Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '18

 
Kategori
Şiir
 

Güneşli Bir İstanbul Sabahından Bir Şiirin Hikayesine Uyanmak

Güneşli Bir İstanbul Sabahından Bir Şiirin Hikayesine Uyanmak
 

Babam İdris Ataş torunlarıyla; Serap, Nazlı ve Sevtap Ataş


Bir dağın gölgesindeydim. Dayadım sırtımı yamaçlarına. Zirvesinde karlar erirdi, ben habersizdim. Hoş aldırmazdım da. Saçında karalarını tükettikçe, daha da büyüdüğünü gördüm. Ne ki, yüceliklerinde esen sert rüzgâr, bağrında erittiği karlar gibi kendisinin eridiğini hiç mi, hiç fark edemedim. Yamacının sıcaklığından sırtım, gölgesinden bedenim yoksun kalınca anladım. Meğerse ben, ne yüce bir dağdan olmuş ve nasıl da yalnız... Kalabalık caddelerde annesini kaybeden çocuk misali, yana yakılayım şimdi… Ya da eniğini yitirmiş bir anaç köpek gibi yaralı...
 
Babamın güldüğüne, bu kadar çok mutluluğuna ilk kez, bu şiiri yazdıran o anda tanık olmuştum. 1984 yılının 20 mayısıydı. Bostancı tren istasyonundan Küçükyalı'ya doğru gelirken, merdivenlerin hemen bitiminden, solda, Zambak sokak 4 numaralı, üç katlı villa tipi, yığma dedikleri mimarisi olan evin küçücük arka bahçesindeki, tek göz odalı küçük bir salonu, mini minnacık mutfağı, ufacık banyosu ve tuvaleti olan müştemiletında otururduk iki kardeş, yıllarca (evlenip, herkes kendi evini kurana değin). Halet Ağabeyim ve ben.
Babam gelmişti o yılın baharında. Çok erken uyanırdı. Sabahın dört buçuğu ya da beşinde. Bir el dolanırdı saçlarımın arasında. Hissederim, ama uykunun derinliğindeyim ya, uyanamam. Kimdir, nedir diye bakmak için. Babammış meğerse.
 
Babam, sevgisini kendince ve yüreğinin dip denizlerinde taşıyanlardan. Zaman zaman dalgalandığında ise, yüzeyinde ne bulduysa sevgisine dair, bizden habersiz getirip getirip saçlarımıza bırakırdı, o muhteşem, aklının yansıması kişilikli elleriyle. Nice günler sonra fark ettim. O da uykumun tavşan zamanlarının birinde. Sezdirmeden aralayıp gözlerimi bakardım. Bakardım ki babam! Bir yandan saçlarımı okşuyor, bir yandan bir şeyler mıraldınıyor, bu sevgisine eşlik eden:
 
"Kurban olayım sizi veren Allaha. Siz öyle bir anneden dünaya geldiniz ki, eşi menendi bulunmayan bir kadındı o. Kuduret (babam, ya adlarımızdaki bazı sesli harfleri düşürerek ya da sesli harfler ekleyerek söylerdi adımızı) Hanımdı o. Ondan doğan çocuklar da onun gibi olurlar..." 
 
Daha başka şeyler de söyler, çıkıp giderdi. Birkaç saat sonra döner gelirdi. Elinde, fırından yeni çıkmış somun ekmeği, cebinde Cumhuriyet gazetesiyle. Çocukluğumdan anımsarım. Şiire de konu olan Erzincan dönüşlerinde de hep böyle yapardı. Pazartesi günleri sabah ilk minübüsle çıkar, akşamına aynı minübüsle eve döndüğünde, yine, bir filede somun ekmek, cebinin birinde akide şekerler, sol cebinde, mutlaka sol cebinde olacaktı, gazetesi Cumhuriyet. Bir tek akide şekerler yoktu bu sefer cebinde. Herhalde kocaman adam olduğumuzu fark edip, "bu koca adamlara da akide şeker getirilmez bundan sonra" diye düşünmüş olacak ki, yalnızca ekmek ve gazeteyle geri dönerdi. Kahvaltılarımızı keyifle yapardık. Babamın gölgesinde iki oğlu karşımızda Keşiş sıradağlarında bir yüce dağ babam.
 
Bıyıkları yukarı kıvrık ve gürdü. Gözleri ela ve keskin, kararlı, gururlu, kibirli değil, kendini bilen ve başkasına da gösteren bakışlarla doluydu. Aklıma şimdi geldi. Atatürk'ün de Yüzbaşı rütbesiyle böyle bir fotoğrafı vardır. Zaman zaman düşünürüm, ama babama nedense sormak hiç aklıma gelmedi, babam acaba Atatürk'ü çok sevdiğinden ve kendisini Atatürk'ün bu haliyle özdeşleştirdiğinden mi, bıyıklarını böyle bırakmıştı, yoksa bir başka nedeni var mıydı? Artık bunu hiç öğrenemeyecektim. Herkes inandığı biçimde düşünsün. Ben, daha çok babamın, Atatürk'e bağlılığını da göz önünde tutarak, kendisini, Atatürk'ün o haline daha çok benzediğini düşündüğünden böyle bıyık bıraktığına inanmak istiyorum. Bu beni daha çok mutlu ediyor.
 
Seneler Önce Babamla
 
                 sonsuz anısına Babam'ın
 
seneler seneler önce altın boynuzlu bu şehirde
bostancı zambak sokakta kuş yuvası
müştemilat evimizde üçümüz: 
  
babam ağabeyim ve ben
dadandık anılara heder olmuş bir yürek
sevdadan yana yangın kederden yana çok
keleriç oğlanağa kırk gözeler pahnik
kanatlı kapı önünde çocukluğum
akşam gelişlerine ayarlı minibüs sesine bir de
 
erzincan dönüşleri şehirli yenilikleriyle
ne çok kalabalıktı:
filede somun ekmek cebinde akide şekerler
sol cebinde cumhuriyet
nasıl da yakışıklıydı yüzbaşı rütbeli
mustafa kemal bıyıklarıyla babam
 
dalınca o günlere doluktu gözleri babamın
sağanak bu halimizle elmayı yurtsamış kurt misali
sokulduk yurdumuza daldası sırılsıklam 
demimiz ayarında 
seneler seneler önce çizdim
yarılan bir nar gibi belleğimde o resim:
 
babamın elinde çay gözlerinde hasret
yüzünde derin hüzün yüreğinde yaralar 
annemi arayan hep
 
ben ve ağabeyim sarılmışız boynuna
bırak dedim ağabey şu mendebur dünyanın
kül yontulu yurdunda nasıl olsa kavmışız
sağanak bu halinde babamın
yanacaksak adam gibi yanalım
 
ne ucubelikler gördük nice yangınlar
küllenen üstümüzde
biz ki horasan diyarından
sırım gibi gövdeden iki sürgün iki dal
 
20.05.1984, Bostancı/24.01.2013,Kartal   
 
 
Toplam blog
: 36
: 110
Kayıt tarihi
: 20.06.18
 
 

Günümüz şairlerinden. 1961 Erzincan doğumlu. Öğretmen şair. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak..