Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '15

 
Kategori
Sinema
 

Hero ile Uzakdoğu Sineması üzerine

Hero ile Uzakdoğu Sineması üzerine
 

Hero


I.
 
Hero, görsel hikâye anlatımıyla göz kamaştırıyor.
John Wirt, Advocate
 
Unutulmayacak film sahnelerinin ardı ardına sıralandığı bir film.
Joe Baltake, Sacramento Bee
 
Filmin sinematografisi, birçok dövüş sahnesinden daha dinamik.
Jeffrey Westhoff, Northwest Herald
 
Bir göz ziyafeti…
Betty Jo Tucker, Reeltalk Movie Reviews
 
Soluk kesen bir şaheser…
Lawrence Toppman, Charlotte Observer
 
Şahane bir film…
Richard Roeper, Ebert & Roeper
 
Sonuç her halükârda büyüleyici güzellikte; ama şu tutucu alt metin yok mu? "Kaplan ve Ejderha"nın feminizmini mumla aratıyor doğrusu.
Âlin Taşçıyan, Milliyet
 
Sonuçta kolayca dudak bükülemeyecek, saygıdeğer bir çabanın ürünü olarak karşımıza gelen 'Kahraman', hedefini buluyor.
Uğur Vardan, Radikal
 
İzlenmesi son derece keyifli bu tarihsel masal, yine nefes kesen dövüşlere dayanıyor. Her yaştan seyirciye tavsiye ediyorum.
Atilla Dorsay, Sabah
 
İlginç olan, tüm milli duyguları galeyana getiren ve Çin'in emperyal duygularının estetik tezahürü olan böyle bir metnin perdede görüp göreceğiniz en güzel aşk öykülerinden biriyle verilebiliyor olması.
 
Nihal Bengisu Karaca, Zaman
 
II.
 
 
 
Taklit de olsa Batı kültür yansımalarının izlerini, toplumumuz üzerindeki etkisini görmek mümkün. Dünyanın merkezinde Batı-Amerika lanse edildiğinden oradaki sanatsal-kültürel ve ideolojik-dinsel değişimlerden az çok haberdar olmanın yanı sıra bu akımların temsilciliğini ve savunuculuğunu yapacak kitleleri de bulmak zor olmuyor. Batıyı bu kadar yakından takip eden bizler, Doğu geleneğine ve son dönemde meydana gelen gelişmelere bir o kadar uzağız.
 
 
 
Bunun temelinde yatan şey Doğuyu doğudan değil, Batıdan öğrenmek isteyişimizdir. Buna Doğunun gizemli ve kapalılığı da eklenince yabancılığımız normalleşiyor. Akla hemen şu soru gelebilir, Asya kendini ne kadar ve nasıl tanıtıyor? Güçlünün zayıfı ezdiği gibi baskın kültür, zayıf kültürleri köklü geleneklere sahip olsa da sarsacak kadar etkisi altına alıyor. Bilim-teknolojiyi kültürel taşıma aracı olarak kullanan Batı, yeni nesli köklerinden kopararak kendine benzettiğinden Asya’nın uyanmasının gecikmesine neden oldu. Devlet politikalarının da rollerini unutmamak gerekiyor tabii. Önemli olan son dönemlerde Asya’nın kabuğunu kırarken sergilemiş olduğu tutumdur. Uzakdoğu’nun kökenlerini oluşturan felsefi öğretilerine sahip çıkması ve bunu dünya kamuoyuna duyurması üzerinde durmak gerekmektedir.
 
 
 
Uzakdoğu’nun sanatından, edebiyatından, müziğinden vd. gelişmelerden haberdar olmasak da Uzakdoğu’nun dünyaya açılan en önemli penceresi olan sineması üzerinde duracağız.
 
 
 
Uzakdoğu filmlerinin vurdulu kırdılı olmasının getirdiği şartlanmışlık nedeniyle 30 milyon dolarlık bütçesi ile Çin’den çıkan en pahalı yapım olma hüviyetine sahip olmasının yanı sıra Çin kültürünün sembollerle anlatıldığı HERO (Kahraman) filmi Türk izleyicisinin gözünden kaçtı. Seyredenlerinse, Savaşan Eyaletler dönemi, 100 okul döneminden( Konfüçyüs’çülük, Taoculuk, Yasalcılık, Budizm), kullanılan renklerin dili (kırmızı, beyaz, mavi, vd.), Kaligrafi gibi filmin üzerine kurulduğu temalara olan yabancılığı nedeniyle filmden istenen sonuç alınamadı. Sadece görsel ziyafet olarak kaldı film.
 
