Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '19

 
Kategori
Fotoğraf
 

Güneyden Kuzeye Anadolu

Bu yazımda sizlerle uzun soluklu bir gezinin ayrıntılarını ve maceralarını paylaşacağım….

Gezimin adına “Güneyden Kuzeye Anadolu” adını verdim ve bu gezi  rotamda Konya’dan Toros Dağları’ndan süzülüp Antalya’ya gelmek, 1 hafta kadar Antalya’da kalmak ve ordan uçakla Trabzon’a inmek ve durmaksızın gezinin en can alıcı noktalarından Rize’nin yaylalarına çıkmak, sonra Trabzon’a geri dönüp sevgili ağabeyim ,kültür elçisi diye tabir ettiğim sevgili Mehmet Turan Özdemir’in kılavuzluğundaki 1 günü de Trabzon’da geçirip devamında İstanbul üzerinden Kayseri’ye dönüş yapma planlarım arasındaydı ve gezi öyle de geçti. Dilerseniz gezmeye başlayalım….

Daha önceden planladığım ve tanıştığım değerli otobüs kaptanı Mehmet Sevimli ile uzun yola, Konya’ya doğru düşüverdik. Sabaha karşı vardığım Konya’da ilk durağım, dünyanın konuştuğu değerli isim Mevlana Celaleddin Hazretleri’nin edebi istirahatgahı oldu. O anlamlı mekana vardığımda dedim ki içimden ”Fotoğraf adına tam zamanında gelmişim…”. Sizlere tavsiyem burayı görmek istiyorsanız sabaha karşı yani gün doğmaya yakın ziyarette gidin derim eğer amacınız fotoğraf da çekmekse… İkinci durağım Karatay garajı oldu. Konya’nın bazı köylerine ve ilçelerine hareket eden araçların kalktığı bu garajda bir sabahçı kahvesi buldum ama çayları nefisti. Hatırladığım kadarıyla 3 bardak çay içtikten sonra sırada dolmuşla Bozkır ilçesine geçmek vardı. Neden Bozkır ilçesine geçtin diye soracak olursanız bende hemen cevaplayım: Bozkır ilçesinde yine bana kılavuzluk yapacak değerli bir isimle daha buluşup gezimize devam edeceğimiz için Bozkır’a geçtim. Planımızda sevgili Hasan Sayın abimizle Konya’nın yaylalarından Antalya’ya inmek vardı. Bozkır’a indiğimde  kendisiyle telefonla görüşmemde bana “Akşam üzeri gelebileceğini” bildirdi. Bende bir fotoğrafçı olarak bu bekleme zarfında Bozkır’ı fotoğraflama şansı buldum ve başladım sanayi tarafından portre çalışmaya.Derken zaman akşamüzeri olunca Hasan Sayın ile buluştuk ve yine Konya’nın Hadım ilçesi taraflarındaki evine gittik. Ertesi gün sabah gün ağarmadan yine düştük yollara ve gün doğarken Toros dağları o kadar güzel manzaralar sundu ki bizlere, bir fotoğrafçı için belki de kaçırılmayacak bir andı o anlar. Göksu şelalesi bu gezimde uzun pozlama fotoğraf çalıştığım ilk görsel zenginlik oldu. Şelalenin gizemli yerleri o kadar çoktu ki zaman zaman Hasan Sayın ile birbirimizi kaybettiğimiz anlar olmadı değil doğrusu.

Sabah kahvaltısını da bu şelale çevresinde yaptıktan sonra yollar yine bizim arkadaşımız oldu. Kayseri’den Antalya’ya direk de geçebilirdim ama Konya üzerinden, yaylalardan geçmekteki amacım Toros dağlarında yaşayan Yörükleri fotoğraflamaktı. Gezimizin ilk gününde Konya’dan Mersin taraflarına geçtik ve sonra yine eve dönüş yaptık. İkinci gün ise Toros dağlarından kıvrıla kıvrıla, fotoğraf çekerekten Antalya’ya ulaştık ve gezimin ikinci durağına varmış oldum. Hasan abi ile vedalaştıktan sonra Antalya’da konaklamaya geçtim. Antalya’ya gelip de denize girmemek; hele hele fotoğrafçıysan deniz fotoğrafı çekmemek büyük eksiklik olur diyerekten Antalya’daki ilk günümde bu durumu değerlendirdim. Refik Kurşunoğlu ile geçen ilk günümde hem fotoğraf adına çekimler, ziyaretler yaptık hem de denizin özlediğim mavi tadına varmış oldum. Sevgili Refik Kurşunoğlu ile Antalya Fotoğraf Kulübü başkanı sayın Aykut Sarıyıldız’ı da ziyarette bulunduk ve Antalya’daki ilk günüm böyle geçmiş oldu.

