Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '21

 
Kategori
Sinema
 

İçimdeki Yangın

                                                  

                                                                                     “Bir artı bir, bir eder mi?”

 

Film, 2010 Kanada yapımı bir dram. Türkiye’de 2011’de gösterime girmiş. Yönetmen, Denis Willeneuve. Müzik, Gregoire Hetzel. Oyuncular: Lubna Azabal (Nawal Marwan), Melissa Desormeaux-Poulin (Jeanne Marwan), Maxim Gaudette (Simon Marwan), Remy Girard (Jean Lebel)

Aldığı ödüller: Genie En iyi film ödülü.

Bir savaşın filmi. İç savaş. Lübnan’daki Hristiyanlarla Müslümanların savaşı. Acımasız, ahlaksız, insanlık dışıdır bu savaş.

Nawal Marwan Kanada’da yaşayan bir Hristiyan Arap’tır. Bir gün havuzda yüzerken gördüğü şey onu hasta eder. Hastanede son sözlerini yanında çalıştığı notere söyleyip ölür. Nawal, Noter Jenan Lebel’in yanında sekreter olarak çalışan bir kadındır. Öldüğünde yanında çalıştığı noter, biri kız biri erkek olan ikiz çocuklarına onun vasiyetini okur. Ölen annenin çocuklarına vasiyetinde adı yazılı olmayan bir mezara çıplak ve yüzüstü gömülmek isteği vardır. Anne iki mektup bırakmıştır. Bu mektuplar çocukları tarafından yerine ulaştırıldığı zaman mezarına isim yazabilecekler. Kızı Jeanne bırakılan bu mektubu hiç tanımadığı babasına ulaştıracak, oğlu Simon’sa ilk defa haberdar olduğu başka bir kardeşine verecektir. Simon bu görevi reddederken Jeanne Kanada’dan annesinin memleketine (Lübnan) gitmek üzere yola çıkar.

Film, geçmişe döner. Hristiyan Arap bir aileye mensup olan Nawal, gençlik yıllarında Müslüman göçmen bir adamla beraber olmuştur. Onunla kaçma planı yaparken kardeşlerine yakalanır. Müslüman genç, namuslarını temizlemek adına Nawal’ın kardeşleri tarafından öldürülür. Annesi Nawal’ı kardeşlerinin elinden alarak bir odaya kapatır. Hamile olan Narwan doğum yapana kadar evde kalır. Doğumda çocuk anneannesi tarafından -ileride annesi tanısın diye topuğuna özel bir dövme yapılıp- bir yetimhaneye verilir. Nawal da evden kovularak şehirdeki dayısının yanına gönderilir.

Jeanne annesinin memleketine varır. Annesinin ismini duyanlar ona tepki gösterir. Annesi, iç savaş sırasında Hristiyan Arap komutana suikast düzenleyerek öldürmüş, on beş yıl hapis yatmıştır. Hapishanede tecavüze uğramış ve işkencelere maruz kalmıştır. Jeanne, bunları öğrenince kaybolan kardeşlerinin bu tecavüz çocuğu olduğunu düşünerek yardım için ikiz kardeşi Simon’u yanına çağırır.

Jeanne, araştırma yapar. Hristiyan olan annesinin Müslüman biriyle beraberliğinden hamile kaldığını, kardeşlerinin o genci öldürdüğünü, gizli doğurduğu çocuğunu anneannesinin götürüp bir yetimhaneye verdiğini öğrenir. Dört yıl sonra din savaşı başlar. Nawal, savaş bölgesinde kalan yetimhanedeki oğlunu bulmak amacıyla dayısının yanından kaçar. Müslümanlar bombalayıp yıktıkları yetimhanedeki çocukları oradan alıp götürür. Dönüşte, Nawal fularını baş örtüsü yapıp boynundaki haçı çıkararak bir Müslümanların olduğu bir otobüsüne biner. Otobüs Hristiyan milisler tarafından durdurulur. Nawal haçını göstererek Hristiyan olduğunu söyler. Orada korkan bir çocuğu da kendi çocuğuymuş gibi alır. Milisler herkesi öldürür, otobüsü ateşe verir, çocuğu da acımadan kurşunlar. Nawal bu olayla sarsılır. Yıllar sonra savaşın baş sorumlusu olarak gördüğü Hristiyan lideri öldürür. Yakalanıp hapse atılır. On beş yıl boyunca işbirlikçilerini söylesin diye işkence görür. Hiç konuşmaz. Sürekli şarkı söyler. O yüzden adı ‘şarkı söyleyen kadın’a çıkar. Azılı katil, keskin nişancı Ebu Tarık hapishanede görevlendirilir. Ebu Tarık işkence eder, defalarca tecavüz eder ama yine konuşturamaz. Nawal, Ebu Tarık’tan hamile kalır. İkizlerin babası Ebu Tarık’tır.

Nawal’ın hayatı; savaşı, işkenceyi, acıyı, savrulmayı anlatıyor. İnsanlığı yerin dibine batırıyor. Dehşete kapılıp utanıyoruz. İnsanlık bu mu diyoruz? Nawal’ın otobüsten çıkardığı küçük çocuğu elinden alıyorlar. Çocuk can korkusuyla koşarken arkadan kafasına aldığı bir kurşunla yere seriliyor. İnsanlığın öldüğü yer.

Acının, öfkenin, var olma kaygısının, terk edilme korkusunun dozunda işlendiği bir film. Açık anlatımın yanında dolaylı anlatımla, simgelerle film genişletilmiş. Mekân ve zaman filmi okumak için iyi bilinmeli. Savaş sahneleri, gerginlik, ölüm gerçekçiliği gözler önüne seriyor.

