Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '12

 
Kategori
TV Programları
 

Huzur Sokağı: Dizilerin Başörtüsüyle İmtihanı

Huzur Sokağı: Dizilerin Başörtüsüyle İmtihanı
 

Modern zamanlarda iletişim, medya araç gereçleriyle gerçekleştirilmektedir. Daha doğrusu iletişim artık araçsallaştırılmış, mekanik bir süreci ifade eder. Aynı zamanda medya bir güç odağı demektir ya da güçlülerin medyası vardır da diyebiliriz. Bir topluma egemen olan gücün rengini medya aracığı ile sarahaten görebiliriz. Medyanın özellikle de medya araçlarından televizyonun mutlak hükümran olduğu, zihinlerimizi alabildiğine şekillendirdiği dönemlerdeyiz. Bütün algılamalarımız, zevklerimiz, alışkanlıklarımız, tanışıklıklarımız neredeyse medya marifetiyle gerçekleşmekte. Medyada ön plana çıkarılan, tabiri caizse reklamı yapılan, kullanım değeri olan kişi ve olayları çabucak tanıyabiliyoruz. Tanıyabiliyor ve aynı zamanda kolayca tüketiyoruz. Güncelin dışında, popüler değeri olmayan, genel geçerlikten ziyade daha derin, daha kadim, tüketilebilirlikten daha uzak değerleri bilmek, tanımak popüler olanı bilmek, tanımak kadar kolay olmuyor.

Medyatik olmayan ya da kendine medyanın popüler dünyasında yer bulamayan ne kadar değer varsa hepsi sanki yokmuş gibi. Çünkü günümüz insanı yalnızca kendine gösterilenle -ister kendine gerekli olsun isterse olmasın- meşgul oluyor. Dünyasını bir tek görebildiklerinden müteşekkil bir şekilde konumlandırıyor. Medyada görünür olmak, gerçekten görünür olmak mıdır? Bu soru medyanın mutlak hükümranlığında gerçeğin aldığı ve alacağı boyutu göstermesi açısından önemlidir. Bir şey medyada görünüyorsa kendi gerçeğinden kopmuş olarak görünür. Bizim gördüğümüz o şeyin gerçeği değildir aslında. Değiştirilmiş, dönüştürülmüş, deforme edilmiş bir gerçekliktir söz konusu olan. Islah edilmiş, budanmış…

********

En yaygın medya aracı televizyonun yakıtı reytingdir. Ne kadar reyting o kadar hareket. Bir anlamda televizyon ekranlarında dönen bütün her şey reytinge ayarlıdır. Reytingi kadar değerlidir. Televizyonda yayınlanan her ne ise ancak yüksek reyting malzemesi olduğu oranda önem kazanır. Reklamlarla, tanıtımlarla izleyicilerin zihnine kazınırlar ve izlenirler. Yani bu iletişim biçiminde medya araçlarına sahip olmayanlar, izleyiciler edilgen konumdadır. Medyayı ellerinde tutanlarca sürekli bir propaganda bombardımanına maruz kalmışlardır.

Son dönemlerde özellikle Türkiye’deki televizyon kanalları kendilerine malzeme olarak dizi filmleri seçti. Ekranlarda dizi film enflasyonu yaşanmakta. Birbirinin aynısı ya da taklidi… Genel olarak dizileri değerlendirdiğimizde, dizilerle hayat arasında derin bir ironinin varlığını görebiliriz. Gerçek hayatta kurtulmak istediğimiz ve yıktığımız ne kadar şey varsa hepsi dizilerde yeniden hortluyor. Modernleşmek için kendimizi parçalıyoruz ama en çok izlenen diziler feodal ilişki biçimlerini köpürtenler. Ağaların, paşaların, marabaların, kâhyaların bolca olduğu diziler. Şeffaf bir sosyal hayat istiyoruz ama bütün dizilerde normal hayatta karşılaşamayacağımız şatafat, kaynağının nereden geldiği belli olmayan yüksek standartlı hayatlar. Mafyöz ilişkiler. Diğer tarafta tarihimizin deforme edildiği, magazinel bir takım göstergelerin dışında tarihsel hiçbir öğesi olmayan, tarihi yalnızca padişahların, kralların yatak odasından ibaret gören diziler. Cinselliğin hastalıklı bir şekilde gözlere sokulması. Gerçek hayatta hiçbir şekilde karşılaşamayacağımız bir acayip göstergeler dünyası…

Bütün bunların yanında dönem dizileri ve edebiyatımızdaki önemli romanların senaryosunu oluşturduğu diziler. Bu dizilerin çoğunun eskiden filmleri de çekilmişti. Filmlere göre bu diziler çok sönük kalmaktadır. Günümüzde bol bol dönem dizileri var ama o günlerle bugünler arasında çok şey değişti. Köprünün altından çok sular aktı. Geçmişin siyasi ve ideolojik kalıpları çoktan kırıldı. Şu an herkesin etrafında toplandığı tek ideoloji liberalizm. Para kazanmak ve harcamak… İyi yaşamak, daha çok mala sahip olmak. Fena fil meta durumu yani.

