Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '09

 
Kategori
Bilim
 

Geyik Muhabbeti; enerji ve çevre

Geyik Muhabbeti; enerji ve çevre
 

rüzgar tribünleri


(okuyacağınız yazı daha önce www.haberveriyorum.net sitesinde yayınlanmış olup, burada sizinle paylaşmaktan da mutluluk duyarım)


Küresel ısınma, nükleer santraller, yenilenebilir enerji, petrol, toryum, uranyum, bor, hidrojen, tükenen petrol… Ben saymaktan sıkıldım ve biliyorum ki siz de duymaktan fazlasıyla sıkılmış durumdasınız. Özellikle küresel ısınmanın kendini inceden hissettirmeye başlamasıyla birlikte sanırım saydıklarım ve niceleri kahve gündemine girmeyi başardılar, ben de okeye dördüncü olarak masadaki yerimi alayım dedim.

Okey masasında geyik muhabbeti;

Konuyu daha derli toplu konuşmak adına biraz can sıkmayı göze alarak ilk başta birkaç bir şey ne demekmiş bakalım. Küresel ısınma denen şeyin ana sorumlusu bildiğimiz güneştir. Dolayısıyla birkaç çılgın bilim adamının güneşi balçıkla sıvamaya benzer fikirlerle ortaya çıkıp buna da “geoengineering” demelerine çok şaşmamak lazım. Onların çözümleri çok ciddiye alınmaz ise, asıl problemin sera gazlarından kaynaklandığı gerçeğini kabul etmekten başka çok şansımız kalmıyor. Kısaca ne oluyor da bu kadar ısınıyoruz sorusunun cevabı güneşten gelen radyasyonun bir kısmı ile yeşillikler fotosentez yapıp, bir kısmı bizi ısıtırken, geri yansıyan bir kısmı, sera gazı dediğimiz gazlar tarafından dünyaya yeniden yansıtılıp bizi tekrar tekrar ısıtmış oluyor. Yani bu sera gazı dediğimiz zıkkımlar bir çeşit sera oluşturuyorlar tepemizde, biz de aşağıda sıcaklıyoruz. Bu sera gazları dediklerimiz aslında yeni peydahlanmış da değil, zaten onlar olmasa gündüz kavrulup gece donardık, problem sanayi devriminden sonra kontrolsüz şekilde arttırılmış olmalarında, yani yakın zamanda gece gündüz fırınlanacak olmamızda. Kaç derecede ne zaman fırınlanacak olduğumuz ise sera gazı salınımını ne ölçüde ve ne zaman engelleyecek olduğumuza bağlı. Dolayısıyla sorun enerji üretimini ne şekilde ve ne kadar yaptığımızda. Her gün evde yaktığımız ampul için, buzdolabı için, arabamızın yolda kalmaması için bir şekilde enerjiye ihtiyacımız var. Bu enerjiyi fosil yakıtlardan, nükleer yakıtlardan veya yenilenebilir şekilde üretmek mümkün. Fosil yakıtlar dediklerimiz bol karbonlu, yıllarca organik bir şeylerin yerin dibinde beklemesiyle oluşmuş, kömür, benzin, doğalgaz gibi şeyler. Bu arkadaşların ortak noktası yaktığımızda bize enerjiyle birlikte bir de karbondioksit veriyor olmaları. Sonra biz bu karbondioksiti havaya veriyoruz, o da bize küresel ısınma (tabi birde uygun iyileştirmeleri yapmazsak sülfürlü azotlu asit yağmurları). Bir diğer problemleri ise fosil yakıtların tükenebilir oluşu, azalmakta olmaları. Lafın kısası enerji ihtiyacımız için çözüm olmak için çok problemliler. Nükleer santraller ise sera gazı emisyonu söz konusu olduğunda fosil yakıtlardan, hatta bir dolu yenilenebilir enerji üretim metodundan çok daha masum durumda. Hem de yarın öbür gün nükleer bomba yapmak isterseniz size çok yardımcı oluyor. Tek problemi nükleer atık sorunu, henüz enerjisini sıktığımız uranyumu ne yapacağımızı insanlık olarak bulabilmiş değiliz, depoluyoruz ve birkaç on bin yıl bekliyoruz ki tehlikesiz hale gelsin. Tabi bir de patladığında çay içenler kanser oluyor, Kazım Koyuncu ölüyor üzülüyoruz. Yenilenebilir enerji dediğimiz şey ise yakıtı doğada bitip tükenmesi çok da mümkün olmayan şeylerden ürettiğimiz enerji. Bunların yakıtı o kadar bol ki birçoğu bedava (en azından rüzgâr henüz parayla satılmıyor). Görece çok daha tehlikesizler ve çevreye zararları neredeyse hiç yok gibi.