 
 
Filmin analizine geçmeden önce okuyucularımız için filmi kısaca anımsatalım:
 
 
 
"Hero"ın hikâyesi, diğer krallıkları ele geçirerek bölünmüş Çin'i birleştiren imparator olarak tarihe geçmek isteyen Qin Kralı'nın, diğer krallıklara verdiği zararlardan dolayı, sürekli bir suikasta uğrama korkusuna sahip olması üzerinden ilerliyor. Qin Kralı'nın bu korkusu temelsiz değil: Her ne kadar, modernleştirdiği savaş teknikleriyle büyük ordulara sahip olsa ve kendisine suikast girişiminde bulunma ihtimali olan pek çok kişiyi saf dışı bırakmayı başarsa da, hâlâ eski samuray yöntemleriyle dövüşen üç savaşçıyı bir türlü alt edemiyor. Kırık Kılıç, Uçan Kar ve Gökyüzü adlı bu kılıç ustalarını yenmek için, elindeki gücü onlar gibi kullanabilen birinin gerektiğini fark ettiğinden olsa gerek, bu üç suikastçıyı yakalayacak kişiye büyük bir güç ve servetin yanı sıra, kimsenin yaklaşamadığı mekânında dostluk da vaat ediyor. Böyle korku içinde yaşarken, ilk kez 'İsimsiz' ve gizemli bir savaşçı, saraya gelip bu acımasız suikastçıların silahlarını sunduğunda, kralın onu huzuruna kabul edip hikâyesini dinlemeye başlamasıyla filmin içine giriyoruz. Sarayda kraldan sadece 10 adım uzakta oturan 'İsimsiz' yıllarca kılıcının aydınlattığı yoldan ilerleyip üç suikastçıyı nasıl alt ettiğini anlattığında da, kral onun hikâyelerinin alternatif versiyonlarını dillendirmesiyle filmin büyülü atmosferine giriyoruz.
 
 
 
O döneme alttan alta damgasını vuran tarihsel gerçeklik izlerinin yanı sıra, mertlik ve onur temelinde yükselen büyük savaşçıların cesaretlerini ve ruh hallerini, savaş sahnelerinin farklı renklerle süslü uyumuna yolculuğumuz başlıyor. Yolculuğumuzun ilk durağında her hikâyenin gerçekliğine göre kullanılan renklerin diliyle başlayalım:
 
 
 
Renklerin dünyası:
 
 
 
Hero, dört kişi ve imparator arasında her üç olay geriye dönüşlerle anlatılmış, oyuncu sayısının azlığı ve üç ayrı olay temelde aynı olmasına rağmen seyirciyi kendisine bağlamasının nedeni kırmızı, mavi, beyaz renklerin eşliğinde dövüş sahnelerin filme görsel şölen niteliği kazandırması ve fantastik öğelerle durumların bağlantılarının kurulmasıdır.
 
 
 
Hikâyenin iç içe geçen üç farklı versiyonu, dövüşçülerin ruhlarına uygun üç farklı renkle özdeşleştiriliyor. Dolayısıyla kırmızı, beyaz ve mavi renklerin Çin kültündeki karşılıklarını bilmek, filmden alacağımız seyir keyfini de artıracaktır. Çin geleneğinde ‘kırmızı’ dünya genelinde hakim olan anlayışla örtüşecek şekilde aşk ve tutku anlamına geliyor, ama rengin anlamı sadece bununla sınırlı değil, kırmızı aynı zamanda ‘yalan’ı da çağrıştıran bir renk. Mavi, mantığın; beyaz ise sadelik ve gerçeğin rengi, filme bir yan olarak dahil olan yeşil ise belleğe işaret ediyor.
 
 
 
İç içe geçen üç hikâyeye uyarlarsak; kırmızı bölüm yüzeysel gerçeği anlatıyor ve anlatımda eksilikler olduğunu fark ediyoruz. Mavi hikâye ise gerçeğe biraz daha yaklaşıyor, Ancak eksiliklerin hala olduğunu görüyoruz. Beyaz ise gerçeğe en yakın olanı. Ancak yine de gerçekle eş değil. Gerçek ise düşünüldüğünden çok farklı ve sarı hikâyede gizlidir.
 
 
 
Renk seçimlerinin dövüş sahneleriyle uygunluğuna öylesine önem verilmiş ki filmin kilit sahnelerinden olan, sonbahar yapraklarını dökmüş ağaçlar arasındaki dövüş sahnesi için, yönetmen Zhang Yimou günlerce süren bir mekân çalışması yaptıktan sonra bir kişiyi belirlediği mekânlarda yaprakların yeşilden sarıya dönüşünü takip etmesi için görevlendirilmiş ve dönüşüm gerçekleştiği anda çekim mekânını oraya taşımıştır.
 
