Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '06

 
Kategori
Eğitim
 

Gençliğin Bayramı

Gençliğin Bayramı
 

Yarın senin,
Senin bu yenilik, bu devrim.
Her şey senin değil mi ki, zaten?
Sen ey gençlik!
Ey umudun parlak cehresi..... (1)

Gençlik yarın, gençlik umut, gençlik gelecek. Atamızın belirttiği gibi bağımsızlığımızın ve cumhuriyetimizin koruyucusu. O’nun Ata’ya verdiği yanıtla birinci görev olarak kabul ettiği; ülkenin bağımsızlığını ve cumhuriyeti dünya durdukça korumak ve savunmak görevi.

Bu denli ağır görevlerle yüklü gençliğimiz görevlerini yerine getirecek nitelikteki donanımlara sahip mi? Ülke olarak, gençliğimize görevlerini yapabilecek donanımları kazandırabiliyor muyuz? Ne yazık ki, bu sorulara evet yanıtını vermekten uzağız.

Gençlik kavramı genel hatlarıyla lise ve üniversite dönemini içermektedir. Bu dönem eğitim içinde geçtiğine göre bu kazanımları ancak eğitim süreci içinde alabilir. Eğitim, cıvıl cıvıl insanların kupkuru sınıflara doldurularak “otur beni dinle” mantığına dayalı, ezberci, insan yapısına aykırı bir anlayışla yürütülmektedir. Bu da yetmiyormuş gibi sadece elenmesini sağlayan, bireysel güzelliklerinin ve özelliklerinin hiçbirisini ölçmeyen bir üniversiteye giriş sınavıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Günümüz ekonomik yapısının günlük yaşamda onu etkileyen özendirici ve tüketici teşvikini de düşünürsek lise gençliği olumsuzluklar çemberi içinde kıvranmaktadır. Böyle bir ortamda yetişen bireylerin, kendine güvenmesi, tüketim yerine üretmesi, yaratıcı bir kişilik kazanması sonucunda da bayramını coşkuyla kutlayan mutlu bireyler olmaları düşünülemez.

Üniversitelerdeki eğitim ortamı ve anlayışı liselerden pek de farklı değildir. Aynı, tüketici eğitim anlayışı üniversite gençliği için de geçerlidir. İstanbul’da bir üniversitede dört yıl okuyan bir kişinin okul kampüsü dışında pek az yeri bildiğini söylesek sanırım pek abartmış olmayız. Aynı durum diğer kentlerimiz deki üniversite öğrencileri için de genellikle geçerlidir. Muğla gibi kültürel etkinliklerden uzak bir kentimizde bir yazar arkadaşımın söyleşisi ve imza gününde öğrencilerin ilgisizliğinden yakınmasını okuduğumda hiç de yadırgamamıştım.Yaşadığı çevreden, hatta doğadan kopuk, bir kampüs içine hapsedilmiş gençlik, kendi iç dünyasına dönmekte, üretici ve yaratıcı yanlarını geliştirme bir yana var olanı da köreltmektedir. Bunda en büyük etken eğitim sisteminin yanlışlığıdır. Üretime, yaratıma dönük olmayan , çevreye kapalı bir eğitim yapısının sonucu ancak bu olabilir.

On Dokuz Mayıs, bir büyük projenin, bir ulus yaratma düşüncesinin başlangıç günüdür. Atamız, bu nedenle bu günü doğum günü olarak kabul etmiş. Böyle büyük düşünceleri, ancak gençlerin yaratabileceğini düşündüğü için bu günü gençlik bayramı olarak belirlemiştir.

Bütün bu koşullarda gençliğin yapması gereken, görevinin bilincine vararak, kendisine verilmeyeni, almak için mücadele etmesidir. On Dokuz Mayıs kutlamalarında geçlerin yüzlerindeki gülücüğü, içlerindeki cıvıltıyı yeniden yarattıkları gibi. Törenler de, eğitimin bir parçasıdır. Sınıftan, okuldan o her gün monoton biçimde, çevre ile bağları koparılmış, gençlerin kendi becerilerini gösterme yetilerini kullanamadıkları ortamlardan çıkıp; salonları, caddeleri, alanları, kendi becerileriyle doldurdukları an; yüzlerine vuran mutluluk, seyrettiğimiz içlerindeki cıvıltının ve yaşama bağlılığın, yarınlara güvenin kendi halinde gelişen çekirdekleridir.

Böyle günlerden birisindeyiz. İstanbul’da Dolmabahçe ve Mecidiyeköy maydanlarında toplanan gençler, iki koldan yürüyüş halindeler. Ellerinde bayraklar, filamalar, renk renk cıvıl cıvıllar. On dokuz Mayıs Yürüyüşünü İstanbul halkıyla paylaşan geçlerin mutlulukları bir kat daha artıyor. Sanki bir yıl boyunca onlara okullarında esirgenen mutlu olma, kendini işin içinde bulma ve paylaşma engellenmelerinin acısını çıkartır gibi. İki koldan gelerek, Taksim Meydanı’nda buluşan geçliğin coşkusu bir kat daha artıyor.

Gençlik bu coşkuyu yaşamın her her anına yansıtabilmelidir. Kendisinden esirgenen; üretme, yaratma, paylaşma, mutlu olma hakkını, bilinciyle kazanmalıdır. Etrafına bakmalı, toplumunu, yaşadığı dünyayı tanımalı, kendisine güvenmelidir. Bunun bir örneği hemen yanıbaşındaki bina cephesini kaplayan afişlerde renklerle sergilenmektedir.

Taksim Meydanı’nın bir yanı Atatürk Kültür Merkezi binası ile biter. Yandaki bina cephesindeki afişler, AKM’de bir resim sergisinin afişleridir. Ressam Salih Turan’ın sergisin adı “Yol Poşatları.” Sergiyi gezerken hep gençlerin eğitim yapısını düşündüm. Ressam, atölyesine kapanıp sürekli iç dünyasının yansımalarını sunma yerine, toplumunun içine çıkmış, yollarda, duraklardaki günlük yaşamın içindeki insanları sunmuş bizlere. Bu sunuşta doğadan, insandan, nesneden ve içindeki coşan yaratma gücünden öyle yararlanmış ki, renkler, yaşamı konuşturmuş, yaratıyı coşturmuş resimlerde.

Salih Turan, yaşamın karşısına diktiği tüm engellerle mücadele etmeye Trabzon’un Of ilçesine bağlı Bölümlü Köyü’nde başlamış. İlköğretmen okulunu bitirip köylerde yıllarca öğretmenlik yapmış. İçindeki azmi köreltme yerine yeniden öğrenci olmuş. İstanbul, Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirerek resim öğretmeni iken, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde lisans tamamlayarak akademik öğrenimini tamamlamış. Dağların arasındaki bir köyden çıkarak, tüm zorlukları aşıp, Taksim Meydanı’nı; tek başına, dim dik, Atatürk’ün gençliği böyle olmalı dercesine renkleriyle süslemiş, dev afişinde. Ressam, sergi salonunu boydan boya dolduran, Anadolu insanı ve doğasını konu alan resimleri ve Taksim Meydanı’nın bina cephelerini kapatan dev afişiyle geçliğin isterlerse her engeli yenebileceğinin örneğini de sunmuş bizlere.

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..