Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

İsmet İpek: Osmaniyeli

İsmet İpek: Osmaniyeli
 

I.

Sanat tarihçisi, araştırmacı ve yazar İsmet İPEK kent tarihi açısından önemli bazı araştırmalarını OSMANİYELİ adı ile kitaplaştırmış. 2002’de yayınlanan Osmaniye Diye Diye adlı incelemesinden sonra İsmet İPEK bu yeni eseri ile bize Osmaniye’den sesleniyor. OSMANİYELİ 2009 sonunda Osmaniye'de yayınlanmış. Osmaniyeli Halk Kültürü Uzmanı ve yazar Asım ERKOÇAK'ın ''İpek Gibi Bir Şahsiyet'' başlıklı yazısı ile sunuluyor kitap. Bence güler yüzü ve karşısındakilere her zaman hak verir durumda olması bakımlarından da İsmet İPEK eski deyimle medar-ı iftiharımızdır.

Osmaniye Valisi İsa KÜÇÜK tarafından 2004’te başlatıldığını bildiğim Osmaniye Tarihi çalışmaları için onun bu araştırmaları ile Tarihçi Cezmi YURTSEVER'in 2009’da yayınlanan ve Osmanlı’nın son yüzyılını içeren belgeleri ile ''Osmaniye Tarihi'' adlı eseri umarım büyük bir önem taşıyacaktır.

İsmet İPEK Osmaniye'nin az yukarısındaki Fenk Yaylası'nda doğmuş 1951'de. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Sanat Tarihi ve Arkeoloji okumuş. Bildiğim kadarı ile Osmaniye’nin ilk sanat tarihçisi. Adana ile Antalya’da müze müdürlükleri yapmış. İstanbul Topkapı Sarayı’nda çalışmış bir yıl. 1999’dan bu yana Osmaniye’de gazetecilik yanında radyo ve televizyon yayıncılığı yapıyor.

II.

OSMANİYELİ'nin kapağında 1950'lerden hatırladığım biçimi ile Çınarlı Kahve var. Önünde de arada bir belediye ararözünün suladığı tozlu topraklı yolda ilerleyen güzelim bir fayton! Şimdi gel de Osmaniye için OSMANİYELİ için bir şeyler yazma, diyorum buruk bir özlem duyarak geçmişe. II. İsmet İPEK içinde Osmaniye adı geçen her kaynağa ulaşarak, bize bilmediğimiz nice kapılar açıyor. Osmaniye’nin Saklı Tarihinin Sağlık Anıları adlı bölümde Osmanlı dönemi anıları çok çarpıcı gerçekleri ortaya koyuyor. Özellikle 1950’lerde benim de tanıdığım Dr. Mahmut KOBANER’in anlatıldığı satırlar, bilenler için Osmaniye’nin sağlık açısından nereden nereye gelmiş olduğunu gösteriyor. Benzer durumları hangi ilimiz, hangi ilçemiz yaşamamıştır geçmişte? Bu kapsamda özellikle SarayHekimi Şerafettin Mağmumi Efendi‘nin 1896 yazında Osmaniye’de gördükleri ile Tanin Gazetesi yazarı Ahmet ŞERİF‘in 1910 yılında gelmiş olduğu Osmaniye’de halk sağlığı açısından gördükleri dün ile bugünü karşılaştırmak bakımından çok önemlidir. Dr. Mağmumi Efendi ne yazmış önce onu okuyalım:

‘’…Sokakta rastladığım üç beş çocuğun hepsi dokuz aylık gebe gibi karınları şişmiş, renkleri de solmuştu. Bu arada ne hekim ne eczane... Bir berber; hem hekimlik, hem aşçılık ediyor ve olay çıkınca da keşif için gönderiliyormuş…’’ Aradan geçen yaklaşık on beş yıl içinde pek bir şeyin değişmemiş olduğunu Gazeteci Ahmet ŞERİF’ten öğreniyoruz:

‘’…Fakat Anadolu'da günlerce haftalarca mesafeler aşıldığı halde bir şoseye, düzenli bir yola tesadüf olunamıyor. Bu işlerle daha ciddî bir şekilde uğraşılsa, gösterişlerden, fazla yorgunluklardan vazgeçilse daha iyi olur.
Yolda ara sıra köylere rast geliniyor. Bunlardan birisinin görünüşü gerçekten acı ve keder verici. Köy; üzerleri ot gibi şeylerle örtülmüş, kırk elli kulübeden meydana gelmiştir. Civarında sürülmüş arazi, ekilmiş tarlalar pek azdır. Kadın erkek çoluk çocuk hepsinin çehreleri sarı, ölü rengindedir. Bunlar zorla, istemeyerek yürüyorlar, hareket ediyorlar... Bu ne hal olduğunu sordum. Bunlardan birisi sönmüş bakışlarla bana baktı. “Ah efendi, görmüyor musun mezar kazıyoruz?” dedi ve ilâve etti.
'Rumeli'nin en soğuk taraflarından hicret ettik. Bizi bu sıcak memlekete, bu bataklık sazlık yere oturttular. Burada toprak, köy yeri verdiler. O vakitten beri dört beş sene oluyor. Köy halkının, hicret edenlerin o­nda biri kalmadı. Her gün köyden bir anne, bir baba, kardeş, evlât ve karı koca gidiyor. İşte bugün de bunlardan birisini torağa veriyoruz.'
Artık son bir görev yerine getirmekle meşgul olan muhatabın gözleri doldu ve yine kazmasını sallamaya başladı. Ben de bu taze mezarlara ancak bir fâtiha ithaf edebilerek arabacıya 'Sür!' Dedim.”’’

