Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '11

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul : '' Hanımlar Şehri ''...

İstanbul  : '' Hanımlar Şehri ''...
 

Divan şairimiz Hayali, bir şiirinde diyor ki: “Ol mahîler ki derya içredir, deryayı bilmezler”.

Bu sözün Türkçe meali :“O balıklar ki denizin içindedir, denizi bilmezler”dir. Üç tarafı dört denizle çevrili, ama “Denizci millet, denizci ülke” olmak için gerekli çabayı gösteremeyen ülkemizi ne kadar da iyi anlatıyor bu dizeler.

Sırtımızı denize dönüp, seçimden seçime, “Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz” nutuklarının dışında, denizci olmak için atılan adımlar hep yetersiz kalmıştır. Karadeniz dağları geçit vermeyince, çareyi Karadeniz’in hırçın sularında arayan ve ekmeğini denizden çıkaran üç beş ailenin dışında, deniz ve denizcilik sektörüyle de pek ilgilenen olmamıştır.

Özellikle İstanbulumuzun cennet misali bir deniz kenti oluşunu tüm dünya aydınları idrak etmiş;bizim sahiplenmemiz ise cılız kalmıştır.

 

Bu sorumluluğun bilinciyle ''çorbada tuzum olsun '' diyerek  güzel İstanbulumuzun tarihi antik zaman tünellerine girip 15.yüzyıla uzanıyorum...

İstanbulumuzun kibar hanımefendilerinin günlük yaşamlarını gözlemlediğimde ,hayranlığım daha da artıyor...

..........

 

Osmanlı Devleti’nin payitaht şehri, dünyaya yön veren kentlerin merkezi, oryantalistlerin gizemli şehri İstanbul’da sosyal hayat her zaman canlılığını korumuş,

insan manzaraları her zaman araştırmacıların ilgisini çekmiştir.


Eski İstanbul’un gündelik yaşamında hanımların yeri bir başka yansımaktadır.

 İstanbul’un kibar hanımefendilerinin davranışları ve siluetleri; minyatürlerde, gravürlerde, kartpostallarda ve tablolarda görsel olarak günümüze gizemli, insanı etkileyen, davranışı ve duruşu incelenmeye değer bir görüntü içermektedir.

Eski İstanbul’un hanımefendileri gündelik yaşamda pek ön plana çıkmazlardı. Hanımlar; eşlerinin sultanı, evin mutlak hakimi, çocukların annesi ve sevgili olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca hanımefendiler; anne, nine, hala, teyze ve kerime (gözbebeği) olarak da gündelik yaşamda yerlerini almaktadırlar. İstanbul’un çarşı pazarlarında fazla göze batmayan hanım manzarası, yapılan vakıf eserler ile tam bir tezat gösterir.

İstanbul’un mimari siluetine damgasını vurmuş Haseki Sultan, Mihrişah Valide Sultan, Bezmialem Valide Sultan, Hürrem Sultan, Pertevniyal Sultan, Nurbanu Sultan, Neslişah Sultan, Adile Sultan ve benzerlerinin vakıf eserleri günümüzde hâlâ canlılığını korumakta olup, bu açıdan bakıldığında İstanbul’a “Hanımlar Şehri” dense yeridir.
 
Kayıklar ise, suyun üzerinde kayıp giden küçük tekne olarak tarif edilmektedir. Kayık belirli bir cins ve tür adı olmayıp, İstanbul şehir sularında, insan ve eşya taşıyan, küçük ölçekli ulaşım vasıtalarının hepsinin genel adıdır.

Kayık; halkın kendiliğinden bulduğu ve türettiği, som Türkçe bir isim olarak karşımıza çıkar.

Eski İstanbul’un gündelik yaşamında kadınlarımızın kayıklarla olan münasebetleri, bu ulaşım vasıtasıyla kadınlar arasında kurulan benzerlikler, kadınlarımızın kayıklarla ulaşımı ve oryantalistlerin gözüyle kayık-kadın gibi konularda bilgiler verelim.

Kadınlar ve kayıklar

İstanbul Hanımefendileri gündelik hayatta feracelerinin içinde ve peçeli bir vaziyette yer alırken; kibar, nazik, mesafeli ancak içten, gösterişli ama abartılı değil, kapalı ancak sanatsal duruşu olan, göze ve duyguya hitap etmeyen, nezaketli ve nezafetli kimselerdi.

Aynı şekilde boğazın sularında ulaşımı sağlayan kayıklarımız da, süslü ve gösterişli ama abartılı değil, nazenin ve incelmiş bir medeniyetin ürünü olarak ve kuğu gibi süzülerek İstanbul halkına hizmet etmekteydi.

Kayıklar ile hanımlar arasında karşımıza çıkan ilk benzerlik bugünün lüks deniz taksisi denebilecek özelliklere sahip olan özel piyadelere, zarafetinden ve süratinden dolayı “Hanım iğnesi” de denmesiydi.