******

Uzun bir girizgâhtan sonra “Huzur Sokağı” adlı diziye ve buradaki karakterlere bakmak istiyoruz. Çünkü yukarıda söylediğimiz şeylerin hem toplamını hem de bunların dışında kendine özgü bir takım özellikleri içinde barındırıyor. Bildiğimiz gibi “Huzur Sokağı” birkaç istisnaya cılız dizi dışında başörtüsü ve dindarların yaşamını derinliğine işleyen bir özelliktedir. Aynı zamanda dizinin serencamı aynı konuları işleyecek ve ileride çekilmesi düşünülen dizileri de etkileyecektir.

“Huzur Sokağı” modernliğin işgaline direnen, geleneksel ilişki biçimlerini muhafaza etmeye çalışan dindar insanların yaşadığı bir yerdir. Bir direniş alanı da denebilir. Herkesin dindar olduğu, ilişkilerin sıcaklığını koruduğu, mahalle bakkalının insanların her şeyine koştuğu sokak. Mahalle camisinin bir toplanma yeridir burada. Bugün bakıldığında çok naif görünüyor. Sanki bir ütopya.

Dizinin ekranlarda dönmeye başladığı dönemde o zamanın dindar insanıyla bugünü kıyasladığımızda devasa bir farkın olduğunu görebiliriz. O zaman mahalle bakkalının etrafında toplanan insanlar bugün mahalle bakkalını yok eden süpermarketler zincirlerinin sahipleri. Apartmanlara direnen neslin çocukları müteahhit oldular ve İstanbul’un her yerini dev kulelerle çeviriyorlar. Şimdi geleneksel ilişki biçimleri ortadan kalkıyor. Mahalle bakkalının yerini AVM’ ler kuşatmış durumda. Bakkalların borç defterleri yok artık. Her şey kredi kartıyla alınıyor, satılıyor. Mahallelerin yerinde insanların kendilerini etrafı kalın duvarlarla çevrilmiş sitelere hapsettikleri gettoları var. “Huzur Sokağı”ndan sitelere taşınanlar bugün insanlarla aralarına kale duvarları çekiyor, sert sınırlar… Tevazuun, garibanlığın paylaşıldığı sokaklar, yoksul ama mütevekkil evler yok artık bir prestij göstergesi konaklar var. Yani “Huzur Sokağı” o sokaktan çıkanlara binlerce yıl uzakta.

E... O zaman neden “Huzur Sokağı” dizisi çekildi diye sorabiliriz. Bunun birçok sebebi olabilir. Bunların başında artık “Huzur Sokağı”ndan şehre dağılanların gücü var yani medyası. Onlar çekmesin de kim çeksin böyle dizileri? Kamusal alanda halledilmeyen başörtüsü ne de olsa televizyonda bir diziye konu oluyor ya hem de başrol oyuncusu olarak. Daha ne olsun? Diğer yandan medyaya bundan daha güzel malzeme olmazdı herhalde. Siyasi ve kültürel durumda uygun hale geldi. O zaman tabii ki dizi çekilecek. Ne kadar gerçeğini deforme etsede…

Medyanın yakıtı reyting demiştik. “Huzur Sokağı” reyting alıyor. Bolca reklamı yapılıyor. Diğer taraftan holding sahibi, koltuk sahibi dindarlarımız için derin bir nostalji… Ama dizide yine de tuhaflıklar var. Dizideki başörtülülerin hepsinin hayattaki tek amaçları evlilik ve birilerini evlendirmek. Özellikle Şükran’ın annesinin durumu, tavırları çok antipatik. Bir de iki annenin çevirdikleri dümenler fazla aşırı. “Huzur Sokağı”nın huzurlu ortamı yok ediliyor bunlar tarafından.

Diğer dizilerde izlediğimiz her türlü ayak oyunu, arkadan vurma, ihanet, arkadaş satma “Huzur Sokağı”nda da bolca bulunuyor. Feyza’nın üvey annesinin babasını aldatması, Leyla’nın çevirdiği dümenler… Bir de dizideki oyuncuların özellikle Bilal’ın annesinin diyalogları çok yapmacık geliyor. Aynı zamanda Feyza’nın takıntılı ruh hali, her şeyi meta olarak gören ve elde edemeyince üzülen psikolojisi…

Dizide dikkat çekici paradokslardan biri de çok dindar olan, gittiği her yerde uhrevi bir hava estiren Bilal’ın kız kardeşine karışmaması. Sanki bu kız Bilal’ın alanına hiç girmiyor. Çok serbest bir kız. Ayrıca Bilal’ın her yerde Hızır gibi ortaya çıkışı ve bütün sorunları halletmesi de çok sırıtıyor. Bu gösterge bize tam da fabrikasyon mamulü Türk Müslümanlığı olarak adlandırılan muhafazakârlığı çağrıştırıyor.

“Huzur Sokağı” bu haliyle Müslüman algıya çok fazla hitap etmez. Müslüman toplumun kendini ifade etmesinden daha ziyade yine medyanın ve onun ürettiği ilişki modellerinin bir ifadesi olarak kendini dayatır.

 
Toplam blog
: 22
: 611
Kayıt tarihi
: 01.10.12
 
 

... ..