III.

OSMANİYELİ'nin içinde arkeoloji ile sanat tarihinden, dil bilim, anlam bilim, şiir, destan, öğüt, sevgi ve yergiye, oradan da tarih ve gelecek konularına doğru gelişen bir düşünce yolculuğu var. Osmaniyeli arkadaşım İsmet İPEK ile 1985 yılında Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü iken tanıştık. Temmuz ayının o sıcağında TRT'nin İl İl TÜRKİYE adlı dizisi için bir Adana tanıtımı çekmek için koşturup durduk beş altı gün. 1962'den beri Adana'yı az çok tanısam bile İsmet İPEK gibi ne tanıyabilir ne de tanıtabilirdim. Çünkü Ankara'da 1970'lerde DTCF'de Sanat Tarihi okumuş olsa bile arkeoloji, kültür tarihi, antropoloji, sosyoloji, turizm ve edebiyat konularında çok donanımlı bir kültür adamı olarak O'nun danışmanlığına ihtiyacım vardı. Bu durumda: Adana'yı karış karış biliyorum. Bize takılmanıza gerek yok, diyemezdim.

Benzer bir durumu 1983'te Diyarbakır İl Kültür ve Turizm Müdürü Necdet İNAL ile de yaşamıştık. O da tarih, arkeoloji ve halk kültürü konusundaki engin bilgileri ile Diyarbakır belgeseli çekimlerime çok önemli katkılardı bulunmuştur. Ne ki İsmet İPEK ile başlayan o çok telaşlı çekim yolculuklarımız Marko Polo'nun da ayak bastığı Yumurtalık'ta kameramızın birden bire gelen bir deniz çırpıntısı yüzünden bozulması ile son buldu. Sevgili Kameraman arkadaşım Çetin ALTINSOY ile yardımcısı Tuğer SAYGILI’yı Ankara'ya uğurladıktan sonra biz de o akşam soluğu Osmaniye'nin ünlü Zorkun Yaylası'nda aldık.

IV.

Osmaniye bize yörenin göçebelikten nasıl kurtulmuş olduğunu da öğütleyen Osmanlı'dan kalan bir ilimizin adı. OSMANİYE bugün yaklaşık 350 bin kentli nüfusu ve 130 bin kadar da köylü nüfusu ile geçimi daha çok tarım ve hayvancılığa dayalı bir ilimiz. Ülkemizdeki yer fıstığı üretiminin yaklaşık yüzde otuzu Osmaniye ovalarında yetiştirilir. Ne ki çeşitli aymazlıklar yüzünden yer fıstığının kazancı Osmaniye'de kalmıyor. Son yıllarda gelişmeye başlayan zeytincilik de fidan seçimi ve toprak düzenlemeleri bakımından yeteri kadar verimli olamamaktadır. Besicilik ve süt sığırcılığı da belirgin sorunlar yüzünden Osmaniye için ancak kendi yağı ile kavrulabilirlikten öte bir kazanç sağlamaz.

İsmet İPEK’ten öğrendiğimize göre yüzyıllar boyunca Halep ile Adana vilayetlerine önce Kınık Kasabası sonra da Cebel-i Bereket Sancağı adı ile bağlanan bugünkü Osmaniye; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında 1924 ile 1933 yılları arasında Cebel-i Bereket Vilayeti adı ile bağlı olduğu Seyhan Vilayeti'nden ayrılır. 1933 yılındaki yeni düzenlemeye göre Osmaniye ilk olarak, bu özgün adını, bir ilçe (o dönemde ''kaza'') merkezi olarak kazanır. O dönemlerden kalan pek çok kale ile bir kaç anıt eser yanında bugün bile dilden dile dolaşan nice öyküleri ile geçmişin izlerini yaşar Osmaniye. Bu yüzden Osmaniyeli'de söz çoktur. Karacaoğlan ile Dadaloğlu’ndan bu yana gelen âşıklık geleneği yanında halk hikâyeciliği ve çağdaş şiir alanında da dağarcığı zengindir Osmaniye'nin.