Hanım iğneleri, saray ve konakların özel deniz aracı olarak, zarafet ve güzelliği ile hanımlara özgü övgüleri ve ismi almaya hak kazanmıştı. Birbirlerini ziyaret etmek dışında harem kadınlarını en çok heyecanlandıran, gezmeye gitmekti.

Genellikle bahar aylarında, “Hanım iğnesi” denilen kayıklarla gidilen pikniklere kadınlar günlerce hazırlanırlardı. Öyle ki, yiyecekten içeceğe kadar, hatta dilenciye verilecek paraya kadar en küçük ayrıntı defalarca gözden geçirilirdi.

Piknik alanlarında ise portatif kurulan kafesler arkasından meddahlar, ortaoyuncular seyredilirdi. Saray kadınlarının bindiği bir başka kayık da, “Kırlangıç” kayığı olup, bunlar hafif, süslü ve seri hareket eden teknelerdi.

İstanbul doğumlu, çocukluğu ve gençliği Boğaz sularında geçmiş bir grafik tasarımcısı olan Teri Sonman, hazırlamış olduğu kitabında Boğaziçi’ndeki kayıkları alımlı ve güzel bir kadına benzetmiş olmalı ki; eserine “Su Yolu’nun Dilberleri” adını vermiştir.

Ressamların ilham kaynağı

Boğaziçi’nin vazgeçilmezleri olan kayıkların suya batıp çıkarak ilerlemelerini “Boğaziçi’nde Su Perileri ile Dans” a benzetirim. Çünkü uzaktan bakıldığında zarafeti ve inceliğiyle ünlü kayıklarımız; çok güzel, alımlı, becerikli bir kadın gibi suları yararak hedefine ulaşan, (Hz. Yusuf’un güzelliğiyle anılan eşi Züleyha misali) suların ritmiyle dans ediyor gibi hareket eden varlıklardı.

İstanbul’a gelmiş birçok yabancı seyyah ve gezgin Boğaziçi’nin vazgeçilmezlerinden olan piyade kayığını; alımlı güzel ve becerikli bir kadına, yani su perisine benzetmektedirler.

Eski gravür, kartpostal ve tablolara baktığımızda kayık ve kadın temasına sıkça rastlamaktayız. Bunlardan Abdülmecid Dönemi İstanbul’unun ressamı, Germain Fabius Brest birçok tablosunda kayık ve kadın motifini işlemiştir.

Paris 1880 Salonu’na “Boğaziçi’nde Kayıklar” adlı eseriyle katılan sanatçı, 1882 Salonu’na, “Boğaziçi’nde Türk Kayıkları” konulu iki resim göndermiştir. Ünlü ressam,Preziosi İstanbul aşkı uğruna ülkesini terk etmiş, diğer oryantalistlerin aksine yolcu değil hancı olduğu için kenti yaşamış, “görmüş” ve tablolarına taşımıştır.


Her üç ressamın, kayıkla yolculuk eden hanımefendileri resmettiği tablolarında ortak değer, hanımların feraceli ve peçeli oluşlarıdır. Ayrıca kayıklarda yolculuk ederken yanlarında uşakları bulunurdu ve hamlacılar da kürekleri çekerlerken hanım müşterilerine bakmamaya özen gösterirlerdi.

Hamlacılar için kural, hanım müşterilere bakmadan sağ veya sol omuz hizasından başka yöne bakılması şeklindedir.

Ancak buna rağmen hamlacılar küreklere asılırken, denizde rüzgârın etkisiyle peçeleri açılan dünya güzeli İstanbul hanımefendilerine ve onların bazen ela, bazen siyah gözlerine baktıkları izlenimini de uyandırıyorlar.

 

Açılmış şemsiye ile hareket eden kayıklar; bazı gözlemcilere göre denizin üzerine işlenmiş mavi zeminli gül, karanfil ve lale motifli ebru sanatının icra edildiği izlenimi uyandırmaktaydı. Ancak bu şemsiyeli hanımefendiler sarayın önünden geçerlerken şemsiyelerini kapatmak zorundaydı. Bu durum bazı kaynaklarda padişahın ve devlet ileri gelenlerinin güvenliği açısından değerlendirilirken, bazı kaynaklarda da saygıdan dolayı şemsiyelerin kapatıldığını söylenmektedir.

Hanım yolcular ile erkek yolcuların aynı kayığa binmeleri yasaktı. Ancak Pazar kayıklarında durum biraz farklı olurdu. Pazar Kayığı’nın baş tarafına erkek yolcular, arka tarafına da kadın yolcular otururdu. Fausto Zenaro’nun “Haliç’te Kayığa Binen Kadınlar” tablosunda görüldüğü üzere kadınlar iskeleden kayığa binerken kayıkçılar yardım için ellerinden tutmaz, kadınlar kayıkçının omzuna hafifçe tutunarak binerdi. Kayıkçı esnafında ana kural “Hanımlara el verme yok, omuz verme var” şeklindeydi. Hamlacılar kayığına aldıkları konuklarını hep bir ağızdan selamlar, marşlar söyler, komutlara uyarak hareket ederlerdi.


Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer...

İstanbul,tarihinden günümüze taşıdığı erdemleriyle dünya malına değer...

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..