Cennet vatan;

Şimdi gelelim cennet vatana. Türkiye şu anda enerji ihtiyacının yüzde 33, 3’ü nü zengini olduğumuz petrolden, 27, 6’lık kısmını daha da zengin olduğumuz doğal gazdan, 28, 1’lik kısmını ise kömürden karşılıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına ise pastadan çok pay düşmüyor. Barajlardan ürettiğimiz enerji toplam üretimimizin yüzde 4’ü nü oluşturuyorken jeotermal, rüzgâr ve güneş enerjilerinin pastadaki toplam payı sadece yüzde 1, 5. Yüzde 5, 5’lik kısmı ise tezek ve odun yakaraktan elde ediyoruz ki bu konuda Avrupa ortalamasının çok üzerinde olduğumuz söylenebilir. Ürettiğimiz enerji satın aldığımızın yarısı bile kadar değilken kullandığımız elektrik miktarı 150 TW saat civarı. Kullanılan kömürün çok büyük bir kısmının enerji değeri (LHV) çok düşük olan linyit kömürü olduğunu belirtmekte fayda var. Termik santrallerde kullanılan bu kömür yüksek oranda sera gazı emisyonuna neden oluyor. Son yıllarda elektrik üretiminde kömürün yerini alan doğalgaz ise cebimizi temizlediği kadar çevreyi temiz tutmayı başarabildi mi tartışmalı. Elektrik üretimi için sıklıkla gündeme gelen nükleer santraller ise Türkiye için daha akıllıca görünmüyor. Bunun ilk sebebi Türkiye’de uranyum kaynağının sınırlı olması. Dolayısıyla iki seçenek var, ya bir süre sonra Türkiye uranyum ithal etmeye başlayacak ki uranyum ithal etmek doğal gaz satın almak kadar kolay olmayabilir, ya da toryum kullanacak. Ancak ne yazık ki toryum zengini olmak ucuz nükleer enerji demek değil, var olan teknoloji ile toryumdan enerji üretmek meşakkatli ve pahalı bir işlem. Nükleer santraller için sadece inşaat sürecinin 5-7 sene arasında sürmesi ise ayrı bir sorun. Kurulumunun, doğal gaz santrali kurmaktan çok daha pahalı olduğunu da belirtmek gerekir. Dolayısıyla nükleer santral, ucuz enerji üretimi anlamına gelmeyecek. Tüm bunların yanı sıra nükleer atıklar ile ne yapacağımız sorusu fazlasıyla can sıkıcı. Peki, yenilenebilir enerji üretimi Türkiye için bir alternatif olabilir mi gerçekten de?

Güneş enerjisi;

