Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '17

 
Kategori
Anılar
 

İlaç kokulu Güneş

İlaç kokulu Güneş
 

İnsanların bir makine gibi hareket ettiği, bir düğmesine basınca gülen, diğer düğmesine basınca ağlayan, günümüz dünyasında farklı olmak, farkındalık yaratmak çok önemli bir kavram haline geldi. Karşısındakinin yüreğine dokunabilmek, sevmek, sevmek... Tıpkı Robin Williams'ın Patch Adams filminde olduğu gibi yoğun bakımda yatan bir hastanın sabaha kadar elini tutmak. Onun yanındayım, iyi ki varsın demek.

Onkoloji hastanesinde çalışmak biz sağlık çalışanları için meslek doyumunun maksimum olduğu bir süreç. Orada hayatın anlamını öğreniyorsunuz. Sağlıklı olmanın anlamını, gereksiz şeyleri kafaya takmamanın önemini anlıyorsunuz. Eğer gerçekten sevgi dolu bir kalbiniz varsa, karşınızdakinin yüreğinin bam teline dokunuyorsunuz.

Derken, hayat denen o yolculukta, biran geliyor durup geriye bakma gereği duyuyorum. Geçtiğim yolları, uğradığım durakları, yol boyu karşılaştıklarımı anımsıyorum.

Onu ilk gördüğümde gözlerindeki ışıltıyı, mutluluğu gördüm. Kanser hastası olduğunu henüz bilmiyordu. Kemoterapi almaya başlamıştı. Bir hafta kemoterapi alıp, üç hafta dinleniyordu. Mutluydu. Evdeki yeni doğmuş kızını düşünüyor Onu özlüyordu. Kemoterapi süreçleri çok ağırdı. Sürekli kusuyor, lökositleri düşüyordu. Ama yine de gözlerindeki ışıltıyı hiç bir güç söndürememişti. Hayat doluydu. İyileşip, kızına kavuşacağı günleri düşünüyor. hep onu anlatıyordu. Kızı yeni yeni yürümeye başlamıştı. İçindeki sevgi sıcacıktı. Herkesi sarıyordu. Yanında refakatçi olarak babası vardı. Babasının gözleri sürekli ağlamaklıydı. İnşallah bir gün iyileşecek, kızını büyütecekti. Eşini hiç görmemiştik.

Yine kemoterapi seanslarından birindeydi. Serumunu takmak için odasına girdiğimde bitkin bir halde yatıyordu. Biliyor musun hemşire abla, dedi. Gece rüyamda kızımı gördüm, büyümüş saçları upuzun olmuş, babası, kızım ve ben bir bankta oturuyoruz. Ben kızımın saçlarını okşuyorum. O sırada denizden bir dalga gelip bizi içine alıyor. Hep birlikte yüzüyoruz. Yüzerken bir balina gelip bize yol gösteriyor. Balinaya biniyoruz ve bizi evimize götürüyor. Bende balina iyidir. İnşallah iyileşip buradan evine yüzermiş gibi, çok hızlı ve mutlu gideceksin, üçünüz hep birlikte çok mutlu olacaksınız dedim. Yüzünde gülücükler açtı. Yanakları pembe pembe oldu.

Hep umut doluydu. Yine bir gün odasındaydım. Süslenmeyi, makyaj yapmayı, oje sürmeyi çok seviyordu. Bana yeni aldığı ruju gösterdi. Nasıl diye sordu. Bende dudaklarına sürüp, güzele ne yakışmaz ki dedim. Yüzü düştü. Belli ki saçının olmayışını, ampüte ayağını düşünüyordu. Bende aynayı yüzüne tutup, gözlerine, dudaklarına bakmasını bunların ne kadar güzel olduklarını, tedavi olup iyileştikten sonra saçlarının tekrar çıkacağını, üstelik daha güzel, daha sağlıklı, daha yumuşak çıkacağını, bacağına protez konabileceğini, şimdiki durumunun geçici olduğunu söyledim. Yanakları pembe pembe oldu. Sen çok güzelsin. Güzellik senin en başta kalbinde dedim kalbini göstererek. Çok mutluydu. Buda bana yetti o gün için.O mutluydu bende mutluydum. Hayat bundan ibaretti işte! Birinin gülümsemesinin sebebi olmak. Bir insanı gülümsetebilirsem, bir an bile mutlu hissettirebilirsem boşuna yaşamış olmayacağım.

