Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '12

     
    Kategori
    Öykü
     

    İnancın gücü

    İnancın gücü
     

     

    İşadamının işleri çok bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Biraz nefes almak için parka gitti. Bir banka oturarak bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Tam bu sırada önünde beliren yaşlı adam. “Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle paylaşmak ister misin?” diye sordu. İşadamını dinledikten sonra da, “Sana yardım edebilirim” dedi. Çek defterini çıkardı ve bir çek yazdı. “Bu para senin. Bir yıl sonra burada buluştuğumuzda borcunu ödersin.” dedi. Yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’e aitti, yani dünyanın en zengin adamına. Bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama adam çeki bozdurmaktan vazgeçti, kasasına koydu. Çekin verdiği güven ve yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar sarıldı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup para kazanmaya başlamıştı.
     
    Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Buluşma saatinin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verecekken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire “Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir” dedi. “Çünkü bu bey herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor” diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı. İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışını değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştiren, yeniden kendinde bulduğu ‘kendine güven’ ve ‘inanç’tı.
     
    Öğretmenliği Öğrendiğim Aralık sabahı
     
    2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
    “Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme… alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedi…m.
    Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada… Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”
    Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
    “Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
    Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
    Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
    “Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”
    Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
    Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
    2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
    Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini…
    Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını…
    Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını…
    Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim.
     
    Toplam blog
    : 1
    : 1456
    Kayıt tarihi
    : 18.09.12
     
     

    Gülmeyi ve güldürmeyi seven, hiç büyümeyen ama güçlü biriyim. Kanser oldum. Onla yaşamaya alı..