Yenilenebilir enerji ve Türkiye denildiğinde akla uzunca bir süredir ilk gelen şey sanırım güneş enerjisi. Güneşten gelen enerjiyi elektriğe çevirmenin iki yolu bulunuyor; bunlardan ilki radyasyonun, direk olarak elektrik enerjisine çevrimiyken, diğeri önce ısı enerjisine çevirip, sonra ısı enerjisinden elektrik elde edilmesi şeklinde. Türkiye bunların ikisini de kayda değer şekilde kullanmazken güneş enerjisini ısı enerjisine çevirip daha sonra ısıttığımız su ile yazlıklarımızda duş almak konusunda fena sayılmayız. Öte yandan Türkiye’nin kullanılabilir güneş enerjisi potansiyelinin 380 TW saat olduğu düşünülüyor ki bu miktar şu anki elektrik enerjisi ihtiyacının (150TW saat) iki katından fazla. Güneş enerjisinin elektrik enerjisine çevrimine dair problem ise şu gün var olan teknoloji ile çok pahalı oluşu. Dolayısıyla şu an sadece çöllerde kurulduğunda ekonomik olabiliyor güneş tarlaları. Öte yandan özellikle nanoteknolojinin güneş paneli üretiminde kullanılmaya başlamasıyla birlikte verim ve fiyat konusunda kayda değer iyileşmeler başladı. Aşağıdaki bağlantıdan ulaşabileceğiniz grafik güneş panellerinin elektrik üretimindeki gelişiminin ne kadar umut verici olduğunu gösteriyor.

http://www.freenergy.casadelstarkey.com/images/pagemaster/pvcost.jpg

Bu verilerin ışığında güneş enerjisinin ciddi bir elektrik üretim metodu olacağını söylemek çok ta kâhinlik sayılmaz. Tahminlere göre Türkiyenin nükleer santral kurması için geçecek süre içerisinde güneş panellerinden elektrik üretmek, nükleer enerjiden ucuz hale gelecekmiş gibi görünüyor.

Rüzgâr enerjisi;

Yel esip değirmen döndükçe elektrik üretiyor rüzgâr tribünleri, yenilenebilir enerji kaynakları arasında şu gün en popüler olanı. Fosil yakıtlarla rekabet edebilecek kadar ucuza elektrik sağlıyor ve bu sebeple hızla yaygınlaşıyor. Türkiye’nin özellikle ege kıyıları rüzgâr hızının uygun olduğu yerler. Aşağıdaki bağlantıdan ulaşabileceğiniz resimde denizler üzerindeki rüzgâr hızlarını görmek mümkün.

http://www.wwindea.org/technology/ch02/imgs/2_2_2_img11.jpg

Ege kıyılarıyla rüzgâr hızının benzerlik gösterdiği Almanya’nın kuzey kıyıları arasında karşılaştırma yaptığımızda karşımıza çıkan değerler komik. Almanya 30710 GW saat enerji üretirken rüzgârdan Türkiye’nin ürettiği miktar 127 GW saat sadece. Almanya’nın senelik rüzgârdan ürettiği elektrik miktarının, Türkiye’nin kömürden ürettiği elektrik miktarına yakın olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Türkiye’ye göre enerji ihtiyacı çok daha düşük olan Yunanistan’ın rüzgâr enerjisi kullanımı da Türkiye’nin 13 katı. Şu an için kullanılan rüzgâr enerjisi ise, Türkiye’nin rüzgâr potansiyelinin 135’te 1’i dolaylarında. Rüzgâr santrallerinin ilk yatırım maliyetleri, üretilen birim enerji temel alınarak karşılaştırma yapıldığında nükleer santrallerden kesinlikle daha ucuza gelirken, doğalgaz santralleriyle rekabet edebilecek durumda, çünkü yakıt bedava.

Jeotermal enerji;

