Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '12

 
Kategori
Öykü
 

Gizemli Mektup

Gizemli Mektup
 

sendeyaz.net


Çalışma odasının bir köşesine uzun zamandır almayı planladığı çalışma masasını sonunda bugün almış, heyecanla eve getirilmesini sağlamıştı aynı gün. Eski, kızıl kahve renkli, üstünde masasına yapışık iki küçük çekmecesi olan, hafif dışarı yay gibi eğimli, aşağı doğru incelen, oymalı bacakları üzerinde asilce yıllara meydan okumuş bir antika masaydı yeni eşyası. Antikalara meraklıydı Öznur, kimbilir kaç antikacı dolaşmıştı içindeki resmi bulana kadar. Hemen nemli bir bez aldı eline ve temizlemeye başladı keyifle. Sıra çekmecelere geldiğinde önce sağdakini açtı, yerinden oynatması biraz zor oldu, çünkü iki tarafını eşit çekmek gerekiyordu.Kutunun. İçini temizledi, sonra diğerine geçti. Bu sefer daha tecrübeliydi, yavaşca iki tarafı dengeleyerek açtı. İçinde eski, sararmış bir zarf duruyordu, elini uzatıp, aldı. Zarfı açtı, içindeki özenle katlanmış kağıdı açıyordu ki, içini bir ürperti kapladı. Acaba hiç dokunmamalı, aldığı yere teslim mi etmeliydi. Bir süre oturdu masasının üstünde zarfın yanında duran mektuba bakakaldı. İçinden bir his, 'Haydi aç, oku, ne duruyorsun' derken, diğeri, 'Sakın açma, senin değil, başını derde sokma, uğursuzluk getirme.' diyordu. Ama Öznur, merakına daha fazla engel olamayarak, mektubu aldı, yavaşca açtı ve okumaya başladı.

Sağ üst köşesinde Nisan 1973 tarihi yazılıydı. 'Sevgili kızım Nadire' diye başlıyordu. Bu mektup, sana olan sevgim ve kaybetme korkusundan dolayı yıllarca açıklayamadığım bir gerçeği sana geç de olsa anlatmak ve beni anlamanı beklemek üzerine kaleme aldığım bir yazı. Şimdikilerden daha kalın bir mürekkep izi ile, yer yer dağılmış izlerin de olduğu, düzgün bir yazı ile yazılmıştı gizemli mektup. Öznur çok meraklanmıştı, okumaya devam etti.

Canım yavrum, seni ilk kucağıma aldığımdan beri, öyle mesudum ki. Sana öyle çok bağlandım, öyle çok sevdim ki!... Sen benim, yıllardır yandığım çocuk hasretimin ilacı oldun. Birgün elimden alabilecekleri endişesi beni böyle davranmaya itti. Seni kimselere bırakamaz, emanet edemez olmuştum. Bu saplantım, zaman içinde beni öyle hapsetti ki, kocamdan bile uzaklaştığımın, onu ne kadar ihmal ettiğimin farkına varamadım. Bir süre sonra da beni terk etti zaten. Kendi çocuğumuzun olmaması ve buna inat sana olan tereddütsüz bağlılığım, onda oluşan kızgınlığı açığa çıkardı ve ikimizi de bir daha aramadı bile. İki kişilik sımsıkı bir aile oluvermiştik bir anda. Sonra Eskişehir'de anne babamın yanında yaşadık bir süre. Senin ve kendim için artık bir silkelenmenin zamanı gelmiş de geçiyordu bile, çünkü çalışmam gerekiyordu. Evlilikten sonra ara verdiğim Almanca Öğretmenliğine geri döndüm, ben okuldayken sana bakması için güvenilir bir bakıcı buldum, sık sık da annem ve babam kalmaya gelerek destek oldular. Aradan geçen yıllar sonrasında ben de adım adım hayata döndüm ve okulda öğretmeni olduğum bir öğrencimin velisiyle tanıştım. O da eşini kaybetmiş, oğlunu kendisi yetiştirmeye çalışıyordu. Hayata dair ortak kaygılarımız, beklentilerimiz ve sevgimiz bizi birleştirdi ve kısa sürede evlendik. Feridun Bey sana ve oğlumuza çok ilgili bir baba oldu. Seni her zaman canımın bir parçası olarak sevdim, kendi doğurduğum bir çocuk ancak bu kadar sevilebilir buna inan. Bu mektubu sana ne zaman verebileceğimi şu an bilmiyorum, ama geç de olsa bilmen için yazmak istedim. İkinci kez düşük yaptığım gece hastanede seni ölmek üzere olan yapayalnız, çaresiz bir annenin elinden onun rızasıyla aldım ve bağrıma bastım. Bana kimsesi olmadığını söyledi ve kısa sürede son nefesini verdi. O yıllarda evli olduğum kocam, evliliğimiz ile ilgili son çırpınışlarımızı verdiği için buna ikna oldu ve gerekli gizlilik sağlandı. Ancak daha sonra yaptığım araştırmalar ve tesadüfler sonunda asıl babanın o yıllarda çok ünlü bir iş adamı olan Nadir Çakıroğlu olduğunu ve annenin uğradığı bir ihanet sonrasında kaçıp, zor durumlara düştüğünü öğrendim. O yapayalnız derin mavi gözleri ve hüzünlü vedasını hiç unutamadım. Sonradan seni o imkanlardan ve gerçek ailenden kopardığımı düşünüp suçluluk duydum, ama zaten annenin babanla bağları çoktan kopmuştu. Sonradan baban bizi buldu, bebekken sık sık da ziyeret etti, yıllar süren ikna çalışmalarım ve onun da bir başka ailesinin olması sebebiyle senin bunlardan hiç haberin olmadı. Hep bana, sana ve Feridun Bey'e dolaylı olarak arkamızda desteğini sürdürdü. Lütfen beni affet, seni çok sevdiğimi, tek bilmeni ve gönülden inanmanı istediğim gerçek bu.

