Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '13

 
Kategori
Öykü
 

Hüdhüd Paşa

Hüdhüd Paşa
 

-resim semboliktir-


İstanbul’un konaklarının, henüz  elektrik kontağından çıkan yangınlarla tükenmediği zamanlarda, sur içi İstanbul’un tarihi semtlerinden biri olan Cerrahpaşa’da geçti çocukluğum.

Sokağımızın iki başında, sülüs yazılarla süslü, kaynağı nerededir bilmediğimiz sular akan çeşmeler vardı. İçerisinde meyva ağaçları olan bahçeler, bahçeler içinde ahşap konaklar... Öyle bekçisi falan olmazdı, çocuklara yasak değildi bu bahçeler; ama serbest de değildi. Biz mevsimi geldiğinde, talan etmeden, usturupluca yerdik bu meyvalardan.

Bizim sokağı dik kesen başka bir sokakta, ‘Paşa Konağı’ olarak bildiğimiz bir konak vardı. Bu konakta yaşayan yoktu; belki önceden yaşayanlar vardı da bizden önceydi, bilmiyorum. İşte bu konakta, bir gece bir yangın çıktı. Ahşap konak sabaha kadar cayır cayır yandı. İtfaiye söndürdü söndürmesine de, konak kül olmuştu. Ahşap kısımlar, altının taş bölümleri üstüne çökmüştü. Konaktan sokağa bir sürü şey saçılmıştı.

Biz çocuklar için, felaketten heyecan ve macera üretme süreci başlamıştı. Konağın etrafında dolanıyor, yangından arta kalan enteresan şeyleri  topluyorduk. Benim kısmetime üzerinde Osmanlıca yazılar olan, biraz paslanmış bir kılıç düştü; bildiğiniz kılıç işte. Kaptığım gibi, eve götürdüm. Anneme sezdirmeden döşeğimin altına sakladım.

Daha sonraki günlerin birinde, yine çaktırmadan, kılıcımı caddedeki bileyciye götürüp bir güzel bileylettim. Bileyci amcaya kılıcın dedemden kaldığını, annemin bileyletmemi istediğini söyledim. Osmanlıca okuyabilen bir amcaydı, bana kılıcın üzerinde “Hüdavendigar Paşa Hazretleri” yazdığını söylediğinde, dedemin adının bu olduğunu söyleyiverdim.

O günlerde meşhurdu; mahallelerde, komşu mahalle çocukları ile tahtadan yapılmış kılıçlarla ‘kılıç savaşları’ yapılırdı. E! Benim tahta kılıçla ne işim olurdu artık, gerçeği varken; değil mi ama... Hüdavendigar  ismi uzundu, sevmemiştim; o yüzden kılıcıma “HüdHüd Paşa” adını verdim ve ilk kılıç savaşında HüdHüd Paşayla daldım cenk meydanına. Bileylenmiş kılıcımın karşısında hiç bir tahta kılıç barınamıyor, kılıçları doğranan düşmanlarımız(!) çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. Hatta içlerinde korkudan ağlayanlar bile vardı, sonradan farkettim.

Bizim ordunun komutanı ben olmuştum; rütbeleri ben dağıtıyor, ekibimi ben seçiyordum. Hüdhüd Paşa ile bir kaç meydan muharebesine daha katıldım. Beklendiği gibi karşımızda hiç bir kılıç ordusu duramıyordu.

Saltanatım uzun sürmedi. Bir savaşta, aşağı mahalleden bir çocuğun kafasını yardım; Hüdhüd Paşayı kaptığım gibi eve kaçtım, onu bahçedeki kömürlüğümüze sakladım. Biraz sonra kapımız çaldı ve kafasını yardığım çocukla annesi belirdi kapıyı açan annemin karşısında.

“Hanım, hanım...Çocuğuna sahip çıksana; ne o öyle savaşta düşman doğrar gibi doğramış oğlumu” diye feryat etti. Annem bana döndü; bense yönümü çoktan kapıdaki aralıktan yukarı, merdivenlere doğru çevirmiştim ve yalın ayak, dayaktan şimdilik kaçtım.

Bu kaçışın dönüşü de vardı. Saatler sonra, hava kararmadan ve babamın eve dönüşünden az önce eve girdim. Babam birazdan geleceğinden, iz bırakabilme endişesi ile annem bana el sürmedi; ama epey bir paparasını yedim.

Babam gelince olay ona anlatıldı ve cezam kesildi; kılıca el sürmem yasaklanmıştı; tahta kılıç neyime yetmiyordu.

Derken o meşum gün, 12 Eylül geldi. Bütün evlerde hummalı bir sakıncalı kitap, eşya , silah yok etme süreci başladı. Benim Hüdhüd Paşa da nasibini aldı bu furyadan ve ilk otobüsle, bir erzak çuvalında köye, anneanneme gönderildi.

E, 12 Eylül bu; rahat durur mu!... Köylere de musallat olmuş, herkesten evlerinde ne kadar ve ne tür silah varsa teslim etmeleri istenmiş. Anneannem HüdHüd Paşayı silah niyetine vermeye kıyamadığından bahçeye gömmüş.

Aradan yıllar geçmiş, 12 Eylül'ün baskısı gevşedikten sonra anneannemin aklına gelmiş HüdHüd Paşa; gömdüğü yerden çıkarmış.

Ve sonra... Tarihe ‘Paşa orağı’ olarak geçecek buluşu gerçekleştirmiş anneannem; HüdHüd Paşa büktürülüp, façası bozularak kalan ömrünü orak olarak sürdürmüş. Herhalde sapında “Hüdavendigar Paşa Hazretleri” yazan bir orak görmemişsinizdir... 

 
Toplam blog
: 20
: 861
Kayıt tarihi
: 05.01.08
 
 

Doğayı ve üzerindekileri seven, az dostu çok arkadaşı olan, yaşamda acelesi olmayan, ..