1933 yılından 1996 yılına kadar bir ilçe olarak kentleşmeye, okullaşmaya ve sanayileşmeye çalışan Osmaniye; resmi işlerinin giderek yoğunlaşması yüzünden Osmaniyelilerin çoğunluğunca istendiği için 24 Ekim 1996 günü yürürlüğe giren bir yasa ile ''vilâyet'' olur. Osmaniye'miz dağları, ovaları, bahçeleri, dereleri, kaleleri ve yaylaları ile güzeldir, diyebilirim. Çoğu bakımsız olsa bile yirmi iki kalesi ile Osmaniye ülkemizin en çok kalesi olan illerimizden biri olsa gerek. Ayrıca binlerce yılın birikimini taşıyan çok zengin bir halk kültürü de var Osmaniye'nin. Hititler ile Doğu Roma'dan kalan ören yerlerimiz ne yazık ki yeteri kadar tanıtılamadığı için turizm açısından pek gelir elde edilemez.

Bu açıdan Karatepe Açık Hava Müzesi Geç Hitit Dönemi'nde Çukurova'yı İç Anadolu ile Güneydoğu Anadolu'ya bağlayan yollar ile İskenderun üzerinden Suriye'ye bağlayan yollar bakımında, o dönemdeki adı ile Kizuvatna Hitit Krallığı'nın izlerini de saklamaktadır Osmaniye. Misis başkentli bu krallığın Osmaniye Kadirli ya da Osmaniye Kayseri (oradan da başkent Hattuşa-Boğazköy) arasında bulunan ''Ağ Yol'' üzerindeki Karatepe Asadivadaya Kalesi anır eserleri ve yazıtları ile görülmesi gereken yerlerdendir. Ayrıca Doğu Roma döneminde, yine yöreyi çevreye bağlayan yollar ve geçit yerleri bakımından çok önemli olan bir başka yerleşim yeri de Asadivadaya Kalesi'nin çok yakınındaki Kastabala Kenti kalıntıları ile Bodrum Kale de Osmaniye'nin turizm açısından önemli alanlarındandır.

İlk kez İsmet İPEK'in Osmaniye Diye Diye adlı eserinden öğrendiğime göre Romalı hatip ve devlet adamı ÇİÇERO (Marcus Tullius Cicero: M.Ö. 106 - M.Ö. 43), yöredeki kargaşa üzerine buraya gelerek bir kaç yıl valilik yapar. Bugün doğrudan doğruya onun adı bilinmese bile karşısındakini bıktıracak kadar çok konuşan kişilere ''çaçaron'' denir Osmaniye'de. 2004'te kurulmaya başlayan Osmaniye Organize Sanayi Bölgesi istihdam ve dış satım bakımlarından yıldan yıla etkinleşmeye başlamıştır. Bütün sorunlarına rağmen Osmaniye ile ilçeleri büyük bir köy olarak ''kentleşmeye'' çalışıyor. Hukuk düzenimizin Devletçi yapısındaki kimi özellikleri yüzünden, bütün ülkemizde olduğu gibi Osmaniye'de de toprak mülkiyetini de içeren pek çok sorunlar var. Çözümleri de Kaf Dağı'nın ardında olsa gerek.

V.

İsmet İPEK içindeki araştırmalar kapsamında çok emek verdiği ve bazı tarihi belgeleri duyurduğu OSMANİYELİ adlı kitabında da haklı olarak, bugüne kadar yazılanların yeterli olmadığına vurgu yaparak ‘’Osmaniye Tarihi yazılmalı’’ diyor. İç Anadolu ile Güneydoğu Anadolu yol ayrımları ile İskenderun üzerinden Suriye'ye açılan bir kapı olarak Osmaniye'nin ve Osmaniyeli'nin tarihinin, edebiyatının, toplum ve kültür hayatının yazılması gerekiyor bence de. İsmet İPEK'in saptamasına göre ilk olarak Çınarlı Kahve çevresinde kurulan bugünkü Osmaniye için bir iki ya da üç beş değil ''en az on kitap yayınlanmalıdır.'' Çünkü O'na göre: ''Genel tarihin kaynağı arşivler, yerel tarihin kaynağı kültür varlıkları ve canlı tanıklardır. Şehrin geçmişindeki acı tatlı anılar, masallar, ağıtlar, destanlar halkın zihninde yaşamakta, somut kültür varlıkları da harabe halde durmaktadır.''

