Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '18

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Girişimcilik; Tavşan ve Kaplumbağa

Girişimcilik; Tavşan ve Kaplumbağa
 

Nerden başlasam bilemiyorum bazen. Bizim ülkemizde insanın doğru bir şey yapabilmesi zor. Bunu yaptıktan sonra anlatması daha zor. Hele hele endüstriye uyarlayabileceğini ve ülkeye çok büyük girdi sağlayabileceğini anlatması kamuda ise imkânsıza yakındır neredeyse.

Kime sorsan dürüst, kime sorsan Müslüman kime sorsan ecdadı ile gurur duyar bu ülkede. Ama en önemlisi kime sorsan vatansever. Ülkesi için ölür gerekirse.

Peki, bu gidişat neyin nesi o halde?

“Adeta sütten çıkma ak kaşık, som altından dökülme insanlar ülkesinde”.

Oturup her kahvehanede, her kadın gününde, her büroda, hatta kamunun ya da özel sektörün boğaza nazır şık ofislerinde siyasetçileri suçlayıp, elimizi bu kötü gidişattan yıkayabiliriz.

Bunu yapıyoruz da zaten ama değişen ve iyiye giden bir şey yok.

Kış geliyor, sebze meyve gidiyor ve üretime dayanmayan ekonomimizin düştüğü çukurun derinliği artık çarşıda pazarda daha net görünüyor.

Kendimizi kandırmayalım bu gidişatta umut yok!!!

Benim çocukluğum Çukurova’nın ekonomisinin en parlak zamanlarına rastlar.

Her evden en az birkaç kişinin fabrikalarda çalıştığı, pamuğun, tekstilin, tarımın, petrol arıtma rafinerisinin, turizmin yükseldiği zenginliğin bereketin kapılardan bacalardan aktığı yıllara.

Şimdi ise Tarsus’a giderken Adana Şakirpaşa Havalimanı Tarsus arasındaki hatta sadece o eski parlak günlere ait fabrikaların enkazları var. Ne pamukta tat kaldı ne tekstilin dev markalarının esamesi var.

Aynı hayalet endüstri manzarası Tarsus Mersin hattında da var.

Orada da ne cam sanayi, ne azotlu gübre ne Ataş petrol arıtma rafinerisi ne Mersin limanına mamul ürün taşıyan kilometrelerce sıra oluşturan nakliye kamyonları var.

Tarım dersen sorun dünyanın en güzel sofralık üzümü olan ünlü “Tarsus Beyazı Üzümünün” adını Tarsus’ta bile hatırlayan kaç kişi var?

Nerde zeytinliklerimiz, nerde üzüm bağlarımız, nerde kaldı senede üç kere ürün veren o bereketli topraklarımız.

Annemin deyimiyle “toprağa kemik soksan can biten” topraklarda şimdi ne var.

Ben söyleyeyim köyle kent kültürü arasına sıkışmış apartmanlarının çatısında saçta ekmek pişiren hibrit bir kültürün sahiplerinin, ev yaptırmaya doyamayan, en az 5-10 evi olmadan gözü uyku tutmayan aç gözlü sonradan görmelerin, dişini bile elektrikli fırça ile fırçalayan ama her türlü enerji projesine karşı çıkmayı çevrecilik sayan, çakma entel bozmalarının villaları var.

Ve bu manzara üç aşağı beş yukarı tüm ülkeye hâkim.

Bir hışım, çalıyor, çırpıyor, topluyor ama bir türlü asıl manzarayı göremiyoruz nedense. Ama gözümüzü kapayınca manzara kapanmıyor ne yazık ki.

Uyanın artık efendim uyanın, lütfen.

Ecdatta övünmeyi de bırakıp, kapamaya çalıştığınız o çirkin yanınızla yüzleşin artık.

Bakın biz ikinci dünya savaşına girmediğimiz halde ne haldeyiz ve ikinci dünya savaşın da yanan, yıkılan, ikiye bölünen Almanya nerde?

Bakın ikinci dünya savaşında yerle bir olan Fransa’nın ekonomisi nerde biz neredeyiz?

Parfüm yaptım diyen oralı olan yok. Fransa çok yatırım yapmıştır diyen bile oldu.

