Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '15

 
Kategori
Sinema
 

Issız Adam

Issız Adam
 

Issız Adam


Aşk kirlendi. Kirletenlerde oturmuş hallerine ağlıyorlar. Saç baş yoluyorlar. Sessizliklerine bürünmüş, aşkın tekrar kucaklarına düşmesini bekliyorlar. Aşkın nasıl kirlendiği her bireyin yaşadığı hikâyelerde saklıdır. Ama ilginçtir, bütün aşk hikâyelerinde aşkın renkleri farklı, kokuları aynı. Aşk hikâyesi olanlar, aşkı yaşadılar mı yoksa aşkla mı karşılaştılar bilinmez; ama karşılaşanlar da ve yaşayanlarda bir gariplik, muammalık olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız… Her şeye karşın kimsenin aşkı anlamamasına, aşkı tanımamasına rağmen aşk bütün kapıları çalmaya devam ediyor. Birilerinin aşkı tanıyıp, yüreklerinin başköşesine buyur edecekleri güne kadar da çalmaya devam edecek.

Aşk elbisesini giymenin bir zamanı, mekânı yok. Aşk arayınca bulunmayan, kendisinden umut kesildiği anda ise ortaya çıkan bir gizemlidir. Aşk müdahaleden hoşlanmaz, tıpkı hayatın kendi eksenine müdahale edilmesinden hoşlanmadığı gibi. Aşk sürprizleri sever. Beklenmedik anlarda kapıyı çalar. Bazen kapıyı çalmadan içeri girer. Aşkın anlık ve hazırlıksız gelişi ve önceden tanıdık olmamasından dolayı insanı bir garip duygu, bir sarhoşluk hissi sarar. Aşkla tanıştıktan sonra uzun süre aşkla sarmaş dolaş olunur. Ayılana kadar bu hal devam eder. Ayılınca etrafa tuhaf tuhaf bakılır ve anlarsınız ki karar anınız gelmiştir. Bu karar dakikalarında artık aşka bir renk verme, bir tanım koyma zamanıdır. Bunlar aşkın kalması ya da gitmesiyle hayatınıza yeni bir pencere açacaktır.

Aşkın, sarhoşluk dönemlerinde insanı bir tuhaflık hissi sarar. Sanki hayat rayından çıkmış da etrafınızdaki her şeyi ezip geçmiş gibidir. Başkalaşmıştır. Daha önce fark edilmeyenlerin farkına varılır. Doğa sanki bir başka güzelleşmiştir. Yaşanan anlar daha değerli ve fark edilir olmuştur. Hayat bir başka güzeldir. Mutluluk, heyecan, yaşama sevinci doruklarda gezinir. Konuşmaların seyri değişir. Güne bir başka uyanılır; âşık, gözlerini dünyaya daha istekli, heyecanlı, coşkulu açar. Uyuşluklu hali yok olmuştur. Geceleri bir başka uyunur; hayaller, umutlar, beklentiler geceye bambaşka anlamlar yükler. Güneş ışıkları sabırsızlıkla beklenilir. Günün stresi kaybolur. Kısacası güne farklı başlar, farklı yürür, farklı sonlandırırız… Gün gelir - bu boşluk dönemi - bunlar aniden yitirilir. Bir şaşkınlık sarar. Anlam verilemez. Ruh aniden hantallaşır. Gülüşler yerini somurtkanlığa, umutlar karamsarlığa bırakır. Aya, yıldıza durgun ve hüzünlü gözlerle bakılmaya başlanılır. Bir çöküntü oluşur hayatın her alanında. Ve sonra çöküntü dönemini de geçildiğinde aşkın öncesi ve sonrası böyle denilir. İşte her şey bu ince çizgide saklıdır. Hayata dair gizemin ya da bulmacanın çözümü… Yoksa karanlık sularda kulaç atmayla başlanılır. Kulaçlarla gidilebildiği yere kadar gidersiniz. Işığa varılabilinir mi? O da bilinmezlerin bir parçası.

Dedik ya aşkın renkleri farklı, kokusu aynı diye, ondan olsa gerek herkes bir yerlerden aşkın kokusunu alır da hüzünlenir. Kendi aşkından bir şeyler bulur. Aşklar benzer yaşandığından, duyulan, görülen aşklarda herkes kendinden bir şeyler bulur. Böyle durumlarda derinlere yolculuklar yapılır; pişmanlıklar, tatlı anlar, ahlar, keşkeler ve kaybedilmişlikler buharlaşıp gözü nemlendirir. Fırtına etkisi yapar bir an darma dağınık hala gelinir. Fırtına etkisini kaybettikten sonra güneş açar. Yeni bir bulutlanmaya kadar güneş, geçmişi ve yüreği kurutup, susuz bırakır.

Aşkın halleri çeşitli olsa da bizim aşkımız başkasının aşkına benzemez. Nedenlerimiz, sebeplerimiz bir ayrı önem taşır. Bu önemliler arasında var olmak ve yok olmak arasında gidip geliriz. Her şeye rağmen doğru bulunamaz. Doğru cevap bulunamadığından yürekteki izler bir türlü silinmez. Arada bir duygular fırındaki kekin kabarması gibi kabarır dakikalar sonra eski haline döner. Sonra hayat kaldığı yerden anlamsız da gelse devam eder. Bu zamanla kısır döngü haline dönüşür.

Madem aşkın izleri silinmiyor arada bir kekin kabarması gibi şahlanmalar yaşanıyor. Bu kekin kabarmasını tetikleyen nedenlerin olması gerekiyor. Nedenler çok ama bizi ilgilendiren bir neden var; ISISIZ ADAM. Görmedim. Duyduğum, okuduğum kadarıyla seyredenler kek kabarmasının önüne geçemiyorlarmış. Anlaşılan o ki kekin malzemesi bolca kullanılmış ki her köşede şişmeler olmuş.

Çağan Irmak'ın salonları hüzünlendiren, geçmişe götüren ve bir hesaplaşmaya sahne olan Babam ve Oğlum'da duygusal ve nokta vuruşu yapan temaların işlendiği Eski Türk filmi tadı veren filmden sonra Irmak - arada Ulak olsa da - Issız Adam'la aynı acımasızlığıyla bireylerin atar damarlarına acımadan parmak basmaya devam ediyor.

Yarası bol bir milletiz. Her yerimiz kanıyor. Durum böyle olunca da yönetmen ve senaristlere malzeme bol bol çıkıyor.

Sahnede her zaman ki gibi iki kahramanımız var. Kız tarafımız Ada. Erkek Tarafımız Alper. Görücü usulü tanışmak ve evlilik çağdaş kabul edilmese de TV kanallarında habire görücü usulü evlendirme programlarıyla showlar yapılarak reyting peşinde koşulsa da kahramanlarımız modern ve entelektüel! Görücü usulüyle tanışacak halleri yok. Entellere bu yakışmaz. Ters gelir. Eee o zaman enteller nerde karşılaşmalı; bar, sahil kenarları, arkadaş ortamı, iş ortamı yok canım bunlar çok sıradan bir de erkek tarafımız yalnız-ısısız ya bunlar gitmez. Geriye ne kaldı, ne kalacak entellerin fantezisi olan kitapçıda karşılaşmak kalıyor. Ayrıca ortak zevkleri olmayacak ki arada farklılık olsun ki atışmalar, sürtüşmeler olsun. En iyi dostluklar kavgayla başlar ya bizde de iyi sevgili, aşk atışmalarla başlar olsun. İnsan nasıl entel olur sorarsanız entel cevabı kitap okuyarak, müzik dinleyerek. Müzik dedikse pop değil canım. Klasik, sanatsal olanından tabii. Kendi alanlarında konuşarak birbirini etkilesinler cazibe çemberi oluşsun değil mi? Kızımızın elinde kitap, erkeğimizin elinde plak biri geceyi geçirecek bir av buldum heyecanıyla, diğeri sinirlerim gerildi edasıyla göz göze geliyorlar, bizde aşkın düğmesine basıyoruz.