Yine bir izin dönüşü. Bebeğiyle ailesiyle vakit geçirmiş. Mutlu, mesut. Gözlerinin içi gülüyor. On iki saat önceden serumlara başlıyoruz. Ertesi gün tedavisini vermek için odasındayım. Bulantı giderici iğnesini yapıyorum. Tedavisini veriyorum. Hemşire abla çok bulantım olursa ne yapayım diyor. Ben gelip sürekli sana bakacağım, sende iyi şeyler düşün ama, diyorum. Ne düşünebilirim ki diyor. Bende kızın ve eşinle tatile gittiğini düşün. Birlikte çimlere uzanmışsınız, denize girmişsiniz mesela, neyi yapmayı seviyorsanız onu yaptığınızı düşün diyorum. O gün ve diğer iki gün, önceki seanslarına göre bulantıları daha az oluyor. Çekilen MR' da yayılma yok. Öyle mutlu ki, hem MR iyi çıktı. Hem bulantıları az oldu. Onun adına hepimiz mutluyuz. Birkaç gün sonra lökositleri düşmeye başlıyor. Her gün kan alıyoruz. Kan almak artık çok zor. Damarları kemoterapiden dolayı sertleşmiş durumda. Kan alırken hem biz, hem o çok zorlanıyor. Kollarında damar bulamadığımız zaman sağlam olan ayağından giriyoruz. Yine de çok metanetli. Damar yolunu bulamadığımız zaman üzülünce, o bizi teselli ediyor. Üzülmeyin, suç sizde değil, damarlarımda diyor. Onu çok seviyorum. İyileşmesi için dua ediyorum. Nihayet Allah dualarımı kabul ediyor ve lökositleri normale dönüp sepsisten çıkıyor. Üç hafta sonrasında yapılacak olan diğer kemoterapi seansına kadar taburcu ediyoruz. Mutlu, mesut evine gidiyor. Bir hafta sonrası servisi arıyor. Tesadüf ben çıkıyorum telefona. Sesi o kadar mutlu ki, kuş cıvıltısı gibi. Bizi sormak için aramış. Kendisi de iyiymiş. Tahlillerde iyi çıkıyormuş. Onun adına çok mutluyum.

Aradan 3 hafta geçiyor. İzin dönüşü. Tartıyoruz. Kilo almış. Yanakları al al. Yine babasıyla dönüyor. Tahlilleri iyi. Kemoterapiye başlanıyor. Üç gün seans süresince yataktan çıkmıyor. Yüzü solgun, bulantıları var. Seans sona erip bulantıları hafifleyince hastaların iyi vakit geçirmesi için hazırlanmış olan el işi odasına takılmaya başlıyor. Burada hocanın da yardımıyla kızına bir bebek dikiyorlar. Kendisinin aksine uzun saçlı bir bebek.

Bir gün kan almak için odasına giriyorum. Elinde her zamanki çok sevdiği kremalı bisküvisi var. Mahcup bir şekilde hemşire abla, inşallah ilerde bende saçlarımı seninki gibi boyatacağım diyor. Eminim çok güzel olacaksın. O zaman bana bir fotoğrafını gönderirsin  diyorum. Yüzüne bir gülümseme yayılıyor. Lökositleri düşmeye başlıyor. Ayrı bir odaya alıyoruz. Tam taburcu olmayı planlarken lökositlerinin düşmesi onu hırpalıyor. Yine her gün kan almalar, yapılan neupogene rağmen lökositleri iyice düşüyor. Sepsise giriyor. Odasında sepsis koşulları uygulanıyor. Birkaç gün sonra tam lökositleri yükselmeye başladı derken, böbrek fonksiyon testleri bozuluyor. Serum  miktarı azaltılıyor.. Şişlikler başlıyor. Üroloji hekimleri her gün gelip kontrol ediyorlar. Böbrek yetmezliğine girmemesi için dua ediyoruz. Böbrek yetmezliğine girerse diyalize girmek zorunda kalacak. Yine odasında olduğum bir gün abla diyerek kolumdan tutuyor. Söyleyeceklerini toparlamak için yutkunuyor. Bana bir şey olursa deyip kendini bırakıyor. Hıçkırıklarını tutmaya çalışıyor ama olmuyor. Ona sarılıp sakın kendini tutma, sonuna kadar ağla diyorum. Gözyaşlarımız birbirine karışmış bir haldeyken.  Bir süre sonra biraz rahatlıyor ve kızımı görmek istiyorum diyor. Tamam canım diyorum. Arayalım da eşin kızını getirsin diyorum. Telefonu çevirip ona veriyorum halsiz eliyle, telefonu zor tutarken eşinin sesini duyunca canlanıyor ve aşkım seni ve kızımı çok özledim. Ne olur kızımı bana getir diyor. Yine halsizleşip telefonu bana uzatıyor. Bende Kazım bey, kızını görmeyi çok istiyor. İsterseniz getirin, özlem gidersinler diyorum. Tamam o zaman, iki gün sonra geliriz inşallah deyip kapatıyor.