Savaştan çıkan Fransa sadece yarım asırdan biraz ötede. Güller karanfilden savaştan zarar görmeden çıkmadığına göre!!

Nano ürün geliştirdim diyorum, tık yok.

Nano kelimesi zikredileli kaç yol oldu dersiniz?

Sadece 25 yıl kadar.

Nedir bu komplekslerimiz, kendi insanımıza güvenmeyişimiz ve çalmayı çırpmayı riyayı adeta bir ülke tavrı olarak üstümüze giyişimizdeki nedenlerimiz?

Bunları cesurca masaya yatırmamızın zamanı gelmedi mi?

Geçmişimizle övünmek güzel ama 300 yüzyıl önce haritada var olmayan bir ülke bugün dünyayı yönetiyorsa kendimizi çok iyi görmemiz de şart!

Dış düşman vs yalanlarının, bahanelerinin, bayatlamış, eskimiş ve hatta kokmuş gerekçelerin arkasından çıkın artık teker teker.

Evet evet sizler.

Siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler, özel sektör ve masumu oynamaya çalışan halk.

Yani Hepimiz.

Bu tabloda hepimizin az ya da çok payı var.

Sadece siyasetçileri şunu bunu suçlananın anlamı yok.

“ÇÜNKÜ ONLAR BİZ NEYE İNANMAK İSTİYORSAK ONU SÖYLÜYOR”.

Şayet biz ülkece zengin olmak, kültüre, sanata dayalı nitelikli bir hayat yaşamak istiyor ve bunun içinde her türlü bedeli ödemeye hazırsak söyleyeceklerim var.

Bunun için bizden daha iyi düşünen, bizden daha yetenekli insanları hazmetmeye, onların yolunu açmaya ülkemiz ve insanlık adına bir şeyler yapmalarına imkân tanımaya mecburuz en başta.

Sonrasında elimizi taşın altına koymaya, her ne iş yapıyorsak onu adil ve dürüstçe en iyi şekilde yapmaya razı mıyız her koşulda?

Bir de şu çevrecilik olayının rayından çıkması var ki tam evlere şenlik bir manzara. Bakmaya içim dayanmıyor artık. Olayın sulanması tam o noktada.

Biz sadece organik yemek yemek, yeşil gıda tüketmek, sinekleri ilaçlatmayıp insanları sıtma riski ile karşı karşıya bırakarak yaşayacak bir canlı türü değiliz, çakma çevreciler bunu anlayın artık.

Bizim bir de ruhumuz var.

Sanat, edebiyat, şiir, kültür gibi kavramaları da çoğu kişinin beş yüz kelimeden ibaret kelime hafızasına alması şart!

Bir de sanat demekten anladığınız lütfen TİYATRO ile sınırlı olmasın lütfen.

Alınmayın ama sanatında çok daha nitelikli alanları var.

Nedir bizim dünya kültür havuzuna katkımız ve nerede bizim dünya kültürünün parlayan yıldızları olabilmiş sanatçılarımız?

Her şeye başka bir perspektiften bakmamız ülkemizin Güzel Sanatlar Üniversitelerini, Felsefe Üniversitelerini, Spor Bilimleri Üniversitelerini, Teoloji Üniversitelerini siyasal değil liyakat esaslı bir anlayışla acilen oluşturmamız lazım.

Yoksa gidiyoruz tepetaklak ve bu gidişat artık camiden salayla.

Bu tablo parti ve vekil ya da belediye başkanı değiştirmekle durdurulamaz.

Bunu için ülkece öncelikle düşünmek konusunda bile iliklerimize işlemiş tembellikten, ataletten aşağılık komplekslerimizden sıyrılmamız şart.

Üretmek zorundayız öncelikle, her birey her fert üretmek zorunda!

Üstelik bu üretim nitelikli, sürekli, markalı olmak zorunda.

Uyanın artık. Uyan Türkiye çöküşe çeyrek var.

Sözüm ortaya.

Çünkü benim bir tek ülkem var.

Saygılarımla.

 

Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir

04.11.2018

Muğla

 
Toplam blog
: 130
: 1375
Kayıt tarihi
: 08.04.14
 
 

Muğla Üniversitesinde Prof. Dr. olarak çalışmaktayım. Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkez..