Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '18

 
Kategori
Deneme
 

Henüz Sağlayamadığımız “Sürekli Barış” Üstüne Kısa Bir Deneme…

Henüz Sağlayamadığımız “Sürekli Barış” Üstüne Kısa Bir Deneme…
 

Gerçek şu ki, öldüren yanıyla aleti keşfeden ilk insanla kaybettik barışı. O gün bugündür, hiçbir zaman var olmadı, bir yokülkeydi o. Yıllardır yapılan bilimsel toplantılarda söz olmaktan öteye giçmediği gibi, söz olup uçtu barış. Kalıcılaşan, belgeleriyle savaş oldu hep. Savaş kışkırtıcılarının insanlığa yaşattığı acılardan söz ederken, barışı tanrısal bir yücelikte anlattık bu toplantılarda. Barış ise, salon toplantıları, romantik sokak gösterilerinden kurtulamadı henüz. Günün her anını barışla yatıyor, barışla kalkıyoruz. Demek ki, umudunu daha yitirmedi insanlık. Ne ki, savaş, dünyanın birçok yerinde... Biz istesek de istemesek de…
 
Çağımızın değil salt, bütün çağların sorunudur “sürekli barış”. İnsan evriminin son aşaması, başparmağın tamamlanıp, nesneyi kavramaya başladığında, “barış” ilk ötelenmesini o gün yaşadı. Şöyle diyordu Kant: “El beynimizin (dışa) uzantısıdır”. Nesneyi kavrayıp ona biçim vermesiyle düşüncenin dışlaşması, bir somutluğa dönüşmesi demekti bu. Biçimlediği nesneyi hayatına katmasıyla da, önce doğayla, sonra da hemcinsleriyle savaşı getirdi ardından. Barıştan söz edildiği her durum,  ya savaşın içinde olduğumuzu ya da savaşa ramak kalındığını duyumsatır bize. Çıkar ilişkilerine dayanan yıkıcı bir karşıtlığın yaşandığı bu durum, tarafların, “sürekli barıştan” söz etmelerine de engeldir.  Yenen ve yenilenin olduğu her durumda, yenenin isteklerini kabul ettireceği açık. Ne ki,  şu sorular gündemi hep meşgul edecek: 
 
Barışı kim sağlayacak? 
Nasıl ve ne şekilde olacak? 
Yenen, hep haklı mıdır? 
Ya da yenilen, yenildiği için mi haksızdır ve bundan ötürü galip gelenin ileri sürdüğü tüm şartları kabul etmek zorunda mıdır?
 
Bu ve benzeri sonsuz soruların yanıtlarını, her şeye karşın Kant, “sürekli barış”ın mümkün “olabileceğini, ama insanın henüz “sürekli barışı” sağlayıp koruyabilecek olgunluğa ulaşmadığını”, bunun önündeki engellerin şunlar olduğunu ya da bu maddelere kesinlikle uyulduğunda “sürekli barışın” sağlanabileceğini belirtir:
 
1. “İçinde gizlenmiş”—saklı-yeni bir savaş nedeni-malzemesi—bulunan hiçbir antlaşma bir barış antlaşması olamaz.
2. İster küçük, ister büyük hiçbir bağımsız devlet başka herhangi bir devletin egemenliği altında miras, değişim, alım satım ya da bağış yollarıyla hiçbir zaman geçmemelidir (Devletlerin istilası, el değiştirmesi “sürekli barış”ı engelleyen bir tutumdur”.
3. Sürekli ordular (miles perpetus) zamanla bütünüyle ortadan kaldırılmalıdır (Orduların varlığı “sürekli barış”a engeldir).
4. Dış çıkarlarını gözetmek –itibarını zedelememek- için devlet borçlanmalara girmemelidir (Borçlanma önemli bir savaş nedenidir ve ülke bağımsızlığını tehlikye düşürdüğünden “sürekli barış”ın sağlanmasını engeller).
5. Hiçbir devlet, başka bir devletin anayasasına ya da hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır (Devletin bağımsızlığını tehlikeye düşürecek içişlerine herhangi bir müdahale biel “sürekli barışı”ın sonu demektir.).
6. Hiçbir devlet, savaşta, ilerde barış yapabileceği zaman, devletlerin birbirlerine karşılıklı güven duymalarını olanaksız kılacak, yollara başvurmamalıdır; bu yollardan bazı örnekler şunlardır: Düşman ülkesinde suçsuz kişileri öldürmek (Percesores), zehirleyici maddeler kullanmak (Venefici), antlaşmalara aykırı hareket etmek, düşman uyruğuna kendi devletine karşı ihanete kışkırtmak (Perduellio)”.
 