İkinci günün perdesini ufak bir sağlık sorunum nedeniyle hastanede araladım. Sonrasında tabii ki yine deniz ve fotoğrafla günü noktaladım. Antalya kale içini bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. İşte burasında neredeyse kaldığım süre zarfı boyunca, yani 1 hafta boyunca yat fotoğrafı çalıştım. Ve bu fotoğrafları buradan sizlerle paylaşıyorum. Daha önceki Antalya ziyaretlerimde şehrin fotoğrafa dair birçok yerini gezdiğim için tekrardan buralara gitme gereği hissetmedim. Ama sizlere tavsiyem Antalya’ya gidecek olursanız kale içinden başka Kurşunlu ve Düden şelalerini, Perge ve Aspendos antik kentlerini ziyarette bulunun.

Antalya ziyaretimi noktaladıktan sonra sıradaki durağım Trabzon’du. Rize’de havaalanı olmadığından (yapımı devam ediyor) Trabzon’a indim ve hiç bekleme yapmadan otobüsle Rize’ye geçiş yaptım. Bilgi olsun diye söylemek gerekirse, Trabzon havaalanından Rize’ye direk otobüs bulabilirsiniz. Geldiğim gece Rize Öğretmenevi’nde kaldım. Sabah uyandığımda dolmuşla önce Rize’nin Pazar ilçesine, sonra da Çamlıhemşin ilçesine geldim. Çamlıhemşin için Karadeniz havasının, kültürünün başladığı yer diyebilirim. Çamlıhemşin’den Rize’nin birçok yaylasına geçebilirsiniz. Burada biraz fotoğraf çalıştıktan sonra değerli dostum Osman Karaali ile buluşma şansım da oldu. Birlikte yaptığımız plan sonucunda ulaşımımda merkez üssümün Ayder yaylası olmasında karar kıldık. Sırtımdaki dağcı çantamda bulunan çadır, mat ve uyku tulumuyla, diğer çantamda bulunan bilgisayarım, fotoğraf makinesi, filtrelerim ve tripotumla başladım Ayder yaylasına doğru yol almaya. Şehir dışı turlarda ilk önemli olan durum konaklama olduğundan önce bu durumu halletmeliydim. Çadır kampı kuracağım için kamp alanı bakarken önüme denk gelen bir pansiyonla uygun ücrete konaklama hizmetini anlaştım ve çadır kurmaya böylelikle gerek kalmamış oldu. 3 gün boyunca Ayder yaylasında kalıp buradan Rize’nin diğer yaylalarına geçiş yapacaktım. Pansiyona eşyalarımın bir kısmını bıraktıktan sonra Rize’deki ilk durağım olacak Kavron yaylasına doğru halk dolmuşuyla hareket ettik. Bir yanda Karadeniz havası müzikler çalıyor, diğer yanda dolmuşta bulunan diğer insanların konuşmalarına kulak misafiri oluyorum derken dolmuşun ara ara verdiği aksaklıklar canımı sıkmadı desem yalan söylemiş olurum. Ayder-Kavron arası ortalama 35 km. mesafede de olsa biz bu mesafeyi 2 saatte katettik. Hem dolmuşun zaman zaman bozulması hem de yolların azizliği fotoğraf adına kayıplara neden oldu. Yol boyu gördüğüm sonbahar renkleri, insan portreleri, doğa manzaraları bu kayıplar arasında sayılabilir diyeceğim ama bunun acısını Ayder’den ayrılmadan daha sonraki günlerde çıkarmasını bildim. Kavron’a vardığımızda bir yanda tipik Karadeniz evleri, diğer yanda akarsular bize görsel şölen sundu ama benim aklım yol boyu kaçan görüntülerde kaldığından giderken mutlaka yayan gitmeliydim. Kavron’da Karadeniz’in meşhur yemeği muhlamayı tattıktan sonra hemen Ayder’e doğru yol almaya başladım….Yol almaya başladım ama Karadeniz’in meşhur sisi üzerime çöküverdi.Bundan dolayı gelirken gördüğüm sonbahar renkleri, insan portreleri ve akarsu manzaralarını görmek ne mümkündü….Hepsini görememiş olsam da zaman zaman dere yatağına inip akarsulardan uzun pozlamalar çıkardım. Sislerin arasından adeta göz kırpan ağaçlar, fonu temiz akarsular bu olumsuz havada çıkardığım güzel fotoğraflar arasında yer aldı.

