Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '08

 
Kategori
Sinema
 

Görmemiş, duymamış, söylememiş

Görmemiş, duymamış, söylememiş
 

Filmden cazip bir sahne işte!


Üç Maymun'u izledim.
Bir ürünün, sanat eseri olma kriterlerinden birini böylece tesbit ettim:
-Zihinde bir doygunluk yaratmak…

Nuri Bilge Ceylan'ın "maymunlu!" son filmi bende bu doygunluğu yarattı, doğrusu…
Uzun uzun devam eden durağan sahneler aslında anlatısının en önemli destekçisi oldu çıktı.

Mükemmel oyunculukların görsele aktarılması da mükemmeldi. Çoğu zaman bir yargımız vardır: “Bu filmi sinemada izlemek şart” deriz. Bunu efekti bol, fantastik, aksiyon filmleri için söyleriz. Bu filmde efekt ve fantazmalar yok ama büyük görsel bir malzeme var ve karanlıktaki beyazperdeden izlemek, amaçladığı etkiyi almak için gerekli.

Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafçılığından gelen yetisi bu ürününde de kendisini ortaya koymakla beraber, filmdeki dramatik yükü de sırtladı. Sinema belki de bu demektir. Anlatmak istediğini göstermektir, dramını görsele yüklemektir.

İlk yarı boyunca zaman zaman duyumsadığımız sabırsızlık ve sıkıntı ikinci yarıda sabırsızlık ve meraka dönüşerek, ilk yarının o özelliğinin burada kesinlikle gerekli olduğunu ortaya koydu. Film bittiğinde her şeyin yerli yerine konduğunu, karakterlerin ve başlarına gelenlerin bu şekilde anlatılmasıyla filmin etkili bütünlüğüne kavuştuğunu düşündürdü.

Filmdeki karakterler, bizim orada olmayı hiç istemeyeceğimiz ortamlarında kaderlerini yaşarken son derece doğaldılar ve ortamları kendileri için yadırgatıcı ya da rahatsızlık verici olamıyordu. Kadın sükünet içinde uzandığı kanepede tv izlerken biz de kendisini dakikalarca izliyor ve “-bu hali neden böyle uzun uzun izliyoruz? “ diye düşünürken, film bittiğinde bu izlemelerin ne kadar gerekli olduğu hissi beliriyordu. Oyuncuların gözlerini ve dudaklarını olabildiğince beyazperde büyüklüğünde izleyerek duygularını içselleştirebiliyorduk. İçinde oldukları hali küçük mimik ve kıvrımlarla verebildiler, kaşlı gözlü oyuncular…Empati geliştirmeye hiç müsait olmadıkları halde…

Denize nazır gecekondumsu mekan, döküntü mutfağındaki süslü raf örtüleriyle yaşadıklarına uygun dekoru sağlıyor ve pekiştiriyordu. Yoksulluk, çığırtkanlıkla ifade edilmiyor hayatın gerçeği olarak görüntüde beliriyordu. Bu durum onlar için doğal olmakla beraber, yırtmanın(!) yolları da vardı. Çaresiz değillerdi. Ama “çare”leri onları görmeyen, duymayan ve söylemeyen maymunlara çeviriyordu. Yaşamlarındaki bazı gelişmeler onlara bunu dayattı. Kimbilir, farklı refah düzeylerinde yaşayan farklı bireylerin çoğunda da hayat böyledir!

“Hatırla Sevgili” de beni pek etkilememiş olan genç oyuncu Ahmet Rıfat Şungar burada tereddütler ve serkeşlik içindeki delikanlı kılıfına başarıyla girebilmiş.

Herkesin bu filmde pek beğendiği Yavuz Bingöl için de edecek negatif tek bir sözüm olamaz.

Hatice Aslan elbette filmin odak objesiydi. Kendi Allah vergisi fiziği, rolünün gereğine uygundu, ama oyunculuğunun katkısı çok daha büyük oldu. “Acaba?”, diyorum, “Türkan Şoray onu kıskandı da, kanunlarından o yüzden mi vazgeçti?”

Nuri Bilge Ceylan’ın bu filminin artık Türkiye’de de gişe başarısı elde etmesi gerekiyor. Sinemaseverlerimiz, bu filmi sinemada izleyiniz, bittiğinde siz de yanımızda oturan genç kızlar gibi, gayriihtiyari alkışlayabilirsiniz. Sizin kazancınız olacaktır!

Ayrıca Nuri Bilge de bir kere kendi "yalnız ve güzel ülkesi"nde kazansa fena mı olur?

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..