Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '19

 
Kategori
Öykü
 

Göbeklitepe 4

Arkeot temiz kalpli biriydi. Onun temiz kalbi tapındığı gizli güce geçebilen bir ritimdeydi. O gün yine gizli gücünü düşünürken uzaklara gitmek istedi. Sanki biri ona fısıldıyordu. “Ara yenterin ku. Uto ma soridu.” Yani “Gel buraya, sana diz teması öğreteceğim.” Diyordu.

Arkeot iki büyük bulut uzaklıktaydı. Bu yolculuğu Orupta’da biliyordu. Biri içini dinlemek istediğinde gider, klandan uzaklaşır, uğradığı yerlerde yeni şeyler öğrenir, geri döndüğünde klanına anlatacakları ile coşardı.

Ama Arkeot öyle esrarlı bir şeyin peşindeydi ki az sonra onunla karşılaştığını hissetti. Kemiğe dönmüş bir geyik kalıntısı. Arkeot eğildi bir süre, kemikleri kokladı, dilini değdirdi. Tuz tadı vardı. Kemikleri insan şeklini andırır bir düzene koydu.

O an gizli güç tanrı Tamumbu’ya yalvardı. “Ne olursun bana bilmediğim bir şey söyle.”. Bir hayli süre seyretti durdu kemikleri. İnsan şeklini beğenmedi, kemiklerden ayrı ayrı şekiller oluşturdu. Sonra söylendi.

“Birinci şekil Orupta’ya ayrılırken söylediklerim. İkinci şekil dağları, tepeleri aştığıma işaret. Üçüncü şekil ırmaktan geçerken korku dolu anlarım. Dördüncü şekil gizli güç tanrı Tamumbu’ya işaret. Evet bu gizli güç hiç görünmüyor ama bir şekli var. Aradığım buydu. Ey gizli güç seni buldum. Seni V şekli kemiğe hapsettim. Artık benimsin. Benim evladımsın. Benim eğittiğimsin.”

Bir sesle irkildi. Arkeot etrafına baktı, bir şey göremedi. Saklanmak en iyisiydi. Bir ağacın arkasına geçti. Tehlike anında hemen ağaca tırmanacaktı. Sağına baktı. Ellerinde deri tutmuş iki yabani insan, geyik kemiklerinin yanına kadar geldi. Biribirilerine “Ugo raram taumgu rulama.” Bu “Birileri kemiklerimizle oynamış.” Demekti.

Arkeot iki yabaniyi bir süre izledi. Kemiklerin başından ayrılmadılar. Arkeot yerden sürünürcesine otların arasından uzaklaşmaya çalıştı. Kıpırtılar yabanileri harekete geçirdi.

Temkinliydiler, kıpırtıların ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Bunun büyük bir av hayvanı olduğuna hükmettiler. Mızraklarını saldırı pozisyonuna getirdiler. Arkeot’u gördüklerinde “Bir yere kaçamazsın.seni pis surat.” Dediler.

Arkeot doğruldu.”Kemiklerinize zarar vermedim. Sadece onlara şekil verdim.” Dedi.

Yabanilerden biri “Seni tutsak alıp götüreceğiz. Bakalım gittiğin yerde de bu kadar eğlence çıkaracak mısın. Yürü.” Diye mızrağı ile Arkeot’u itti. Tutsaktı artık. Korkmuyordu. Yeni şeyler yaşayacağını biliyor ama kurtulmanın da zor olduğunu da hissediyordu. Yabanilerle gidecek ve kalabalık yeni yabanilerin maskarası olacaktı. Kendisi de yabaniydi ama bir farkla. Arkeot gizli güce inanıyordu. O yüzden maskaralığı en iyi şekilde atlatmak için düşünüyordu.

Çok fazla ilerlemediler. Kalabalık yeni gelenlere zılgıtlar ve bağrışlarla karşılık verdiler. Lider kendini hemen belli etti. Yerinden kalkıp önüne getirdikleri Arkeot’un vücudunu yokladı. Omuzlarına şaplak vurdu. Arkeot’un yüzüne yaklaşıp “Hu. Gu. Mu.” Dedi.

Anlamıştı Arkeot, bu davranış misafir kabul edilenlere söylenirdi. Arkeot’u oturttular. Ona kızarmış et verdiler. Arkeot hala düşünüyordu. Onların ilgisini çekecek gizemli şeyler söylemeliydi.

Lider “Benim adım Hurbana. Biliyorsun, bizi ya eğlendirirsin ya da gizli güçlerle olmamızı sağlarsın. Saçma sapan şeyler söylersen tutsaklığın uzun sürer.”

O an yabaniler kalabalığı Arkeot’un etrafına dizildi. El parmaklarının beş katı sayıdaydılar. O an gizli güç Arkeot’un kalbine girdi. “Kısa bir şey söyleyeceğim. Bu sizi ömür boyu idare eder. Her biriniz liderinizi düşünün. Lideriniz Hurbana’nın kalbinden kendi kalbinize kızıl güneş renginde kırmızı bir ışığın aktığını düşünün. Bunu bir büyük bulut mesafesi alacak süre kadar düşünün. Ve siz o zaman gizli gücün esrarına karışırsınız.” Dedi.