Alper, işinde gücünde birisidir. Kızlar için ideal bir aday. İşi var, evi var, arabası var, kariyer sahibi, şöhreti var, patron işte daha ne olsun. Ne ararsan var. Bi Ada'sı yok. Çapkınlığı var, grup-lolita fantezileri var. Bardan kız ayarlamalar var. Parayla gecelik birliktelikler var. Bir Ada'sı yok. Ada'sıyla beraberken de arkadaşı, dostu yok. Aile yok (var da yok gibi), akrabası yok. Ee bir kız başka ne ister. Misafir, akraba, anne baba derdi yok. Para mara gırla, harca harca bitirebilirsen. Alış veriş merkezleri dolaş dolaşabilirsen… Seyircide gıpta etsin dursun bakalım.

Ada'mızda genç, güzel, kendi işini yapıyor. Özgür kız. Kitabını okuyor (sonra da okumasa da olur. Aşk kapıdan girdi mi kitap arka kapıdan çıka dursun). Kız tarafımız, ilk başta kız çapkın olmaz. Kendini ağırdan satar, kızlar hanım hanımcık olur felsefesiyle edebiyle işe gidip geliyor. Bu söylediklerim sizi aldatmasın, Ada'mızın hanım hanımcık oturması lafın gelişiydi. Alper'in evde yemek davetine uçarak gidiyor. Alper'e kendi fantezilerini yaşattıracak kadar yaman kızımız. Alper, çapkın (Alper) ve yamanın (Ada) karışımıyla ortaya nasıl bir yemek çıkarır bilemiyorum ama ben yemeğe bir playboyun aşkıyla kitlelerin aldatılması ismini verdim.

Yönetmenler, aşk filmlerindeki sahneler için ortak karar mı aldılar ne; hepsinde erkeğin (bir filmde de kadın getirsin) yatağa kahvaltı getirmesi, ya da uyuyan kadına kahvaltı hazırlaması, bol bol öpüşmeler, sevişme sahneleri, yemek yapmalar, sahilde, kırda gezmeler, kovalamacalar, yastık kavgaları, yürüyüşler, beraber bir şeyler yapmış olmaları adına filmleri süsleyip duruyorlar. Demek ki sevgililer gerçek hayatta yapacak başka bir şey bulamıyorlar. Yılın Alper-Ada aşkı da bu sahnelerden bolca nasiplerini düşeni almışlar. İnsanı yeter artık şu âşıklar farklı şeyler yapsın diye bağırası geliyor sinema salonlarında. Yerlisinden yabansına insanı bunalttınız, artık farklı temalar işleyin diyorsunuz ama kabarık keklerin hoşuna gittiğinden farklı beklentileri olanlar azınlıkta kalınca, katlanmak zorunda kalınılıyor. Şimdi Isısız Adam'daki aşk sahneleriyle Benjamin Buttun'un Tuhaf Hikâyesi'ndeki aşk sahneleri arasında ne kadar fark var ki.

