Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '13

 
Kategori
Felsefe
 

Hazreti Mevlana ve Anadolu Rönesansı

Hazreti Mevlana ve Anadolu Rönesansı
 

Hazreti Mevlana


Bir önceki yazımda dün yazdığım gibi Mevlana Celaleddin Rumi’nin vefat ettiği gün olan 17 Aralık, “düğün gecesi” anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb'ine kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arûs olarak anılır. Mevlana gibi Anadolu topraklarından çıkan bir değeri unutmamak adına bu hafta Mevlana ile birkaç yazıyı arka arkaya yazmak istiyorum. 

Hepimiz okulda okurken Rönesans Dönemi’nden ve modern Batı kültürü üstündeki etkisinden bahsedildiğini hatırlarız. ANCAK Avrupa Rönesansı öncesi bir Anadolu Rönesansı vardır ki, maalesef dünya tarihi bunu böyle açıklamaz ve Anadolu toprağının çocuğu olan bizlerin çoğu da bunu pek bilmeyiz. Avrupa Rönesansı öncesi Rönesans aslında Anadolu’da ve Orta Doğu’da yaşanmıştır. Ancak tarihi yazan ellerin menşei gereği herkes kendi önünü görebilmektedir. 

Öncelikle Rönesans Dönemi’nden kısaca bahsetmekte fayda var. Rönesans, 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında antik dönem ile o dönem arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan, Roma, Helenistik dönemler ve Mezopotamya filozof ve bilimadamlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizma) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. Bir nevi Orta Çağ’ın dini baskıları sonucu kendisini unutan insan artık tekrar kendini hatırlamış ve bulmuştur. 

Rönesans Dönemi, Haçlı Seferleri ile birlikte Doğu’nun maddi ve kültürel miraslarının, hazinelerinin Avrupa’ya transferi üstüne inşa edilerek kurulmuştur. Orta Çağ döneminde inançlar ve insana yapılan baskılar sonrası, insanın ve sanatın tekrar ön plana çıktığı, yükselişe geçtiği bir dönemdir Rönesans Dönemi. Bu döneme imzasını atan unsur ise “insanın ve insanda aklın ve fikirlerin özgürlüğü”dür ki; bu da 1789 Fransız İhtilali’ne kapıyı açan altyapıyı hazırlamıştır. 

Avrupa kaynaklı Rönesans Dönemi’nden bahsetme sebebim, Avrupa’nın açlık, hastalık, sefalet, baskı içinde yaşadığı Orta Çağ karanlığı sırasında Anadolu ve Orta Doğu’da bir Rönesans Dönemi yaşanmış olmasıdır. Ne acıdır ki, bunu ne Anadolu insanı ne de gelişen dünyanın birçok modern aydını bilmez. Bizler de yeterince satamamışız demek. 

Antik Yunan ve Roma medeniyetleri sonrası Büyük İskender’in kurduğu büyük imparatorluk içinde İskenderiye merkezli bir Helenistik Dönem yaşandı ve 2000 yıl önce Doğu ve Batı bilgelikleri bu ortamda birbirleriyle tanıştı, kaynaştı. Yükselen Hristiyanlık sonucu Kilise’nin ön plana çıkmasıyla Helenistik Dönem öğretileri ve onunla gelen Neo-Platonik akım da yavaş yavaş düşüşe geçti. Ancak Avrupa’nın kültürel ve fikren düşüşe geçtiği dönemde Arap filozofları Antik Yunan, Mısır, Mezopotamya ve Helenistik Dönemlerinin kültürel mirasını taşıyan neferler oldular ve İslam Felsefesi’ni ileriye götürdüler.  Arabistan Yarımadası’ndan Endülüs İspanya’sına dek  hükmeden Arap Devletleri o coğrafyada İslam Felsefesi ve ezoterizmini geliştirdiler.

Buna parallel olarak da Ahmet Yesevi ve sonra Ahilik ile Orta Asya’da temelleri atılan ve sonrasında Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rumi ile olgunluk basamaklarını tırmanan bir ışık da Doğu’dan Anadolu’ya yayılmaya başlamıştı. Binlerce yıllık kadim Türk geleneği olan Şamanizm’den güç ve feyz alan, yükselen İslam ile kaynaşan ve Orta Asya’nın Budizm, Taoizm, Hinduizm gibi farklı inanç sistemleriyle de etkileşerek zenginleşen bu ışık, Antik Yunan, Mezopotamya, Mısır mirasıyla zenginleşmiş İslam Felsefesi’yle de etkileşime girerek daha da güçlü bir hale geldi. Bu yayılan güçlü ışık Moğol istilası altında kırılan Anadolu insanına bir müjde oldu, ilaç oldu. Anadolu insanın hayata dört ell eve tam bir farkındalık ile tutunmasını ve bağlanmasını sağladı. Bu yüzdendir ki hepsi olmasa da bazı Selçuklu Padişah’ları Mevlana gibi değerli bilge adamları koruyup kolladılar, desteklediler ve onlaran öğrendiler. 

Bilmiyorum farkında mısınız ama Türkiye’mizin şu an dünya üstünde tek laik ve demokratik İslam ülkesi olmasının altında bence bu Anadolu Rönesansı döneminin getirdiği farklılıkları ve çeşitlilikleri kabul, tolerans, tevazu kültürü vardır. Bu yüzdendir ki Cumhuriyet dönemi reformları Anadolu topraklarında kolay kök salmış ve halk tarafından sahiplenilmiştir.

İşte bu ortamda Anadolu’dan geçen Haçlı Seferi yolları onlarca savaş, talan arasında bile Anadolu bilgeliği ve İslam Tasavvuf’u ile tanışarak bu sonsuz bilgelik okyanusunun faydalı suyundan kendi kaşıkları kadar içtiler. Kudüs’e uzanan Haçlı Seferi yolları ile de o bölgede başta İsmailliler ve Bektaşilik olmak üzere diğer batıni sistemlerle de tanışıp, faydalandılar. Tanrı’nın bu sonsuz güzellikteki mimarisinde mutlak bilgi tek, ancak biz sonlu, geçici ve fani varlıkların algısı farklı. Işık taşıyan eller her zaman birbirlerinden feyz alır ve ışığı kendilerine göre taşırlar. Bu yüzdendir ki Avrupa’da yaşanmış olan Batı Rönesansı da başka bir ışık taşıyan eldir ve onun ışığında yükselmekte olan aklın özgürlüğü, bilimin yeşerip gelişmesi için gerekli ortamı Avrupa’da yaratmıştır. Bu bilim sayesindedir ki, kadim ezoterik, dini ve felsefi bilgiler artık net bir şekilde makro kozmos ve mikro kozmosu eski zamalara gore bir hayli açıklamaktadır ve hayatımıza kullanılabilir teknolojiler olarak girerek yaşantılarımızı kolaylaştırmaktadır. 

Ancak hala Mevlevilik, Bektaşilik gibi batıni akımların insanın taşlı tekamül yollarında akıl ile kol kola gezen sezgilere verdiği önem bilim ve felsefe ile elde edilememektedir. İnsan her zaman kendinden büyük olan bir şeye, geldiği kaynağı unutmuş olmasındandır muhtemelen, merak duyacak ve ulaşmaya çalışacaktır. Mistisizm denizinde eriyerek O’na ulaşmaya çalışacaktır. Bu yuvaya dönüş yolculuğudur. 

Uzun zamandır kendi içsel yolculuğumda dünya üstünde ortaya çıkmış kadim ve modern inanç sistemlerini, öğretileri, felsefeleri ve modern bilimi kendimce inceleyip harmanlamaya çalışıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Anadolu Rönesansı’nın baş oyuncularından Mevlana’mız ve Tasavvuf ilmi, tüm söylenmiş olanları öyle güzel bir dille, kendi öz dilimizde, kendi kültürümüzü baz alarak, öyle güzel örneklerle anlatıyor ki, bu okyanusu anlamak, hazmetmek ve içselleştirmek yıllar surer. Mevlana 800 yıl önce bunu yapmış ve yapmakla kalmayarak herkesin anlayabileceği bir dille kendinden sonrakiler kolay öğrensin ve uygulasınlar diye de Mesnevi’yi yazmış

Yapılması gereken ona sahip çıkmak ve şu sözü hatırlamaktır…“Aramakla bulunmaz ancak bulanlar hep arayanlardır.” 

Sevgiler,

Kenan Kolday

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..