OSMANİYE ilimiz için çok önemli yaklaşımların ve bazı tarihi belgelerin açıklandığı OSMANİYELİ üç bölümden oluşuyor. Kırk beş sayfalık Birinci Bölüm Tarih konusunda ayrılmış Kuruluş ve Kurtuluş adlı iki ayrı başlık altında incelenmiş. Kuruluş'ta: ''Kınık: Bir Şehr-i Azim'' ile başlayıp Evliya Çelebi'nin 1671'de uğrak verdiği ''kırk sekiz köyden oluşan Kınık Kazası'' kapsamında yazdıklarını okuyoruz.

1865'te Ahmet Cevdet Paşa'nın ''vaktiyle burası büyük bir kasaba olup, mürur-ü zaman ile harap olarak, ahalisi dağılıp dağlara çekilmiş olduğu istidlâl olunmuş ve arazisi ise Gâvurdağı eteklerinde Çukurova'nın en münbit yerlerinden olduğu görülmekte, burada yine bir kasaba inşaası tasmim kılınmıştır'' açıklamaları ile Osmaniye ve çevresinde yaşananların kısa da olsa bir özeti verilmektedir.

Birinci Bölüm'deki Kurtuluş başlığı altında Osmanlı Devleti'nin parçalanmaya başladığı süreçte Çukurova ile birlikte Cebel-i Bereket Sancağı içerisinde yaşananlar ve özellikle de kahramanlıklar ve acılar ile dolu Milli Mücadele süreci anlatılıyor. İsmet İPEK'in titiz bir araştırmacı olarak derlemiş olduğu bazı belgeler ile anılar eşliğinde; çarşıda pazarda ve kapı bir komşu olarak yaşayan Türkler ile Ermenilerin özellikle kimi Ermeni elebaşlarının kışkırtmaları ile nasıl düşman kardeşlere dönüştürüldüğünün geldiğinde anlıyoruz.

OSMANİYELİ'nin İkinci BölümKent Kültürü başlığını taşıyor. Bu bölümde İsmet İPEK'in çocukluk anıları ve gözlemleri yanında eğitim öğretimini ve Osmaniye'nin yıldan yıla kentleşmesi yanında halk kültürünün bazı yansımalarını okuyoruz. Özellikle 1936 yılının kasım ayında ünlü Macar Müzik Araştırmacısı ve Bestecisi Bela BARTOK'un Osmaniye ve çevre köylerinde yapmış olduğu halk müziği araştırmaları ve ses kayıtları yapmasının anlatıldığı bölümler konu ile ilgisi olanların ilgi duyacağı bilgiler olsa gerek.

Bela BARTOK(1881-1945)'un Küçük Asya'dan Türk Halk Musikisi adlı eserinde yazmış olduğu bazı bilgiler doğrultusunda İsmet İPEK'in Çukurova'da Macar Kültürü, Bele adı ve Macar Ekmeği, Kabak Kemane veya Hegit, Ortak Kelimeler ile Bela BARTOK'un derlemiş olduğu türkülerin tek tek yazılmış olması OSMANİYELİ'nin değerini daha bir arttırmaktadır. Bela BARTOK'un Osmaniye ile ilgili anılarını ve müzik karşılaştırmalarını resmileştirmek ve geleceğe yansıtmak bakımından, 2002-2004 yılları arasında yapmış oldukları çalışmalar bakımından OSMANİYE eski valisi İsa KÜÇÜK ile İsmet İPEK'in bu yıl şubat ayında açılan Bela BARTOK Müzesi'nin öncüleri olduğunu da burada söylemek zorundayım.

OSMANİYELİ'nin Genel Kültür başlıklı son Üçüncü Bölüm'ünde bazı idari ve siyasi konular yanında Osmaniye'nin yetiştirdiği ünlüler ile Osmaniye'ye emeği geçen kişiler anlatılıyor. Bu kapsamda Güzel Şehrim Güzel Dinim, Osmaniye Turizminin Hedefleri, Haydi Gençler Doğaya, Düldül Dağı, Osmaniye Kent Ormanı, Korkut Ata Üniversitesi başlıklı düşünce yazıları umarım Osmaniye'nin geleceğine ışık tutacaktır. Osmaniye'nin yetiştirmiş olduğu ünlüler ile Osmaniye kültürüne ve kentleşmesine etkileri bakımından önemli kişileri İsmet İPEK kısa ve özlü cümleleri ile bize tanıtıyor:

Karabet Dayı, Genç Osman, Cengiz AYTMATOV, Salih Sefa YAZAR, Mehmet AVŞAR, Yüksel ÖZDEN, Ahmet Şekip ERSOY, Ali ARGUVANLI(Çamur), Reşat GÜREL, Dr. Yusuf ERKİŞİ, Kütükçü KERİM.

OSMANİYELİ kitabı kent kültürü ya da kent tarihi yazacak olan arkadaşlar için başlı başına bir örnek bana göre. Böyle güzel bir eseri bize kazandırmış olduğu için Sayın İsmet İPEK'e ne kadar teşekkür etsek azdır.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..