Klasik, yılın aşk hikâyesini izlerken, alışkın, monoton aşk oynaşma sahnelerinden sonra Irmak Alper ile Ada'nın aşkına ayrılık tohumlarını ne zaman ekecek diye beklemeye başlıyoruz. Sonuçta aşk filmi mutlu sonla bitmeyeceğine göre, bize ayrılık serüveni izleyip, hüzünlenmek kalacağına göre bekleyişe geçiyoruz. Alper, kendini daha ilk görüşmede kollarına bırakan kızımıza ne zaman tekme atacak diye sabırsızlıkla bekliyoruz. Bakmayın siz, annecikle gezmelere, beraber yemek yemelere, iş yerine giden ilk kız olmasına, erkeğimiz uçana kaçana konan biri, öyle tek kızla falan idare edemez. Niye etsin ki özgür adam sonuçta. Rahatını bozmasına gerek yok ki. Kadının dırdırıyla kafasını niye şişirsin. Yok, bu saate kadar nerdeydin. Kiminle görüştün. Beni şuraya buraya götür. Yok, şunu alalım yok bu lazımlarla neden uğraşsın canım. Kızla evlensin de başına bela mı alsın. Film boyunca seyirciye bu mantık verildiğinden farklı bir şey beklenilmiyor filmden. Ve beklenen oluyor erkeğimiz hokkalı bir sille yemeyi de göze alarak kapıyı Ada'ya gösteriyor. Kızımız alta kalır mı biliyordum, şaşırmadım lafralarıyla aptallığını haklamaya çalışarak, soluğu Alper'imizin çocukluğunu geçirdiği mekânları dolaşarak kendini tesellide arıyor.

Teselli muhabbetlerini anlamak zordur. Daha önce aşk konusunda kazık yemiş, gözü açılmış, duygusal tecrübe yaşamış biri, ikincisi için topyekûn neden bir kaçışa girer ki. Hadi ilk aşk olsa tamam diyeceğiz. Bu nasıl aşk yahu 3-5 ayda yaşadığı birliktelik adına yaşamını değiştirme yoluna gider. İlk görüntülerde Alper'imiz daha çok etkilemiş görünüyor. Arka planda Ada'mız aşkından ölüp de diriliyormuş da haberimiz yok. Sağ olsun yönetmende seyircinin durumunu sezmiş olacak ki (entel karşılaşma alanlarından biri daha) sinemadaki karşılaşmalardan zavallı aşk zade kızımızın yaşadıklarını anlıyoruz da seyircinin ısınma derecesinin düğmesini biraz daha fazlalaştırmayı abartılı buluyoruz.

Öncekini unutmak adına, başkasının hayatını karartmak aşk zadelerin karmaşası olsa gerek ki Irmak, Ada'yı hem memleketten sürmüş hem de acısı biraz dinsin diye evlendirmiş. İlişkilerin bitmeyen kaçış noktası, öncekini unutmak adına, başkasını feda etmek. Kendisiyle beraber başkasını yakarken sanılır ki acıya merhem olacak. Irmak bu acımasızlığı görmüş olacak ki yerinde bir temayla işlemiş. Kendinizi kandırmayın mesajı yerinde olmuş…

Müziklerin büyüleyici olduğu Issız Adam farklı bir şey anlatmıyor. Modern aşkın sahnelenmesini başarıyla sunduğundan gereken ilgiyi de gördü. Ama bize aşkı anlatmıyor. Sadece yalancı aşkları ve aşkın çıkmazlarını gösteriyor. Tutkular adına kararan, bitme noktasına gelen hayatlarında bizi gezdiriyor sadece.

Modern aşkların aldatmasına Issız Adam'la kendimizi kahredeceğimize Türkan Şoray ve Kadir İnanırın oynadığı Selvi Boylum Al Yazmalım'daki ayağı yere basan bir hikâyeyle ağlayın da değerli ile değersiz birbirinden ayrılsın. Bunu teknik açıdan değil sadece senaryo açısından söylüyorum.

Osman Tatlı

e-posta-msn: suskunsinemayazilari@hotmail.com

Film: Issız Adam

Yapım: 2008 ~ Türkiye

Tür: Dram, Romantik

Yönetmen: Çağan Irmak

Senaryo: Çağan Irmak

Müzik: Aria

Oyuncular: Cemal Hünal, Melis Birkan,

Yıldız Kültür, şerif Bozkurt,

Gözde Kansu, Aslı Aybars,

Goncagül Sunar

 
Toplam blog
: 90
: 382
Kayıt tarihi
: 02.08.14
 
 

2004 yılında İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite yılla..