Şişliklerin azalmasını umarken daha da artıyor. Ama şişliklere tezat böbrek fonksiyon testleri bir nebze olsun düşüyor. Ertesi gün test sonuçları biraz daha düşüyor. Şişliklerde ne artma ne azalma var. Eşi ve çocuğu 1 gün sonra gelecek. Umutsuz bir halde onları bekliyor. Akşama doğru bir kez daha kan alıyoruz. Böbrek testleri sabaha  nazaran biraz daha düşük. Şişlikleri de akşama doğru biraz indi sanki. Halsiz bir halde yatıyor. Yüzünde hiç bir kıpırtı, dalgalanma yok. Sürekli odasına girip bakıyorum. Öylece yatıyor. Yüzünde bir şeyler beklediğini seziyorum. İnşallah iyileşeceksin diye dua edip, kontrolümü yapıp çıkıyorum. Mesai bitmek üzereyken odasına bir kez daha girip bakıyorum. Yine aynı durumda. Elini tutup merak etme kızına kavuşmana 17 saat kaldı, yarın görüşmek üzere deyip çıkıyorum. Akşam aklım hep onda. İnşallah nefes alıyordur, iyidir, çocuğu nasıldır acaba, kim bilir ne kadar özlemiştir diyorum kendi kendime. İnşallah… Çocuğunu görmeden önce, lütfen Allah’ım izin verme. Dünya gözüyle çocuğunu görsün.

Sabah mesaiye giderken öyle heyecanlıyım ki odasının önünden geçerken bakıyorum kapı kapalı. Dayanamayıp kapıyı çalıp usulce içeri giriyorum. Odada yok. Yüreğim ağzıma geliyor sanki. Elim, ayağım buz tutuyor. Koşarak nöbetçi hemşireyi buluyorum. Güçlükle konuşarak ne oldu? Diyebiliyorum. Onun rahatlığı içime su serpiyor. Aşağıya EMAR çektirmeye gönderdim diyor. Bir oh çekiyorum. Biraz sonra EMAR'dan geliyor o da ne, çok iyi görünüyor. Konuşuyor, gülüyor. Şişliklerde%30 civarı azalmış görünüyor. Sabah ki kan sonucumda geliyor ve böbrek fonksiyon testlerimde %50 düşmüş. Onun için öyle dua ettim ki Allah’ım dualarımı kabul ettin, teşekkür ederim diyorum. Telefonumu çevirip kendisine veriyorum. Karşıdan gelen ses çok net. Eskişehir'deyiz canım diyor. Az kaldı. İki saat sonra yanındayız diyor. Hep birlikte iki saatin geçmesini bekliyoruz. Biraz sohbet, biraz iş ama aklımızda iki saat sonraki buluşma var. Pijamalarını değiştirip, çeki düzen veriyorum. Yavaş da olsa iki saat geçiyor. Henüz gelmiyor. Herhalde araba gecikti diyoruz. Bir saat daha geçiyor hala yok. Çocukla anca gelir derken bir saat daha geçiyor. Artık merak, endişe başlamış durumda. Telefonuna ulaşılamıyor. Babası akrabalarını arıyor. Onlarında haberi yok. Hepimiz gelecek bir habere odaklanmış durumdayız. Aradan üç saat daha geçiyor. Bir haber yok. Akşama nöbetçiyim. Mesai bitip tek başıma kaldığımda odasına gidip bakıyorum. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş; iki büklüm bir halde yatıyor. Meraktan, endişeden yüzü sapsarı olmuş, gözleri ağlamaklı; elini tutup endişelenme birazdan gelecek diyorum. Kendim bile inanıp inanmamak arasında kalırken.

İçimde bir sıkıntı. Odalardan birine girip, birine çıkıyorum. Kah akan serumlara bakıyorum. Kâh hastalara bakıp çıkıyorum. Tam deskte tedavi hazırlarken çalan telefonla irkiliyorum. Halsiz bir halde alo diyorum. Karşıdan gelen ses çok  net. İyi günler ben polis memuru Kemal. Heyecandan dizlerim titriyor. Tutunmasam düşeceğim. Kazım PAMUK isimli şahıs trafik kazası geçirdi. Vefat etti. Kelimeler beynimde dönüyor, dönüyor. Midem bulanıyor. Eşi servisinizde yatıyormuş diyor. Duymuyorum bile. Düşmemek için sandalyeyi çekip oturuyorum. Ya kızı, boğazımdan o kadar güçlükle çıkıyor ki. Sesimin çıkıp çıkmadığından emin değilim. Kızı kazadan yara almadan kurtuldu. Oh! Çok şükür diyorum. Kötünün iyisi. Teşekkür edip, telefonu kapatıyorum. Ne diyeceğimi bilmez bir halde odasına yöneliyorum.

Bazen kaderin, kenarında olduğumuz uçurumdan sizi nasıl kurtarabildiğine hayret edersiniz bazense kaderin verebileceği hasarı tahmin bile edemezsiniz.

Hayat bu işte. Öldüm dersin ölemezsin. Hayata inat yaşamaya, dayanmaya devam edersin.

           

NOT: Bu hikayede geçen Ayşegül PAMUK tamamen iyileşip sağlığına kavuşmuştur. Altı ayda bir kontrole gelmektedir. Kızıyla birlikte Afyon'da mutlu mesut bir hayat sürmektedir.

 
Toplam blog
: 10
: 228
Kayıt tarihi
: 02.04.17
 
 

Lisans mezunuyum, aynı zamanda sosyal hizmetler öğrencisiyim. Bir kamu kurumunda şef olarak çalış..