Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '12

 
Kategori
Sinema
 

Haksızlıklara dansla baş kaldırış: Zenne

Haksızlıklara dansla baş kaldırış: Zenne
 

ONLAR İNSAN DEĞİL Mİ?


İnanmadığı, hissetmediği bir şeyi yaşamak kolay mıdır insanoğlu için? Dayatmalarla duygular arasında kalmanın zorluğu her geçen gün daha çok çöker üstüne. Hep rol yapmak, olduğundan farklı görünmeye çalışmak ya da göze batmamak için mümkün olduğunca kuytularda kalmak… Ayıplayan, kınayan hatta tiksinen bakışların ağırlığını üstünde taşıyarak kendi kabuğuna büzüşmek… Dünyaya getirdiklerinin hayatlarına, bedenlerine de hükmedebileceklerini sananların baskılarıyla yok olmak… Kimine göre hasta, kimine göre sapkın, kimine göreyse toplum düzenini bozan başı ezilmesi gereken kötü tohum sıfatlarıyla anılsa da ‘insan’ olduğunun bilinciyle ‘insanlığını ezmeye çalışanlara’ karşı dimdik ayakta durabilmeyi başarmak… Kolay değil. ‘Kendi kanında dans et’ diyerek bu ‘zor’u başarma yolunda bir adım ZENNE!

‘Altın Portakal Festivali’nden ödülle dönen ZENNE’yi izlemeye giderken toplumsal önyargıların etkisindeydim. Alışkanlıklarımızdan dolayı yadırgamaktan bir türlü kurtulamadığımız küfürlü konuşmalarla karşımıza çıkan başlangıçta da bu ön yargı hâkimiyetini sürdürdü. Ancak karakterler kendilerini ifade etmeye başladıkça yerini hüzünle karışık bir öfkeye terk etti. Günlük yaşamın dışında kalan özel gerçekleri, dansın çığlığıyla hissetmenin; özgürce yaşama hakları ellerinden alınanların, resmi makamlarca aşağılanışını görmenin sıkıntısı çöktü üstüme.

Babası dağda şehit düşen, abisi silahların gölgesinde dengesini yitirip alkol bağımlısı haline gelen Can’ın rengârenk dansında, kafese kapatılmış bir kuşun tutsaklığındaki mutsuzluğu yaşatan ZENNE, üç kişinin yaşam örgüsü!Romantik olmayan ve masallara da inanmayan Alman fotoğrafçı Afganistan anılarının tesellisini İstanbul’da arayan bir kayıp yolcu… Filmin adına ithaf edildiği Ahmet, doğulu bir ailenin biricik umudu... Temizlik hastası bir annenin baskılarla yok ettiği kirli(!) çocuğu… Gündüzleri fal bakan, geceleriyse dansıyla ruhunu açan Can, aile tarafından şanslı olsa da ‘özel’ resim isteyen resmi yana dertli.

Bu üçlü hikâyenin bir araya getiriliş konusuna gelince… ‘Çığlık’ atmak için açılan ağızdan desibeli oldukça düşük bir ‘ses’ gibi! Çok şey söylemeye niyetlenilmiş ancak cesarette sınırlı kalınmış. Ayrıntılara inilmeden verilen planlar, kopuklukların yaşanmasına sebep olmuş. Bu da sahneleri birbirine bağlayamayan seyircinin konuya hâkimiyetini ve anlayışını engelleyebilir. Kısa geçişlerle verilen olayların odağında, ‘askerlik’ ve ‘erkeklik’ olguları bulunmakta. Der Spiegel’in ‘en büyük pornografik resim koleksiyonunun Türk ordusunda olduğunu’ vurgulayan mesajıyla ‘askerlik’te derdini anlatan yapım, aynı cinsin birbirine karşı aşkını yansıtmada ürkekliğin izlerini taşımakta! Ahmet’in Daniel’i aşırı yemek yemeye zorlaması, çürük raporu için gereken resmin çekilmesi aşamasındaki ilişki sahnesi bu anlamda yetersiz kalıyor. Yine de yapılmamışı yapmak adına hoş görülebilir.

Görüntü yönetiminin ve müziğin iyi olduğu ZENNE’de Kerem Can, filmin tam havasında. Erkan Avcı, erkek gibi görünmek ve davranmak zorunda olan Ahmet karakteriyle uyumlu. Çünkü başlangıçta gerçekten de seyredene cinselliği konusunda tereddüt yaşatmayı başarıyor. Giovanni Arvaneh ise bulunduğu ortama pek adapte olamamış turist havasında. Saplantılı ve çocuk katili kadın rolüne ‘Parmaklıklar Ardından’ dizisinden aşina Rüçhan Çalışkur, burada da aynı karakteri zorlanmadan canlandırıyor. Ünal Silver ise ağırlığı olmayan baba duruşu için biçilmiş kaftan. Filmde aklıma en çok takılan nokta askerlik şubesine giderken Ahmet’in neden olduğunun dışında bir görünüme sokulma gereğinin hissedildiği. Keşke Ahmet bu komik hatta küçük düşürücü kılığa hiç sokulmasaymış!

Eski moda baskı fotoğrafın güzelliğini, sanatçıların paradan ziyade hayalleriyle mutlu olduğunu, kimsenin kaderinden kaçamayacağını mesajları arasına ekleyen ZENNE, ‘Bazen her şeyi oluruna bırakmak iyi değil’ cesaretini de vermeyi ihmal etmiyor. Annelik olgusunu iki farklı tiplemeyle veren yapım, çocuk yetiştirme ve yetiştirdikleri çocuklarının kişiliklerini kabullenme konularında da ailelere bir uyarı niteliğinde. ‘Onlar’ kavramını ortadan artırmaya yetmese de onların da ‘insan’ olduğunu ve gönüllerince yaşamak için çok daha fazla çaba sarf ettiklerini gösteren bir ‘başlangıç’ diyebileceğimiz yapımın, sadece entellerin veya aynı yaşamı benimseyenlerin filmi olarak görmeden izlenmesi gerek! Tabii küçüklere göre olmadığını ve aile kurşununa kurban giden nice Ahmetler Ayşeler olduğunu unutmadan…

Anibal Güleroğlu http://www.sinematur.com

 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..