Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsiniz?

Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsiniz?
 

İnsanoğlu, belki de varolduğu günden bugüne kadar, gerçekle yalan arasındaki ikilemin arasında kalmıştır. İnsanın fıtratında vardır bu aslında: "gerçek ile yalanı ayırt edebilme çabası." Kim bilebilir ki, yaşadığımız hayatımızda gerçek diye bildiğimiz kaç şey yalandır; ya da tam tersini düşünürsek; yalan diye bildiğimiz kaç gerçek?

İşte bu ince çizgide, genellikle her zaman sorgulanan "yalan" olmuştur. Gerçek, zaten gerçektir mantığıyla bakılmıştır olaylara; ve gerçek gibi görünenlerin ardı araştırılmamıştır; ya da araştırılmak istenmemiştir. Çünkü insan, gerçeği sever; yalandan ise nefret eder(!). Bu bağlamda da hemen hemen herkesin aklına şu soru gelir: "Yalanın ne kadarına dayanabilirim?"

Oysa asıl sorulması gereken soru bu değildir. Çünkü yalan dediğimiz şeye her insan dayanabilir; yalana katlanabilir. İşte size sorulması gereken asıl soruyu soruyorum: "Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsiniz?"

Bu soruyla ilk olarak iki yıl önce karşılaştım. Ağabey diye bildiğim bir insan sordu bana bu soruyu. Ve yaklaşık iki yıldır kafamı kurcalıyor bu soru; belki hayatımın sonuna kadar da kurcalamaya devam edecek. Bu soruyu ilk duyduğumda, şöyle bir duraksadım, düşündüm, düşündüm... Cevabı yoktu belki; ya da cevap verecek gücüm yoktu. İki yıllık bir düşünce serüveni, bana bu sorunun kaynağını araştırma gareksinimi hissettirdi. Evet, bu soruyu kim sormuştu ilk olarak. Bu soruyu F. W. Nietzsche sormuş, bundan yaklaşık bir asır önce. ŞÖyle demiş: "Bilim inançsızlıkla başlar; öyleyse gerçeğin ne kadarına dayabilirsiniz?"

Nietzsche, bu soruyu sormuş ve cavabını belki bilimsel olarak aramıştı; ama bu sorunun cevabı her insanın kendi içinde saklı. Yaklaşık iki yıllık bir düşünme süresi ve son dönemde kendimle başbaşa kaldığım süreçte daha bir cesur oldum. Bu cesaret cahil cesareti mi, yoksa ölümüne az kalan bir insanın içinde bulunduğu bir ruh halimi bilmiyorum; ama artık bu soru üzerine söylenecek bir çok söz birikti kafamda.

Düşünün... Hayatınızı, ailenizi, dostlarınız, arkadaşlarınızı, dünyayı; kısaca aklınıza gelebilecek her şeyi ve herkesi düşünün. Bir an için, tüm bu yaşananların gerçek olmadığını; aslında gerçeğin çok farklı şey olduğunu...

Yaşamış olduğunuz süre boyunca, anne, baba, kardeş diye bildiğiniz kişilerin, aslında size yabancı olduklarını düşünün. Aile diye bildiğiniz kişiler belki de sizin gerçek aileniz değildir. Günün birinde, hiç tanımadığınız bir erkek ve bir kadının, aslında sizin gerçek anne-babanız olduğunu hayal edin. Ne yapardınız?

Ya da yıllarca aynı yastığa baş koyduğunuz, yıllarca size "seni seviyorum" diyen eşinizin, aslında yıllardır başkasını sevdiğini; başkasını hayal ederek sizinle evlendiğini...

Şu anki hayatınızda gerçek diye düşündüğünüz herşeyi düşünün kısaca. Ve hepsinin gerçek olmadığını... Yalan olduğunu... Gerçeğin ise bambaşka bir şey olduğunu öğrendiğinizde ne yapardınız? Nasıl bir ruh hali içine girerdiniz?

Örnekleri çoğaltmak tabii ki mümkün; ancak bu örnekler, her insanın, kendi hayatında gerçek olarak gördüğü şeylerin sayısının çokluğuna göre değişebilir. Onun için, sadece düşünün; cevabı içinizde saklı!

Aslında Nietzsche doğru demiş; bilim inançsızlıkla başlar. Çünkü bilim, şüphe duyuldukça gelişir; kendini yeniler. Ancak hayatın kendisi, bilim değildir. Ve hayatımızda, inandığımız şeyler vardır.

Öyleyse bu sorunun altyapısını, hayatımıza uyarlamak adına şöyle değiştiriyorum: "Hayat, inançla başlar; buna rağmen "Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsiniz?"

 
Toplam blog
: 44
: 1133
Kayıt tarihi
: 10.12.07
 
 

Karadeniz Teknik Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü 4. sınıf öğrencisiyim. Kitap okumayı, yazı yaz..