Ateş hep var, sanki Zerdüşt’ün sönmeyen ateşidir bu. Olay Lübnan’da geçse de mekân Ortadoğu’dur, daha geniş coğrafyadır.

Nawal bir simge, taraf olmayan bir taraf. Ağır bedel ödeyen bir taraf. Keşke yaşamasaydım dedirten bir ömür. İnsanın kanını donduran bir hikâye. Bunlar ne adına? Kimin başı göğe erdi? Yok edilen çocuklar, gençler, kadınlar... Kentler, köyler, evler...

Bu öykünün başı da yok, sonu da. Film başlarken devam eden bir yaşamın ortalarıydı. Film bittiğinde her şey bitti mi sanki! Acılar katlanarak söktü yürekleri. Hikâye  hiç bitmiyordu, her durağında derin sessizlik kaplıyordu herkesi, her yanı... Anaç, her cümlesinden bir hikâye çıkarmak mümkün. Film taraf tutmamış. İyi bir gözlemci. Gündeme düşen ateş topu, yuvarlanıp gitti. Yakmadığı yürek kaldı mı?

Naval, “Her şeye rağmen birlikte olmak güzeldir.” dedi.

Film, yetimhanede bir şarkının eşliğinde askerler tarafından tıraş edilen bir çocuğun bakışlarıyla açılır. Öfkeli, acı dolu, sevgiden mahrum... Köksüzlük, tutunacak dalı yok. Kimsesizlik ölümle eş değerdir.

Nawal, “Hayatın bana öğrettiklerini ben de düşmanlarıma öğreteceğim.” dedi.

Annelerinin izini takip eden Jeanne ve Simon hapishanede tecavüz sonucu doğan çocuğun ağabeyleri olduğunu düşünür. Doğan çocuk değil çocuklardır, ikiz olduğunu öğrendiklerinde donup kalırlar. Hapishanede doğan kendileridir ve babaları Ebu Tarık’tır. Bu bilgi şok etkisi yapar. Filmde anne karnındaki cenin görüntüleri suskunluğu artırır. Anne karnına dönüş... Psikolojide kötü durum karşısında ruhsal olarak geriye gitmedir.

İki kardeş babaları Ebu Tarık hakkında bir bilgiye ulaşamaz. Yaşayıp yaşamadığını da öğrenemezler. Ancak ağabeylerinin yetimhanedeki belgelerine ulaşırlar. Ağabeylerinin adı Nihat Mayıs’tır. Mayıs ayında doğduğu için bu soyadı verilmiş. Simon, Nihat’ı bulmak için yetimhaneyi yerle bir edip çocukları götüren Müslümanların lideri Şemseddin’i bulur. Şemseddin: “Nihat çok güçlü ve yetenekliydi. Gözü pek ve atikti. Kendini geliştirip iyi bir savaşçı ve keskin nişancı oldu. Annesini bulmak istiyordu, çok aradı ama bulamadı. Bana gelip şehit olmak istediğini, böylece annesi duvarlara asılan resimlerini görebileceğini söyledi. Kabul etmedim. Keskin nişancı olarak ünü yayıldı ve çok can aldı. İşgal başladı, Nihat’ı yakaladılar. Ondan faydalanmak istedikleri için öldürmemişler. Eğitip hapishaneye göndermişler. Cellat olunca adını değiştirmiş.” dedi.

Bir süre sessiz kalan Şemseddin, “Takma adı Ebu Tarık’tır.” dedi.

Yüreğe oturan bu acıya dayanılır mı? Ölmek bu utancı siler mi? Ağabeyleri annelerine işkence yapmış, tecavüz etmiş. Nihat (Ebu Tarık), ikizlerin  hem ağabeyleri hem de babalarıdır.

Bu gerçeği Nawal Kanada’da yaşarken anlar. Bir gün havuzda yüzerken topuğunda dövmesi olan birini görür. Kalbi durur, heyecanla yaklaşıp yüzüne bakar. Ebu Tarık’ı tanıyınca dizlerinin bağı çözülür. Çöker. Kaybolan oğludur o. Buna dayanamaz mektup bırakıp kısa zaman sonra ölür.

Buna hangi kalp dayanır. Sahipsiz, terk edilen çocuklardan öfkeden başka ne beklenir? Bu şiddet kaçınılmaz. Kanada’ya dönen Jeanne ve Simon Ebu Tarık’ı bulup sırayla mektupları verip gider. Nihat, mektupları açıp okuyunca beyninden vurulmuşa döner.

Bu hikâyede belki de acıyı en derin yaşayan Nihat’tır. Anne yok, baba yok. Tutunacak kimsesi yok. Yaşadığı olumsuz her şey öfkesini sürekli büyütmüş. Annesi ve babası başını bir kez okşamamış. Yakınlık, sıcaklık, dostluk görmemiş. Nihat, yoksun kaldığı her şeye isyan etmiş, vahşileşmiş. İntikam almış herkesten, her şeyden. Bu başkaldırı ve tanrılaşmadır.

Nihat, “Şehit olayım, posterim duvarlara asılsın. Belki annem görür.” Bir dakika annesi fotoğrafını görsün diye ölmeyi düşünen bir Nihat. Zalimdir, merhametsizdir ama annesi işin içinde olunca nasıl da ince düşünebilmiş... Bu insanın yüreğini yerinden sökmez mi?

Nihat, annesinin mezarının başında iki büklümdür. Boynu bükük, kalbi buruktur.

 

Mehmet Toygar Özdemir

 

 
Toplam blog
: 22
: 597
Kayıt tarihi
: 10.01.15
 
 

Şiir ve sinema ile ilgileniyorum. Üç şiir kitabım var.      ..