Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '11

 
Kategori
İnançlar
 

İnançsız inananlar

Dün akşam, yani Perşembe gecesi televizyonda Cem Töreni’ni seyrettim bir süre. Hem seyrederken hem de sonrasında bir çok soru ile devam ettim tören sırasında yaşananları ve çevremde genel olarak bu konu hakkında düşünülenleri aklımdan geçirmekle.

Bu ülke topraklarında neden hep bir ayıp olarak karşılandı bu inanç sistemi? Nüfus çoğunluğu açısından çoğunluğu oluşturan 4 mezhep mensupları bir şekilde ayıp, günah haline getirdiler bu inanç mezhebini. Özünde çok konuşulması ve yazılması gereken bir çok şey var aslında. Bu güne değin aslında yazılmamış konular kalmış mıdır bilmiyorum ama bildiğim bir tek şey var tartışmaların ve bakış tarlarının çoğunluğu ama ezici olarak çoğunluğu yüzeysel ve işin özünden uzak olanlar. Örnekler üzerinden, ibadet biçimleri üzerinden yapılan tartışmalar.

Ankara’da öğrencilik dönemimin bir izin kısmında eve geldim. Annemle bu dini konularda konuşuyoruz ve ben düşüncelerimi anlattıkça annem hayretler içinde ve beni doğurmuş olmak konusunda tereddütler yaşayarak bakıyordu yüzüme. En sonunda dayanamadı ve bana “sen kızılbaş olmuşsun” dedi. İşte bu cümle aslında toplumdaki çoğunluğun altına imza atacağı bir cümleydi. Benim cahilliğimden, kendisinin ifade etmiş olduğu kavramın altında toplumun sıkıştırdığı aşağılamaya kadar herşey vardı. Peki, annem bunu bilerek mi söyledi? Tabiki hayır. O ne gördüyse ona ne öğretildiyse ona göre konuşuyordu ve benim de aynı şekilde konuşmam gibi.

Kızılbaş, alevi gibi kavramların “tu kaka” sınıfına sokulmalarının altında onlardan olmayanların yanlı ve hasmahane tavırlarının yanı sıra o grup içinde olduğunu ifade edip de inanmış olduğu dinin temeline ve yol göstericileri olduklarını ifade ettikleri ne peygamberlerinin ne de İmam Ali’nin yapmadığı veya yapması mümkün olmayan şeyleri yapmasından kaynaklanmıyor mu? İşin özü sanırım çuvaldızı biraz da terse çevirmek gerekiyor.

Annemle olan konuşmamızın devamında anneme şu soruyu sordum; “anne, sen hangi mezheptensin?” Bu soru karşısında alacağım cevabı biliyordum ve beklediğim cevap da geldi zaten, “Elhadülillah Hanefi’yiz, buğdayın hası gibi de Türk’üz”. Beklediğim bu cevabı aldıktan sonra ona “hadi şimdi sen bana sor, ben hangi mezheptenim” dediğimde önce bir La havle çektikten sonra “hadi sor” diye ısrarımla birlikte “sapıtmışsın sen, Allah ıslah etsin seni” deyip bana da aynı soruyu sordu. Benden aldığı cevap karşısında irkilde önce ve sonra anlamak için “o ne biçim soru” diyerek devam etti. Benden aldığı cevap ise “ Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa’nın mezhebindenim” olmuştu.

Bu cevap onu şoke etti. Konuşmanın devamında şu geldi onadan “onun mezhebi yok ki”.

Aslında istediğim anahtar cümle çıkmıştı ağzından. “Peki söyle bana anam, senin imamın benim imamımdan daha mı itikadli bir Müslüman?”

Arka arkaya aldığı bu sorular annemin kafasını karıştırdı. Hanefi, Hanbeli, Maliki, Şafii, Alevi. Bir de bunların alt kolları. Bölünmüş de bölünmüş, parça parça. Peki, inanç birliğine ne oldu? Aynı kitap, aynı peygamber sahibiyiz. Kitap bize aynı şeyleri emretti, Allah’ın elçisi ve kulu olan Muhammet Musta aynı şeyleri söyledi hepimize. Ne oldu da bunlar oldu?

Olan şu, okuyamayan öğrenemeyen insanlar için hocaların anlattıkları din oldu. Hiçbir mezhep imamı, ben yeni bir mezhep kuracağım benim müridim olun gibi bir şey demedi. Bunun da ötesinde bu imamların kendi aralarında ciddi fikir anlaşmazlıkları var. Ya peki gerçek nerede? Elbette, Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerde.

İmam Ali’nin yolunda gidip, kitab-ı mukaddesi kabul ederek onun peygamberinin ümmeti olduğunu söyleyen ve kendini Alevi olarak tanımlayan insanlara şunu soruyorum, dinin yasakladığı içiki içme kuralını çiğnerken siz nasıl olur da bunu inancınızın bir parçası olarak sunarsınız? İmam Ali ve onun devamında 12 İmam ve peygamberiniz içki mi içmiştir?

Aslında bu en temel sorulardan biriydi. Çünkü aynı soruyu diğer dört mezhep mensuplarına da başka şekillerde sormak gerekiyor. Nasıl mı? Kendini hak mezhep sahibi olarak kabul edenler bu sorular da size:

Halife Ömer yolundan gittiğini söyleyenler, kul hakkı neden yersiniz?

Peygamber sünneti ile yaşamının bir hayat tarzı olması gerektiğini söyleyenler, neden göbeğinize kadar sakalla dolaşmanın ya da elle yemek yemenin sünnet olduğunu söyleyecek kadar nasıl cahillersiniz?

Size emanet olarak verilen bedene şiş sokacak kadar nasıl batılsınız?

Arada bir içmenin çok önemli olmadığını söyleyecek kadar nasıl arsızsınız?

Ve siz Hak mezheplerden olduğunu söyleyenler, Peygamber torunlarının kanını döken, onları katleden, hile ve arsızlıkla bunu katlima dönüştüren birine nasıl İslam Halifesi dersiniz, kabul edip o soydan gelenlere o kişiyi halifemiz olarak kabul ettiğinizi söylemek yoluyla hakaretler dersiniz? 

Mezhep imamları bir yol gösterdiler, ama din kurmadılar. Onlar da hatalar yapmış olabilirler, şüphe durumunda başvuru kaynağı bellidir. Bilmem kim hocadan fetva bekleyeceğinize açın okuyun, yetmiyorsa anlayamıyorsan tefsirleri okuyun. Ama okuyun. Dininizin ilk farzı “OKU”  dur. Sonrasında da namaz vs.

Kavgalar, kan akıtmalar, ayrıştırmalar cehaletinizin başkaları tarafından kullanıldığı yerle başlar. Aciz, meczup ve biçare bu kardeşinizin tüm kardeşlerine söyleyebileceği tek şey şudur:

“YARADAN RABB’İN ADI İLE OKU”

Emin olun ki bu Allah’ın sözüdür ve ona verilen bir şiir söyleme yeteneği değidir. Cum’anız hayr olsun.

 
Toplam blog
: 71
: 606
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

1967 Yakacık doğumluyum. H.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde 2 yıl öğrenimden sonra İ.Ü. Arkeoloji ve San..