 
 
Ayrıca yapılan düelloların müzik eşliğinde ve zihinsel olarak yapılması ve bu sahnelerin başlangıçta siyah beyaz ve daha sonra renkli verilmesi filme ilave bir zenginlik katmıştır. Yine olayların zihinsel olarak düzenlenmesi ve konsantre olunabilmesi için müzik ve mum ışığının kullanılması ve duyguların yaydığı pozitif ya da negatif enerjinin algılanabilmesi filme farklı bir renklilik katmıştır.
 
 
 
Son olarak film kılıç kullanma ile kaligrafi sanatı arasında bağlantı kuruyor, ikisinin de yani kalem ve kılıcın aynı temele dayandığını söylemesi ilginç bir temadır.
 
 
 
Kılıçla insanın bütünleşmesi vurgusu yapılmıştır. Bunu da sırasıyla şöyle izah edebiliriz:
 
 
 
İlk düzeyi adam ve kılıcın birleşimini gerektirir. Adam kılıçtır, kılıç ise adam. Elindeki bir ot bile silah olarak kullanılabilir.
 
 
 
Kılıç ustalığının ikinci düzeyi; kılıcının kalpte olmasını gerektirir. Kılıç ustalığının en üst düzeyi ise hiç kılıca ihtiyaç duymaz. Ne elde ne de kalpte. Bu her şeyi, geniş bir açıdan görebilmektir. Öldürmemektir. Bu barıştır.
 
 
 
Filmin her karesinin seyirciye mesajlar sunduğu kuşkusuzdur. Bir başyapıt niteliğindeki filmin, seyircinin zihnini biraz yorması gerekmektedir. Biz burada sahneleri tek tek açıklama imkânına sahip değiliz. Bunu yapmamız zaten hazıra alışmış seyirciyi giderek tembelleştirecektir. Seyretmeyenlerin muhakkak seyretmesini, seyredenlerin tekrar seyretmesini diliyoruz.
 
III.
 
 
 
Son dönemlerde Uzakdoğu filmleri gerek Türkiye’de gerekse tüm dünyada kendinden söz ettirmeye başladı. Düşük maliyete çok sayıda ve değişik konularda ürettiği filmlerle Hollywood’da Asya rüzgârının esmeye başlamasını sağladı.
 
 
 
Vurdulu kırdılı filmleriyle tanıdığımız Uzakdoğu sinemasının daha önceleri dış pazara kendini beğendirme gayreti yoktu. Tamamen iç pazara yönelik olarak üretiliyordu. Yani kendi toplumlarına sesleniyor ve bekledikleri ilgiyi görüyorlardı. Örneğin: Jae-Gyu’nun 1999 yapımı macera/drama filmi “Shiri” 23 günde başkent Seul’da bir milyon izleyiciye ulaşmıştır. Titanic ise bu rakama 38 günde ulaşabilmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi maliyeti hayli düşük olduğu için yönetmenler gönüllerince film çekebiliyorlar. Örneğin: Japon yönetmen Tukashi Miike, 5 yıl içinde televizyon ve video çalışmaları hariç 23 film çekebilmiştir. Tabii yalnızca düşük maliyetin değil, sektörü geliştirmek için konan kuralların etkisi de vardır. Örneğin: Hong Kong’da her sinema salonu yılın 115 gününde yerli film göstermek zorundadır.
 
 
 
Hollywood elindeki malzemeyi tüketti. Yıllarca yüzerlerce kez Vietnam’ı, Nazi Almanya’sının Yahudi soykırımını dillendirdi. İncil’den veya Hıristiyan mitolojisinden yola çıkarak şeytan-melek ve gizemli işaretleri kurguladı. Ve nice üçüncü sınıf polisiye ve komedi filmlerinin gösterimi ile kendini tekrar etti durdu. Senaryoların benzerliği seyircisinin ilgisini azalttığı gibi, pazar gücünü de zayıflattı. Bütün bunlar her ne kadar kendi kültürünü tanıtmaya yönelik adımlar olsa da malzeme değişikliğine gitmek zorunda kaldı. İşte son dönemlerde Hollywood gözlerini Asya’ya dikti. 1950’lere kadar olan dönemde gelirinin yalnızca yüzde 30’unu ülke dışından kazanmakta olan Hollywood’da işler 1980’lerden sonra değişmeye başlamıştır. Bu gün Hollywood gelirinin yüzde 50’sinden fazlasını dışardan elde etmektedir. Bu gelir artışında tüm dünyada yeni, çok salonlu sinema anlayışının güçlenmesinin sonucu olarak çok sayıda filmin eşzamanlı olarak gösterilmeye başlanması da etkili olmuştur. Bunun dışında televizyon, kablo ve dijital paketlerle sağlanan kanal artışı ile VCD, DVD gibi teknolojilerin de desteklediği ev sineması sayesinde salon dışı sinema seyircisinin önemli bir izleyici potansiyeli olarak belirtmesi de Hollywood’un dış pazardaki payını önemli oranda artırmıştır. Hollywood majörleri özellikle Çin, Hindistan ve Endonezya gibi kalabalık nüfuslu ülkelere sahip Asya kıtasının gelecek yirmi yılda Hollywood’un en önemli dış pazarı olacağı ön görüsünde bulunmaktadır. 
 