http://www.soultz.net/fr_what_eng/what_images/map_geothermie.jpg

Yukarıdaki bağlantıya tıklayıp Avrupa jeotermal atlasını görmek mümkün, renk körü olmayan herhangi biri sanırım jeotermal enerji konusunda çok da fakir bir ülke olmadığını kestirebilir Türkiye’nin. Her gün yürüdüğümüz yerlerin altındaki bu sıcak sularla ısınmak mümkün olduğu gibi özellikle Türkiye’nin batısında bulunan kaynakların sıcaklığı elektrik elde etmek için de yeterli. Nükleer santral kurup, nükleer enerjiyle su ısıtıp buhar tribünü döndürmektense, hazır ısıtılmışını kullanmak bazen daha akıllıca olabilir. An itibariyle Türkiye, kullanmakta olduğu jeotermal enerjisinin çok büyük bir miktarını ısınmada, geri kalan küçük bir kısmını ise elektrik üretiminde değerlendiriyor. Bu tablonun, elektrik üretimi için kaynakların çok kullanışlı olmasına rağmen ortaya çıkmış olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Karşılaştırma için örneğin İtalya’nın jeotermal üretimi senelik 207901 TJ iken Türkiye’nin üretimi 40674 TJ. Yani İtalya Türkiye’nin neredeyse 5 katı kadar jeotermal enerji çıkartıyor yerin altından. Bu tabloya bakarak Türkiye yanlış yapıyor demek mümkün değildir çünkü enerjiyi çıkartmak ucuz bir iş değil, fakir ülkem yeri delmeye para bulamamış olabilir. Öte yandan İtalya çıkarttığı enerji ile 5527 GW saatlik elektrik üretimi yaparken Türkiye’nin elektrik üretimi 94 GW saatte kalmış. Yani İtalya Türkiye’nin sadece 5 katı kadar enerji çıkartırken 50 katından fazla elektrik üretimi yapmış çıkarttığı enerji ile. Şu an Türkiye’de kullanılan kaynağın, ekonomik olarak kullanılabilecek potansiyelin sadece yüzde 18’i olduğunu da sırası gelmişken belirtelim.

Biokütle;

Türkiye’de en çok kullanılan yenilenebilir enerji türü. Doğada var olan biyolojik kütleden enerji elde edilmesi. Yıllardır sobada yaktığımız odun aslında tam olarak yenilenebilir enerji kullanımı yani. Biokütle’nin yakılması sırasında ortaya çıkan karbondioksit, biokütlenin oluşumu sırasında fotosentezle doğadan alına miktara eşit olduğu için bu işlem tamamen çevreci kabul edilmektedir (tabi yakmak için kesip yerine villa dikmekten söz etmiyorum). Türkiye’nin konuya dair eksik kaldığı nokta biokütlenin direk kullanılıyor olması. Öte yandan çeşitli iyileştirmeler sonucu yanıcı akışkanlar elde edilmesi mümkün. Brezilya deneyi bu konuda özellikle kayda değer. Petrol sıkıntısı çeken Brezilya ulaşımda kullanılan dizel yerine şeker kamışından elde edilen etanol kullanarak önemli ölçüde petrol tasarrufu yapmayı başardı. Şu gün Brezilya’nın ulaşımda kullandığı bioyakıt miktarı 9.910.000 ton civarıyken toplam biokütleye dayalı elektrik üretimi 14808 GW saati buluyor. Türkiye ulaşımda hiç bioyakıt kullanmazken elektrik üretiminde biokütlenin payı sadece 22GW saat. Türkiye’nin ulaşımda kullandığı tüm petrol ürünlerinin toplamı ise 14.327.000 ton. Basit bir hesapla Brezilya’nın şeker kamışı kullanarak ürettiği yakıt miktarı, Türkiye’nin tüm ulaşımında kullandığı miktarın yüzde 69’u nu kadar. Tamamen çevreci, dışarıya bağımlı değil ve ucuz.

En iyi enerji hiç kullanılmayandır;

Tüm bunların yanı sıra bir diğer önemli problem ise enerji verimsizliği ve aşırı tüketimi, söz ettiğim şey Bursa varoşlarda halı yıkanmasından ziyade kar yağışının gecikmesiyle, turistler memnun olsun diye Uludağ’a yapay kar atmak gibi şeyler helikopterlerle. Dünya tüketiminin üç katı kadar gıda üretilirken harcanan enerji var tabi birde dünyada yaşayan 800 milyon aç insanın da dünyasını kirleten. Ferrarilerin, Grand Cherokeelerin yüz kilometredeki yakıt sarfiyatından söz ediyorum. Keşke yazı boyunca verdiğim veriler gibi veriler olsaydı elimde; havadaki zehrin ne kadarı hayatımız boyunca hiç binemeyeceğimiz arabalardan geliyor, ne kadarı hiç sahip olamayacağımız veya üretildiği gibi çöpe atılacak şeyler üretilirken saçıldı ortalığa. ABD toplam karbondioksit salınımının yüzde 30’undan sorumluyken 1 milyarın üzerindeki nüfusu olan Hindistan niye yüzde 2’sinden sorumlu sadece. Kısa süre önceye kadar Küba enerji sıkıntısı çekiyordu ve yeni bir enerji santralinin açılması gündemdeydi. Sonra planlı ekonominin mucizesi gerçekleşti. Küba devleti evlerdeki ampullere kadar kullanabildiği her yerde tasarruflu elektronik eşyalar kullanımına başladı. Kayıpların önlenmesi için çalışma yapıldı ve üretilip kullanılamayan enerji miktarı düşürüldü. Bu süreç sonunda(enerji devrimi diyorlar Kübalılar) yeni santral açılmasına gerek kalmadığı gibi harcanan toplam para santral yapım ve işletme maliyetinin altında kaldı.

Kapitalizm ve enerji;

Şimdi gelelim asıl soruya. Dünyayı kurtaran adam kim olacak? Al Gore gibi kaç kişi Nobel ödülü alırsa küresel ısınma önlenir? Sürdürülebilirlik (sustainability) dedikleri ne, neyin sürdürülebilirliğinden söz ediyorlar? Kapitalizm daha birçok alanda olduğu gibi çevresel bir yıkıma sebep oldu. Kar hırsıyla üreten, israfı yücelten kapitalizmin günahları dünyayı cehenneme iki derece yaklaştırdı son yüz yılda. Önümüzdeki yüz yılda dört derece daha yaklaştırması bekleniyor. O zaman içinde yaşadığımız bu dünya, içinde yaşayan şeytan için bile çok sıcak olacak. İşte şeytan bunu fark etti, bu şekilde giderse artık dünyayla birlikte kendi sonunun da geldiğinin farkında ama o ölmek istemiyor. Yine de hala aç gözlü ve varlığını sürdürmek istiyor. Sürdürülebilir bir çevre sömürüsü, sürdürülebilir emek sömürüsü sürdürülebilir yoksulluk, tek şansı bu. Kapitalizm kendisini dizginleyerek çözebileceğini düşünüyor problemi. Bir sürü ülkede karbondioksit emisyonuna yüksek vergiler getiriliyor, yenilenebilir enerji üretimi teşvik ediliyor. Kyoto’da protokoller imzalanıp çevreci ama kapitalizmle barışık örgütler destekleniyor. Ne kadar becerebildiklerini merak edenler için ise aşağıdaki baplantıdan ulaşılabilen grafik anlamlı.

http://www.manchesterismyplanet.com/pictures/global%20temperature%20and%20co2%20levels_400x10000(1).jpg

Market ekonomisi şartlarında yenilenebilir enerji üretimi karlı olduğu için gerçekleşebilir sadece. Aynı şekilde karlı olduğu sürece çevreye zarar vermekte hiçbir problem yoktur. Dolayısıyla fosil veya nükleer yakıtların enerji üretiminde kullanımı toplam maliyetleri her ne kadar yenilenebilir enerji üretiminin maliyetiyle kıyaslanamayacak kadar yüksek olsa da devam edecektir. Çünkü maliyetin sadece parasal kısmı enerjiyi üretip satanın cebinden çıkmaktadır. Geri kalan ağır kısmı ise bizim sırtımızdadır. Bozulan sağlığımız, nesli tükenen türler, küresel ısınma kaynaklı doğal afetler faturalandırılmamaktadır.

Kaynaklar;

http://www.iea.org/

http://www.freenergy.casadelstarkey.com/

http://www.soultz.net/

http://www.wwindea.org/

http://www.apec-vc.or.jp/

http://www.manchesterismyplanet.com/

 
Toplam blog
: 4
: 35859
Kayıt tarihi
: 23.01.07
 
 

Temel olarak yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği konularında çalışıyorum. Burada bunlarla çok..