Ve gelin gelelim Ayder yaylasındaki ikinci günüme. Bu günde bulduğum bir tur dolmuşuyla Ayder’in  görsel bakımından zengin birçok yerine gitme imkanı buldum. Gito, Badara yaylaları, Zilkale tarihi yapısı ve Palovit Şelalesi fotoğraf adına görsel zenginlik sundu. Bana da bu yerleri fotoğraflamak düştü.

Üçüncü günümde çekim yerim Ayder merkezdi. Sizlerle de paylaştığım üzere odamdan görülen akarsuyun etrafında gün boyu döndüm durdum. Fotoğrafta görseli yakalaması, ışığı ayarlaması ve tripotun kurulması, nd filtrenin takılması derken bir poz fotoğrafı çekmek ortalama  4 dklık. zamanımı aldı. Yani uzun lafın kısası bir saatte ortalama 15-20 poz çekebildim. Ama sizde takdir edersiniz ki çıkan fotoğraflara bu emek değmiştir.

Ayder maceramı sonlandırıp Çamlıhemşin’e, ordan da Trabzon’a geçtim.

Trabzon’da Karadeniz’i yansıtan güzel illerimizden birisi. Trabzon’da değerli büyüğüm Mehmet Turan Özdemir ile buluştuk ve başladık bu güzelim şehri fotoğraflamaya. İlk durağımız şehir merkezinde bulunan Orta Mahalle oldu. Eskişehir’de Odunpazarı, Ankara’da Beypazarı neyse Trabzon’da da Orta Mahalle eski yapıların bakımlı halleriyle bize görsel şölen sunan şirin bir yerleşim yeri. Orta Mahalle’den sonra Ortahisar’a geçtik. Orası da yine eski yapıları ve bir adet kilisesiyle yine Trabzon’da görülmesi gereken yerler arasında.

Trabzon’a yani Karadeniz sahiline gidilip de denizcilere, balıkçılara selam vermemek olmaz dedik ve Faroz mahallesine dönderdik rotamızı. Trabzon’da kaldığım 2 gün boyunca hergün bu mahalleye mutlaka uğradım. Ne de olsa fotoğrafta ışık önemliydi ve bu emektar halkı fotoğraflamadan gitmek olmazdı. Hele hele Faroz’da çay içmemek belki de Trabzon’da kaçırılacak en büyük kültürel değer olurdu.

Akçabatta Trabzon’un köftesi ile meşhur ilçesi. Bir yanda yeşilin tonlarını, diğer yanda mavinin tonlarını görerek karnınızı doyurmak istiyorsanız Akçabat tam size göre derim.

Gelin gelelim Trabzon’un ülkemizde en büyük damak tatlarından biri olan üzümüne. Türkiye’yi gezmiş biri olarak şunu diyebilirim ki aroma yani lezzet bakımından  en güzel üzümü Trabzon’da tadarsınız. Kokulu özelliği ile albenisi olan bu üzümü ne Denizli’de tattım ne de Nevşehir’de. Belki Tekirdağ’ın üzümü bu üzümden daha kaliteli olabilir ama bu üzümün bendeki yeri ayrı oldu.

Yavaş yavaş yazımı sonladırabilirim. Bu kadar yer gezdim, yeni insanlar, yeni mekanlar tanıdım bu gezi esnasında. Dile kolay; İç Anadolu’dan Akdeniz’e indim. Sonra Karadeniz’in iki ilini dolaştım ve sonrasında tekrar İç Anadolu’da, memleketim Kayseri’de noktayı koydum. Her ne kadar Kayseri’ye gelişte uçakta biraz tedirginlik yaşamış olsam da aslında uçakta hiç de tedirgin olunmasına gerek kalmadığını anladım. Trabzon’dan İstanbul’a, ordan 15 dk. Arayla hemen Kayseri’ye hareket ettim. İstanbul-Kayseri uçağına bindiğimde dedim ki kendi kendime iyi ki aralıksız uçmuşum, bana uçma konusunda yeni bir güven geldi adeta. Bundan sonra daha sık uçuş yaparım diye düşünüyorum. Herkese kapalı bir Kayseri akşamından selamlar, saygılar….

 
Toplam blog
: 15
: 81
Kayıt tarihi
: 31.12.18
 
 

Niğde Üniversitesi Radyo-Televizyon bölümü mezunuyum.Fotoğraf çekmeyi ve kitap okumayı severim.Bi..