Kant’ın, “sürekli barış”ın kesin ve ancak bu şekilde sağlanabileceğini belirlediği bu maddelerin herhangi biri, herhangi bir gerekçeyle çiğnendiği her durum, bir savaş nedeni sayılacağından, bu maddeleri “sürekli savaş” nedeni olarak da değerlendirmek mümkün. Çünkü eninde sonunda biri çiğnenecek/çiğneyecek ve savaşı başlatacaktır. 
Savaşın bile kendi içinde adaletinin olması gerekmez mi, karşılıklı tarafların ölümüne giriştikleri bu çarpışmada? 
 
Elbette. Nasıl olursa olsun, karşıtların düşünce biçimine biraz olsun güven ve saygı, insan olmanın gereğidir. Böyle bir güvenin sağlanamadığı bir durumda bırakın anlaşmayı, çarpışma, bir imha savaşına girişilmesiyle soysuzlaşacaktır. Savaşların doğal durumları ne hukuk dinler ne adil yargılama yapacak bir mahkeme. Hakkını gücüyle savunmak ya da almak, adil olmayan bir zorbalığa götürür kişiyi ya da devleti. Ne ki, bu durumda, “Yargıda bulunabilecek bir mahkeme olmadığına göre, taraflardan hiçbiri haksız sayılmaz; ancak savaşın sonucu, eski Tanrı yargılarında olduğu gibi, kimin haklı kimin haksız olduğunu belirler. Devletlerarasında ast üst ilişkisi bulunmadığından, bir cezalandırma savaşı da (bellum penituum) düşünülemez. Bir tümden yok etme savaşı (ad internoscionem) taraflardan ikisini de, hukukun bütünüyle birlikte ortadan kaldıracağından, “sürekli barış”a ancak insan türünün o engin (geniş) mezarlığında kavuşulabilmiş olacaktır.” 
 
Sonuç: 
İnsanlık üçüncü bin yılına girdi. Yaşlı dünya, yirminci yüzyıldan devraldığı barış özlemini bir başka bahara bırakırken, savaşkanlığını da tüm hızıyla sürdürüyor. Egemen böyle istiyor çünkü. Ne ki, bu durumun, karşıtlıklarını doğurup kendinden sonraki yüzyıla devretmiş olmasını da bir teselli olarak alabiliriz. İnsanlığın bunca deneyimi, şunu göstermiştir: 
Savaş ve barışın tutarlı bir bütünlük sergilediği bir yaşam sürüyor dünyamızda. İkisi arasında, canlı bir bağ var çünkü. Diyalektik bir olgudur bu. “Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir”. (Heraklit) 
 
Biri Azrail’se, diğeri melek. Biri günahlarıysa insanın, diğeri iyiliklerinin bedeli. Bir madalyonun iki yüzü gibi birbirine yapışık. Birini düşmanımız olarak kabul eder, diğerini dostumuz sayarız. 
 
Kısası, biz şairin “Umut, umut, umut insanda” sözüne güvenmek durumundayız.
 
 
Toplam blog
: 36
: 110
Kayıt tarihi
: 20.06.18
 
 

Günümüz şairlerinden. 1961 Erzincan doğumlu. Öğretmen şair. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak..