Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '19

 
Kategori
Öykü
 

Göbeklitepe 13

Orupta içindekini dışarıya vuramıyordu bir türlü. Onca eğlence, onca yaşanmışlık ne içindi. Kendi varlığını anlamsızca sorguluyordu ama sonuca varamıyordu. Birileri ona görünmez şeklide isteklerini yaptırıyor ama Orupta o kişiyi bir türlü tanımlayamıyordu. Aklına güzel ve kötü şeyleri kim getiriyordu. Eğer aklı gelişmiş olan düşüncesine, geleni hemen yapmayıp bunu sorguluyorsa gizem, denen şeyi direnciyle karşılıyor ve akla gelen mutlaka şu veya bu şekilde sonuca ulaşıyordu. Orupta sonucu getiren o gizemi bir türlü çözemiyordu.

Düşünmekten yorulmuştu, vazgeçti bundan. Orupta’ya tahılların azaldığı söylenmişti.Klanın kalabalık şekilde tahıl toplamaya çıkması gerekiyordu. Az olan tahıl stoğu dün gece ki şölende yetersiz hale gelmişti.

Orupta mızrağını eline aldı ayağa kalktı. Irmağa son kez baktı. Aklına güzel şeyler geliyordu. Düşünceleri kutsal dairelerdeydi. Onları inşa edip gizemli görüntülere kavuşturmuş, sonra onları toprakla üstünü örterek gömmüş, bu sayede sonsuza kadar onun olmuştu, ta ki daireler bulununcaya kadar. Orupta buna ihtimal vermiyordu. Toprağın altına gizlenenler doğal tepelere dönüşmüştü. Yabancı birinin keşfetmesi için derince kazması gerekiyordu. Üzerinde ağaçlar, bitkiler otlar bile büyüyünce toprağı bitiremezdi. Ne yağmurlar ne rüzgarlar, hiçbir şekilde bitiremezlerdi.

Bölgenin ortasına gelince bağırdı Orupta. “Hemen hazırlanın, tahıl toplayacağız. Avcılarda hazır olsun.” Avcılar erkeklerden oluşacaktı. Tahılları ise kadın, yaşlı, genç çoluk çocuk toplayacaktı. Orupta’nın çağrısı kısa süreden karşılık buldu.

Orupta “Bölgemizin nöbetçileri yabanilerle karşılaşırsa onlarla anlaşsın. Ne istiyorsa verilsin. Onlarla savaşırdık ama bir şeyler vermek daha akıllıca olur. Zaten neyimiz kaldı ki, çadırlarımız var.  İsterlerse verin onları. Çadırlarımızı birkaç günlük seri avlarla yeniden kurarız. Bölgemize vahşi hayvanlar girerse bekçilerin insafına bıraktım.” Dedi sözünü bitirdi.

Orupta’nın peşinde kadınlar ve diğerleri vardı. Hayvan avına ise Akaptu önderlik ediyordu. Avcılar daha neşeli gibiydi. Bu Orupta’nın gözünden kaçmadı. Onların et yiyeceğini biliyordu. Neşeleri ondandı. Kadınlar ve diğerleri için avcıların dönüşü önemliydi. Onlarda neşelerine böyle kavuşacaktı.

Uçsuz bucaksız ovada ilerliyorlardı. Her zamanki yere gidiyorlardı. Orupta gençlere konuşmaya başladı. “Siz bilmezsiniz ama gideceğimiz yer öyle bereketli ki orada hep yaşamak isteyeceksiniz. Neden orada yaşamıyoruz diyeniniz çıkacak, söyleyeyim. Atalarımız o yerde hep avlanırdı ama o yerde her avlanmada yaralananlar olurdu. Normal bir şey değildi bu. O zamanın kahini ile toplantı yaptılar. Kahinin ismi Namçehut idi. Toplantıda kimisi avlara eziyet ettiklerini, kimisi güneş batarken avlandıklarını, kimisi de bu yerin kutsal olduğunu ve hayvanları koruduğunu söyledi. Ve bu yerde avlanmayı bıraktılar. Öyle ki avlanma bırakılınca ertesi sene topraklardan öyle bereketler fışkırdı ki otu, böceği, ağacı, meyvesi daha görülmedik nice yeni şeyler yetişmeye başladı. Oysa atalarımız oraya yeni hiçbir şey ekmemişti. Başkası ekmiştir diyeniniz olabilir. Ve biz biliyoruz ki oranın dışında hiçbir yerde o yeni şeyler yetişmiyor. Biz bunu çok denedik. Yeni bitkileri bölgemize götürdük, şefkatle büyümelerine çalıştık, olmadı. Sonunda şu karara vardık. Bitkilerin yerini değiştirmek orada hayvan avlamak kadar tehlikelidir dedik.”

Namuşkuput adlı genç sordu. “Neden biz gençler bu şeyleri bilmiyoruz. Şimdiye kadar bizden neden sakladınız. Bir şeyleri bilmek klanımızı daha güçlü yapmaz mı?”

Orupta “Bazı şeyleri size açıklamıyoruz. Bu şeyleri zamanla sizin bulmanızı istiyoruz. Mesela anlattıklarımı bilseydiniz hemen gideceğimiz yere gizlice gider kendi başınızla anlattıklarımızı tecrübe etmeye kalkışırdınız. Şimdi bana sorarsınız, şimdi niye anlatıyorsun diye. Şöyle, bir sır uzun süreler saklanır ama sır bulunduğu kabuğu mutlaka bir gün çatlatır. Bu sır böyle bir şey. Bunu ben size söylemeseydim doğa ana mutlaka size fısıldardı. Bilgiyi bizim gibi ehil elden almanızı istedim. Mesela bilmek istediğiniz önemli bir şey varsa bunu ilk elden bizden öğrenin, ehil olamayanlardan öğrenmeyin. Çünkü ehil olmayanlar ne kadar doğru şeyler söylese de onların bir şekilde yanıltıcı yönlendirmeleri olur. Siz hiç yabancı birinin durduk yere ikramını kabul eder misiniz. Acaba içinde bir kötülük var mı diye düşünürsünüz. Güven konusunda önce kendinize danışın. Doğruları yabancılardan almayın. Ta ki doğaya her şeyi ile açıldığınızda başkalarına da güvenebilirsiniz.”

Kadınlardan biri “İşte tahıl tarlalarımız. Sarı başaklar göründü.” Diye sevinç içinde söylendi.

Orupta “Şimdi bütün deri torbalarını açın ve birbirilerine bağlayın. Sofra ne kadar büyük hale gelirse o kadar güzle olur, topluca taşımak kolay olur. Dikkat edin, buğday sapını kökleyeceksiniz. Başaklara zarar vermeyin.” Dedi kalabalığa.

Kalabalık dört bir yana dağıldı. Birkaç kadın deri torbalarını açarak birbirine bağlamaya başladı. Torbalar büyük bir sofra oluşturdu. Kadınlar geniş tarlaların içine dalıp ellerinde biriktirdikleri buğday başaklarını getirip sofralara bırakıyordu.

Gökyüzünde güneş sıcağı ile onları bezdirmeye çalışıyordu. Onlar yılmıyordu. Çünkü kadınlar başak toplamayı çok seviyordu. Ne kadar çok topluyorlarsa kış mevsiminde o kadar rahat edeceklerini biliyorlardı. İşleri ancak akşama biterdi.

Orupta gençleri yakın mevkilerde ava yolladı. Çalışmak ve bunu keyifle devam ettirmek için av etine ihtiyaçları vardı.

Namuşkuput ve Lakipan iki grup oluşturdu. Gençler bu iki kişiye bölüştürüldü. Namuşkuput grubuna “Öncelikle oklarımızı kullanacağız. Uzak mesafeden mızrak atmak yok. Bir av gördüğümüzde çevresini ne kadar sararsak o kadar iyi olacak.” Dedi, grubu ile harekete geçti.

Namuşkuput etrafı dinledi. Kuş cıvıltılarını duydu sadece. Bir tepeye doğru ilerlediler. Tepeye çıktılar. Etrafı gözlediler.

“İleride antilopları görüyorum. Ne dersiniz ava başlayalım mı.” Dedi Namuşkuput, ekledi “Avların peşinde yırtıcı hayvanlarda vardır. Dikkatli olalım.” Gençler cesurdu, yırtıcı hayvanlardan korkmadıklarını söylediler.

Tekopur isimli genç “Antiloplara ağaçların üzerinden saldırırsak avantajlı olur. Bizi görmek için kafalarını kaldırmayacaklardır. Henüz bunu tecrübe ettiklerini sanmam. Baksanıza kafaları yerde, ha bire ot yiyorlar. Onların kafaları yerde biz de yerdeysek mutlaka bizden ürkerler. Ama bizi ağaçta görürlerse bizi maymun zannederler bizimle ilgilenmezler.”

Namuşkuput “Haklısın Tekopur ama antilopları ürkütmeden ağaçlara nasıl çıkacağız. Onlara avcı olmadığımızı hissettirmek için yerimizde zıplayarak, şaklabanlıklar yaparak, şaşırtmaca yapmamız gerekir.”

Başka bir genç “İkinizin taktiği de güzel. O zaman ikiye ayrılalım. Onları şaşırtırken diğerlerimiz gizlice ağaca çıksın.”

Bu görüş yerindeydi. Aynen uygulandı. Gençler bağırıp çağırırken birkaç antilop ürktü ama kaçıp uzaklaşmadılar. Diğerleri antilopları ürkütmeden iki avlara yakın iki ağaca sessizce ve görünmeden çıktılar. Av okları fırlatıldığında dört antilobun okları yediği görüldü. Yaralı antiloplar uzaklaşmıştı fakat avcıların takibinden kurtulamadılar.

Gençler tahıl toplama alanına doğru dört antilobu sırtlamış ağır ve uzun bir yürüyüşten sonra getirdiler. Az sonra Lakiban’ın grubu da iki geyikle çıka geldiler. Birkaç kadın tahıl toplamayı bırakıp görenlerin dişlerini kaydıran avları büyük bir şevkle temizlemeye başladılar.

 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..