 
 
Hollywood Asya kıtası ile çok daha yoğun bir ilişki içine girmeye başlamıştır. Onun içindir ki Amerikan şirketleri Asya kıtasında doğrudan şubeler açmak ya da yerel firmalarla ortaklıklara girmek suretiyle film yapmaya başladılar. Son dönemde ülkelerinde ve dünyada başarı kazanan Crouching Tiger- Hidden Dragon (kaplan ve Ejderha), Hero, Time and Gide, Big Shots Funeral gibi birçok Çin ya da Hong Kong filminin arkasında Columbia, Warner – Bros, Buena – Vista/Disney, Miramax, Universal gibi şirketlerin bulunduğu görülür. Tabii ortaklık ve şube açmaları Asya filmlerinin Amerika’da ve daha birçok yerde dağıtımını kolaylaştırmaktadır. Şunu da unutmamak gerekiyor, Amerikalılar alt yazı filmleri seyretmediklerinden filmler (örneğin Hero) Amerikan seyircisi anlayışı doğrultusunda yeniden kurgulandıktan sonra gösterime girmektedir.
 
 
 
Konudan uzaklaşmadan Uzakdoğu sinemasının piyasadaki durumuna kısaca değinelim:
 
 
 
Hong Kong: ’70 sonu ’80 başında hareketlendi ve Hollywood tarafından fark edildi. John Woo, Jackie Chan, Tsui Hark popüler isimleri. “Aşk Zamanı” ile Wong Kan Wai ve Stanley Kwan ise sanat filmi seyircilerini kazandı.
 
 
 
Japonya: ‘80’lerde televizyonun meydan okumasıyla sinema seyircisini büyük ölçüde kaybeden Japon sineması, büyük ustası Akira Kurosawa’nın ardından Takeshi Kitano, Takashi Miike, Yasujiro Ozu ve animasyonda Hayao Miyazaki gibi isimler çıkardı.
 
 
 
Güney Kore: Japon sömürgesi, Rusya ve Amerika’nın askerî işgaliyle dehşetli günler yaşayan ve kültür hayatı darbe yiyen Güney Kore, son zamanlarda parçalanmışlık, şiddet, intikam ve masumiyet etrafındaki konularıyla en çok dikkat çeken ülke. Chan Wook Park şu sıralar en gözde ismi.
 
 
 
Tayvan: Ang Lee’nin 1999 yapımı filmi “Kaplan ve Ejderha”nın 10 dalda Oscar’a aday olması, elbette Tayvan sineması için dönüm noktası. İç pazarının yüzde 85’i Hollywood elinde de olsa, Tayvan sineması gün geçtikçe gelişiyor. 
 
 
 
Çin: Pazar reformu, hükümet sansürü ve Hollywood’un gittikçe artan varlığı arasında Çinli sinemacılar özgün çalışmalarıyla dünyanın dikkatini çekti.
 
 
 
Uzakdoğu’daki gelişmeler kısaca böyle. Hollywood’un tükendiği veya inişe geçtiği bir dönemde Uzakdoğu’daki gelişmeler ön plana çıksa da denetimin Amerikalıların elinde olması tekrar durup düşünmeyi gerektirir. Her ne kadar Zhang Yimou bu durumu, Amerikan seyircisinin başka kültürlerin farkına varması ve onlara bir gözle bakmaya başlaması açısından olumlu bir gelişme olarak nitelense de gerek Türk toplumu gerekse Amerika halkı hâlâ Uzakdoğu kültürüne çok yabancı. Böyle olunca seyircinin filme bakış açısını ve ön yargısını kırmak zaman alacaktır.
 
 
 
Bu gidişle sinema salonları Uzakdoğu filmlerini daha çok misafir edeceğe benzer; ama bu kültürel savaşta kimin tahta oturacağını görmek fazla zamanımızı almayacaktır.
 
Osman tatlı
 
Toplam blog
: 90
: 382
Kayıt tarihi
: 02.08.14
 
 

2004 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite yılla..