Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '10

 
Kategori
Deneme
 

Gitmeli bazen...

Gitmeli bazen...
 

Gitmeli bazen....


Yüksek bir yerden bakmak. Ama sadece bakmak, kendi dışınızdaki hayatların yansımalarını öylece gözlemlemek. bir şeyleri durup izlediğiniz zaman daha sakin olabilirdiniz. O an ki kızgınlığınız ya da kırgınlığınızın yerini hissizliğe bırakmıştır. Bazen nedenlerini sizin bile bilmediğiniz şeyler yapmanız olağandır, sıra dışı ve anormal olduğunu düşünmezsiniz. Ya da sadece tek bir an sorarsınız “Ben ne yapıyorum?” diye…


“Güzel manzara değil mi?”

Hafif bir tebessümle yanıt verir:

“Evet, gün batımında daha da harikadır.”

“Buraya sık gelir misiniz?”

“Eskisi kadar değil.”


Konuşmak zorunda hissettiğiniz anlarda inadına susmak, sessiz çığlığınızı kimsenin duymamasını istemek, tanımadığınız bir insanın sizinle iletişime geçmeye çalışmasını canınızı oldukça sıkabilir.


“Burak ben.” Diyerek elini uzatan adama baktı.

Uzatılan ele öylece bakarken o elin havada kalacağını biliyordu. Ve cevap olarak kendi ismini söyleme nezaketine bile katlanamayacağını da biliyordu.

“İsminiz?”

“İsmim önemli mi? Şey lütfen beni rahat bırakır mısınız?”

“rahatsız ettiğimi düşünemedim, kusura bakmayın. Konuşmaya ihtiyacım vardı, zannettim ki sizinde vardır diye düşündüm. Şey beraber…”

Sözlerinin devamını beklemeden adama baktı. Genelde insanların gözlerinin içine bakardı. Sanki insanların tek doğrusu gözlerinde saklı sanırdı.

“Bana asılıyor musun?”

“Şey… Asılmak denemez, sadece…”

“Net bir yanıt bekliyorum.”

“Sanırım evet.”


Gerçekten de “Ben ne yapıyorum?” diye kendinize şaştığınız zamanlar oluyor mu? her şeyin bir nedeni ve sebebi varsa peki bunları yaşamamız da Tanrı’nın işi mi?


Tanımadığınız bir insanın yanında bulunmak cesaretinizin mi yoksa aptallığınızın mı simgesidir?


Dört duvara bakarken hiçbir şey düşünmüyordu. Gerçekten düşünmekten yorulmuştu ve artık hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu. Buraya neden gelmişti ki?


“Hala adını söylemedin. Yoksa bir adın yok mu?”

“Bir den fazla adım var. Bilmene gerek yok hem.”

“Ne içersin? İstersen bira da var.”

“Sen ne içersen uyar.”

“Kusura bakma bu arada, öğrenci evi işte. Bir veteriner öğrencisi olarak anca bu kadar düzenli yaşayabiliyorum.”

“Önemli değil.”


Umursamamazlığınızın boyutları ne kadar umrunuzdadır mesela… Normalde hoşlanmadığınız şeyler gözünüze ne zaman batmamaya başlamıştır?


Evi gözden geçirirken gerçekten hiçbir şey düşünmüyordu.


“Dur oğlum. Köpeğim Efes. Güzel bayanla tanış oğlum. Belki sana ismini söyler.”

“Hey gel buraya oğlum.”

“Köpekleri sevmen güzel.”


Konuşamayan bir canlı sizin en yakın akadaşınız olabilir mi? Sırdaşınız, dert ortağınız. En önemlisi de siz gitmesini isteseniz de sizin yanınızdan ayrılmak istemeyecek bir arkadaşa sahip olduğunuzu bilmeye ihtiyaç duymak sizi mutlu etmez mi?


“Anlaşılan konuşmayı sevmiyorsun?”

“Yo hayır, sadece bugün şu an konuşmak istemiyorum.”

“Peki sen keyfine bak, izninle lavaboya gitmeliyim.”

“…”


Konuşamayan sizin gözlerinize korkusuzca bakabilen bir canlı iç hesaplaşmayı da beraber getirir mi?


“Burada ne aradığımı bilmek istiyorsun sanırım? İnan bana ben de bilmiyorum Efes. Hani derler ya Allah’tan belanı mı istiyorsun diye. Sanırım ben belamı bile bulamayacak kadar kör biriyim. Burada ne işim var? Sahibin kim ve nasıl biri bilmiyorum ama şu an onun evindeyim. Bu ne kadar garip değil mi? Bunu kendime neden yapıyorum bilmiyorum. Daha doğrusu bunu ilk defa yapıyorum. Üstüne üstlük tedirgin bile değilim. İnsan bu kadar soğukkanlı nasıl olabilir. Birazdan belki de kendimi cezalandıracak ve ruhumu bir parça daha öldüreceğimdir.”


Masanın üzerinde ders notlarını görmüştü. Ve bir de not “Seni seviyorum aşkım.”


İçten bir tebessümle gülümsedi. Ve kalemi eline alarak “Bira için teşekkürler, hoşça kal.” Yazdı kağıdın üzerine. “Seni seviyorum aşkım” notunun olmadığı bir sayfaya.


Geldiği gibi çıktı kapıdan. Ardında ne bıraktığı umrumda değildi. Ona göre de doğru olan buydu. İçinde ne bir kırgınlık ne de kızgınlık vardı.


Hayatında anlam veremediği bir şey daha… Ama üzerinde düşünmeye lüzum görmeyecek kadar boş vermişti dünyaya.


Yaşamını akıntıya bırakmak, boşa kürek sallamaktan iyidir değil mi?

Bazen gitmeli evet, kendinden bile gitmeli insan. kendini terketmeli, ruhunu yenilemeli. Ruhu öldüğünü söylüyorsa ruhunu da gömmesini bilmeli. Dedim ya gitmeli bazen ardına bakmadan. Ardındakini umursamadan...

Ardında kalan kendisi olsa bile, yeni bir ben kazanacaktır, maddenin yapısı ufacık bir hücreyse eğer...


F.T.

 
Toplam blog
: 128
: 1145
Kayıt tarihi
: 23.11.07
 
 

Herkes gibi yazar, çizerim. Dünyamı boyarım hepsi bu!..