Hurbana “Çok ilginç söylediklerin. Bu senin klanın bir tür inancı mı. Nerede büyük güçler. Bir akan ışığın gücünü nasıl anlarız?”

Arkeot “Bu düşünce klanımda iki kuşaktır var. Güce gelince bunu, sadece siz bildiğiniz için düşmanlarınıza düşünce vermemiş olduğunuzdan daha çok korku salarsınız. Bazen daha çok uğurlu olursunuz. Mesela başınıza fazla bela gelmez, rahatsızlık ve hastalık yaşamazsınız. Bu gizli güce giden yegane düşüncedir. Ve gördüğüm kadarıyla bir yere gidemediğiniz kemiklere bile söz geçirebilirsiniz.”

Hurbana “Anlat çok güzel konuşuyorsun. Keşke söylediklerini hiç unutmasam.”

Arkeot “Evet kemik dedim, siz kemiklere tapıyorsunuz. Şöyle, kemiklerden kalbinize yine güneş batarken kızıllığında kırmızı bir ışığın aktığını düşüneceksiniz. Şimdi bunu deneyelim. Hepiniz gözlerinizi yumun ve kemiklerle ilgili söylediklerimi ben dur deyinceye kadar sürdürün.”

Yabaniler denildiği gibi sessizliğe gömüldü. Gözlerini kapalı şekilde bir süre düşündüler. Taki Arkeot tamam diyene kadar.

Hurbana “Sen gerçekten gizli bir şey biliyormuşsun. Düşüncenin böylesi hiç aklıma gelmemişti. Şimdi seni uğurlama vakti. Ailene geri dönebilirsin. Seni alıkoymayalım. Yalnız her kış bize uğrarsan sana misafirlik gösteririz.”

Arkeot yabanilere elini kaldırdı, oradan uzaklaştı.

Güneş henüz yeni alçalıyordu. Koşarsa ancak klanına varabilirdi. Değilse tehlikeler altında gece vakti bir ağaca tünemesi gerekecekti.

Irmağı geçmesi gerekiyordu.Sağına soluna bakındı durdu. Cesaret edemedi. Irmak kenarında en sığ yeri bulmak için ilerledi.O da ne, küçük bir sığlıkta bir ağaç devrilmiş ve karşı kıyıya köprü oluşturmuştu. Bunu yabanilere açtığı klanının gizli düşüncesine yordu. Evet öyleydi. Gizli bir şey paylaşıldıkça hayat daha kolay oluyordu. Tehlikesizce ırmağı geçti. Sonra belli bir tempoda koşmaya başladı.

Güneş ufukta son kızıllığını yitirdiğinde biraz tedirgin oldu. Akşam olsa da koşacaktı Arkeot. Öyle yaptı. Önünü görmediği ve ayağını sert yerlere basmasına rağmen koşuşunu durdurmadı. Aklı hep gizli düşüncedeydi. Klanının yaptığı gibi Orupta’nın kalbinden kalbine kızıl ışığın aktığını düşünmeye başladı.

“Yardım et Orupta.” Diye söyleniyordu. Bir ara durdu. Yoksa yanlış yöne mi koşuyordu. Gökteki yıldızlara baktı. Yönünü hesap edemedi. Çok yorulmuştu. Tehlikeye rağmen yoluna devam edecekti. Bu karanlığa ve yürüyüşe rağmen.

Birden birinin seslendiğini duydu. Bu Merbuyu’nun sesiydi. Klanının gece bekçilerinden. “Hele sesini duydum ya, az daha kayboluyordum.” Dedi Arkeot.

Merbuyu “Bende senin gibi buraya yeni geldim. Arkadaşlarımla ava çıktık. Avı taşımak için avcı çağırmaya gidiyordum. Av yerimiz fazla uzak değil. Hemen şu tepeyi aştık mı ileride.”

Arkeot “Kaç kişiye ihtiyacın var, bende yardım edebilirim.”

,Merbuyu “İki kişi lazımdı ama sen gelirsen zor da olsa taşırız.En iyisi sadece sen gel ve yardım et. Avın kokusu dağılmadan yerimize taşıyalım.”

Bir hayli ilerlediler. Irmağın kenarına vardıklarında avcı grubun ateş yakıp av etinden pişirdiklerini gördüler.

Merbuyu “Gücümüzü de tüketmiştik. Kalabalığız artık, yırtıcılar da olsa mücadele edebiliriz.”

Arkeot tok olsa bile ateşin başına çöküp kendine uzatılan eti geri çevirmedi. Aklına babası Partur’un sözü geldi. “Aç açı çoğaltır, çok çoğu çoğaltır.” Diyordu babası. Bu sözle ateşte kokan etlerin eşliğinde doymuş, karnını yeniden dolduruyordu.

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..