıyor.

Burada yeni bir parantez açarak, özellikle 2007 yılında kurulan ve sanki  amacı salt TSK ile bir hesaplaşma için kurulduğu izlenimi veren “Taraf” gazetesi yaptığı sansasyonel manşetlerle ve deneyimli baş yazarının günlük köşesinde TSK ve özellikle de generalleri suçlayıcı yazılar yazması ve dahi kuruluş sermayesi ve işletme sermayesi tartışmalı olması ve bütün bunlara ek olarak da yaptığı yayınlara rağmen okurdan yeterli  traja ulaşamaması, finansal anlamda sürekli şüphe ile bakılmıştır. Yine bu dönemde Sabah gazetesine devletçe el konulmuş ve tartışmalı bir ihale süreci ile yeniden özelleştirilmiş ve iktidara yakın bir işadamının, devlet kredi ile satın alması ile basın üzerindeki dizayn başlamış ve özellikle merkez medya da belli bir hizaya çekilmiş, sanki dikensiz gül  bahçesi oluşturulmuştu..

Basın üzerindeki dizayndan sonra meclis içindeki sayısal üstünlük kullanılarak hukuksal düzenlemeler bir bir çıkarılıyor, örneğin bir gece yarısı kararı ile askerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılıyordu. Burada bir saptamayı da belirtmek istiyorum, o da 2002 seçimlerindeki henüz kimsenin fazlaca üzerinde durmadığı “Şaibe” unutulup, daha doğrusu unutturulup, Doğru Yol Partisinin % 9,56 ile meclis dışında kalması da ülkenin dönüştürülmesinde etkin bir adımdır ve AKP’nin bir proje olduğunun düşünülmesini sağlamaktadır.

AKP her ne kadar yasamada sayısal bir güç olmasına rağmen, yargıda ve Cumhurbaşkanlığı, Yök, üniversiteler, TSK ve sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri üzerinde tam etkin değildir. 2007 Seçimlerine kadar nokta atışları ile tek , tek ilgili yasalar, özellikle AB ye uyum süreci adı altında ve AB ye tam üyelik istenirmiş gibi görünerek topluma kabul ettirilmiştir.

Her ne kadar  ülke içindeki dönüşümler AKP’nin bir demokratikleşme adımı olarak lanse edilse bile, 2004- 2005  ve hatta 2006 yıllarında zaman, zaman parlamentodan geçen kimi yasalar, özellikle yargı alanındaki AB uyum süreci ile ilgili olduğu varsayılan değişiklikler, aslında bu günlerin temel alt yapı hazırlıkları olarak değerlendirilebilmektedir. Örneğin DGM’lerin Özel yetkili Mahkemelere dönüşmesi , aslında birer ihtisas mahkemeleri olması düşünülen bu mahkemelerin, gün geldiğinde bizzat sayın Başbakan tarafından: “ Bunlar devlet içinde devlet..” dedirtecek derecede, kendilerini her konumunda üstünde gören kurumlar olmuş ve sanki AKP  kendi elleri ile ayaklarına kurşun sıkmış durumuna düşmüş ve bir yasa değişimi ile bu mahkemelerin varlığına son verilmiş, ancak ne gariptir ki, sadece devam eden davalar bakımından devamına da geçici bir madde ile karar verilmişti. Tabi bu yasanın böyle çıkması ve bu süreçteki Cemaatin basın aracılığı ile yaptığı baskı da göz ardı edilemez, Sanki iktidarda var olduğu söylenen AKP+ Cemaat koalisyonu çetin bir pazarlık sonunda belki de süren davaların karar aşamasında bazılarının istemediği bir sonucun çıkması engellenmiş oluyordu.  (Devam edecek)

 
Toplam blog
: 66
: 725
Kayıt tarihi
: 24.01.09
 
 

1976 yılına kadar Adana'da yaşadım. Lise tahsili sonunda Ankara'ya geldim ve halen Ankara'da yaşı..