Annen,  Neyir Akça    

Öznur gözyaşları ile okuduğu mektubun ardından hemen masayı aldığı antikacıya doğru yola çıktı. Vakit akşam üzerini geçmek üzere olduğundan açık bulacağından bile emin değildi aslında, ama dükkan sahibini, kepenkleri kapatırken yakaladı. Antikacı düzenli biriydi, satış yaptığı tüm eşyaların sahiplerini telefon ve adres bilgilerini düzenli olarak defterine kaydediyordu. Önce, Öznur'a telefonu vermek istememesine rağmen, mektuptan bahsedince ve Neyir Hanımın adını da duyunca numarayı verdi. Öznur, çok yakın olan adrese, Nadire kapıdan çıkmak üzereyken olaştı. Nadire, Öznur'dan beş altı yaş kadar büyük, çok hoş bir genç bayandı. Öznur, olanları anlattı, mektubu sahibine vermek istediğini söyledi. Ancak Neyir hanım bir hafta önce vefat etmişti, Öznur, mektubu Nadire'ye verdi, kendi numarasını da bırakıp, gitti. Kapıdan çıkan Nadire, yine uzun zamandır hissettiği gibi izlendiği hissine kapılarak, hızlı adımlarla, babasını yarın tekrar görmeye gelmek üzere, kendi evine doğru yola çıktı. Kapıyı kocası açtı, ikizleri de koşup annelerinin bacaklarına sarıldılar. Nadire sevgiyle onları kucakladı, kocasını öptü ve evine girdi. Çocuklar çok etkilenmesinler diye babasının evine onları götürmüyordu, acıları çok tazeydi çünkü. Onlarla biraz zaman geçirdi, çocukları uyuttu ve eline mektubu alıp, mutfağa gitti Nadire, çayın demlenmesini bekleyerek, mektubu açtı ve beklemediği bir gerçekle karşılaştı. Elleri titremeye başladı, gözlerinden inen yaşlar arasından okumayı sürdürüyoru, çayın suyu kaynamış, yerlere döküldüğü sırada kocası mutfağa geldi. Telaşla 'Ne oldu Nadire, iyi misin' derken çayı fark etti ve ocağa koştu. Döndüğünde Nadire mektubu uzattı ona. Mektubu okuyan eşi, Nadire'ye sımsıkı sarıldı, yaşadığı şok büyüktü. Annesi yaşıyor olsaydı, belki ona hesap sorabilir, kapıyı çarpıp çıkabilir yada bağırıp çağırabilirdi. Ama özlemi şimdiden içini sızlatırken, ona duyduğu acıma duygusu baskın hissediliyorken bunu yapamadı. Düşünceler arasında geç saatte uykuya daldı. Sabah kalktığında sakinleşmişti, çocukları okula gönderdi, eşiyle birlikte babasını ve erkek kardeşini de alıp, annesini ziyarete gittiler. Artık hesaplar kapatılmış, açıklamalar yerini bulmuştu. Annesine kızgın değildi, haklar helal edilmişti. 

Bir süre sonra Nadire, Öznur'u aradı, çok iyi dost oldular, sonrasında da akraba. Nadire'nin erkek kardeşiyle evlendi Öznur. Aradan geçen birkaç ay sonra da Nadire bir mektup aldı, gönderenin belli olmadığı. 

Sevgili kızım, diye başlıyordu mektup. 

Seni yıllardır uzaktan seviyor ve izliyorum. Seni canının bir parçası gibi görüp sahiplenmiş, bir anneye, Neyir hanıma verdiğim sözden dolayı hayatınızın hep kıyısında kaldım. Ama değişik vesilelerle hep arkanızda durdum. Artık gerçeği öğrendiğini umuyor ve seninle karşılaşmak, görüşmek istiyorum. İster baban olarak, ister koruyucu meleğin. Sevgili babanı, Feridun Bey'in de izniyle tabi. Lütfen ailenin diğer yarısını da tanımaya bizlere izin ver. Nadire zaman zaman kapıldığı, izleniyor olduğu hissini, en zorda kaldığı zamanlarda Hızır misali yollarının birileri tarafından açılışını şimdi daha iyi anlamıştı. Ölümünden itibaren annesinin mezarı başından eksik olmayan demet demet çiçekleri de.    

 
Toplam blog
: 46
: 826
Kayıt tarihi
: 07.08.12
 
 

Küçük bir gülümseyiş ya da farkındalıklar yaratacak atıştırmalık öyküler yazmayı planlıyorum, bun..