Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayat tanıdığım en büyük...

Hayat tanıdığım en büyük...
 

Dün gece akşamın sekizinde uyuya kalmışım, ses olsun diye açtığım televizyonun karşısında…

Kafayı takmayayım, böyle şeyler nasıl oluyor, adalet neredearamayayım, düşünmeyeyim diye müzik kanallarına takılıyorum çokça… 

O da yoldan gelip, kestirmeye niyetlendiğim zamanlarda.

Yoksa… Televizyonla aram yok.

İçim nasıl yanmış, uyandığım da saat on bir buçuktu.

Bir dilim, içi neredeyse geçmiş karpuz yedim, sardım kafayı yattım…

Sabaha karşı dört gibi açtım gözlerimi, balkona çıktım, serin, çıplak ayaklar, ıslak taşa yapışınca, uykum açılıverdi…

Çay suyu koydum.

Mahir Ünsal Eriş’in ilk kitabının son öyküsünü okudum, kitap bitti, bitmesin diye gecede bir öykü okuyordum oysa. Hepi topu, yüz elli sayfa, ne olacak?

Çocuğun biri, kaldığı öğrenci evinde, iki sene sonra avukat olacak bir kızın yirmi beş dolarını çalmış, yıllar sonra okul bitip işe girince de ilk maaşı ile yirmi beş dolar yaptırıp ihtiyacı olanlara dağıtmış, şeker hastası dilenciye; beş, arkadaşının kız arkadaşı ile yatan kopuğa; on, ayakkabı boyacasına; on dolar…

 

Bir arkadaşınızın kız/erkek arkadaşı ile yattınız mı hiç?

Şaka şaka sormadım sayın…

Kimse yapmaz öyle şeyler!

 

Bir arkadaşınızın parasını çaldığınız oldu mu hiç?

İhtiyaçtan?

Hani aynı evde kalıyorsunuzdur, o uyuyordur, usulca cüzdanını alırsınız, paranın hepsini götürseniz, kıyamet sabahın köründe kopacak…

İşinizi görecek, can yakmayacak kadar…

Şimdini parası ile bir yirmilik mesela?

Ortalık yerde sorsan, çıkmaz kimse…

Herkes dürüst be yahu!

Böyle okuyunca, çaktırmadan düşünür, yaş ilerlediyse kendi kendine gülümser, “gençlik” der, çıkar işin içinden…

Gençlikte, öğrencilikte olur!

Olmaması daha münasip tabii

 

 

Sorduktan sonra, ben yaptım mı acaba diye düşündüm, aklıma gelseydi ballandıra, döke saça anlatacaktım da, yok.

Yahu benim öğrenciliğimde, aynı evde kaldığım zengin bir arkadaşım yoktu ki, tırtıklayayım, hepsi ben gibi, işçi, memur çocuğu…

Az mı, sana yağ, ekmek yedik beraber…

Eski, baklava desenli, süpürge yüzü görmemiş kilimin garantisinde kâğıt oynardık… Kaybeden, hercai sobanın üzerinde ekmek kızartır, üzerine yağ sürer, çay servisi yapar, diğerlerine hizmet ederdi!

Sabah ezanı okunurken de yatar, öğleden sonra da uyanırdık…

Bildiğin pasaklıydık hepimiz.

O zaman biri söylese kızardık belki, şimdi gönül rahatlığı ile âlem ne der diye düşünmeden yazıyorum; tembeldik de…

Bir hafta tembellik yapmak, plajda pineklemek, öğleden sonra uyanmak ve sabaha karşı uyumak düşüncesi ile kredi kartına yaptırdığımız on iki aylık taksitlerle, yıllık izine kaçmak için, koca bir sene çalışmıyor muyuz?

O hesap!

Keyif alana tembellik güzel şey…

 

Ne demlenmiş mübarek.

Tam kıvam olmuş, her zaman böyle olmuyor, nasılsa bu sabah?

Yatsam şimdi? Kalkamam.

 

Şu şarkıların bestecilerine ulaşmak kolay da, söz yazarını bulmak için, internetin altını, üstüne getirmek gerekiyor…

Radyoda,  Gökhan Tepe’nin; ‘Teşekkür Ederim’ şarkısı çalıyordu, otobandan çıkmış, Kırklareli’ne gidiyordum… Trakya’da en sevdiğim yol! Dümdüz, sessiz, sakin, dingin, ne kadar uzarsa o kadar iyi…

Şarkının bir yerine takıldım;

“ Bazen hayat vermek ister aldıklarını…”

Şebnem Sungur yazmış.

İmkân olsa Sungur’a; hayat aldığını ne zaman geri vermiş, diye sormak isterdim…

Hayat, tanıdığım en büyük dolandırıcı! Karamsar, beklentileri çıkmaz sokaklara çıkmış bir cümle oldu, farkındayım.

Ah sen boş bulunup da, kendini kaptırmaya gör.

Elini bir uzat bakalım, kolunu kurtarabiliyor musun?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..