Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İstanbul'da bir gün...

İstanbul'da bir gün...
 

"İstanbul'a gidipte balık yemeden gidilir mi?"


Allah’ınızı severseniz siz aklınızı mı yitirdiniz? Şimdi bu soruda nereden çıktı demeyin! Magandası bol ülkemizde kalabalık arasında bir bayan olarak hiç yılbaşı kutlaması yapılır mı? Evet, eğlence adına sokaklara fırlattığımız cam, vazo ve evlerde giydiğimiz pijama, terlik ve televizyon karşısında yaşlı bir yılı daha geride bırakıp, sanki yeni gelen yılda, hiç kötülüklerin olmayacağı inancıyla kutladık… Yorgun yılın son günlerinde taşı toprağı altın dediğimiz İstanbul’daydım. İşimin erken bitmesi üzerine kendimi Eminönü’ne attım. Yaşlısı ve gencisiyle balık tutanlar köprünün başında, uzun uzadıyaydı. İstavritler hemen hemen her balıkçının önünde canlı ve tazece alıcılarını bekliyorlardı. Balıkları görünce, Eminönü’nde balık yemeden olmazdı. Teknelerin dalgalardan oldukça sallandığı tarihi dekorlu kayığa yaklaşıp, ekmek arası balığı küçük tabureye oturup yemeğe başladığımda, turistlerde deklanşörün parlaklığı arasında gülümsüyorlardı. Biliyorum hani ağzınız sulanacak ama Turşu’da mideme giden balığa iyi yol veriyordu.. Eminönü, yılsonu mu bilinmez, insan kaynıyor ve her yerinden yaşam fışkırıyordu. Yeni cami çevresinde dolanıp duruyorum. Yaşlı amca ve teyzelerden alınan buğdayların güvercinlere serpilişlerini izliyorum. Biraz ileride Nimet Abla’nın piyangolarını almak için ‘umut kuyruğu’ uzadıkça uzuyordu. Mısır Çarşısı yine bildiğiniz gibi yerli ve yabancı turist kaynıyordu. İstanbul’un arka sokakları pek yamandı. Bakırcılar Çarşısı’na dalıyorum. Hamallar yeni yılı umursamadan sırtındaki onlarca yükle kan-ter içinde para kazanmanın çabasındaydılar. Otobüs duraklarının önü insan yığını, inen-binen birbirine karışmıştı. Durağa yaklaşıyorum, altmış yaşlarında, babayiğit, sarışın, kafasında takkesiyle bir adam, gözüme takılıyor. Oturakların sonuna mekân edinmiş, kendi kendine mırıldanıyordu. Ayaklarının dibinde üç pet şişesi, biri büyüktü. Birini sürekli alıp, içine tükürüyor, diğer çay renginde olanı ise kafasına dikiyordu. Büyük pet şişesinde ise su olduğu belliydi. Şaşkınlıkla izliyor, ara sıra savurduğu küfürlü konuşmalar ise herkesin ilgisini çekiyordu. İçimden “Yazık” diyerek çay içmek için bir yer aramaya yöneldiğimde kendimi Yeni Cami’nin arka cephesinde buldum. Köhne bir restoran mı, çay bahçesi mi, anlamadan bir masaya oturdum. Suratı asabi ve biçimsiz bir tip; “ Yemek mi abi?” “ Hayır, çay alayım” dediğimde, küçük bardakla çay masama konmuştu. Hem gazetemi okuyup, hem de çayımı yudumladığımda pırıl pırıl bir genç; “ Boyayalım mı abi?” sözüne, “ Hayır” demeden ayakkabılarımı uzatmıştım. Fırça ayakkabılarımı parlattığında, yanıma yaklaşan yaşlı teyzenin; “ Evladım peçete lazım mı?” sözüne yine “Hayır” diyemeden cebimdeki bozuklukları boşaltmıştım. Çayımı son kez yudumlayıp, bir lirayı tabağın kenarına bıraktığımda, garson hemen yanımda bitmişti. “ Abi üç lira” dediğinde, içimden “Yuh be soyguncu musunuz?” dışımdan da; “ Allah Allah ne kadar da ucuzmuş” sitemiyle parlayan ayakkabılarımla İş Bankası’nın müzesine girmiştim. İkinci kata çıktığımda, 1924 yıllarında kullanılan daktilo, hesap makineleri, kumbaralarla karşılaşıyorum. Çocukluğumuzda babamın getirdiği metal kumbaraya gözüm takıldığında birçok anılarımda gözümün önünde canlanıyordu. Nasılda annemin tokasıyla kumbaranın içini kurcalar ve biriken paraları çıkarmaya çalışırdık. Kendi kendime gülerek kumbaranın resmini çektiğimde, güvenlik görevlisi de yanımda bitivermişti. Bana; “Fotoğraf çekmek yasak” uyarmasıyla, makinemi cebime koyup, diğer belgeleri incelemeye devam ediyordum. Sizlerle iki belgeyi paylaşmak istiyorum. Umarım ilginizi çeker. Antalya İş Bankası’nın 9 Şubat 1933 de Umum Müdürlüklerine yazdığı yazıda bakın neler yazıyor; “ Cumhur reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Başvekili İsmet Paşa, hazaratının Antalya’yı teşrifleri münasebetiyle ihtiyar eylediğimiz 191, 13 lira masrafın müfredat pusulası ile banka namına kurulan takın fotoğraflarını leften taktim ediyoruz. Şubemizin bütçesinden bu gibi masrafların tediyesine mahsus bir fasıl mevcut olmasına binaen mezkûr 191, 13 liranın Umum Müdürlüğümüze tesviyesini istirham eyleriz. Saygılarımızla ( İki yetkili imza) Peki, Müfredat Pusulası’ndaki masrafları merak ediyor musunuz? Belgeyi aynen yazıyorum; T.L.K Cinsi 8. Mersin yaprağı ve yaptırma emeği, 20. Usta Ücreti 46. Kereste bedeli 7.50 İlk def’a bez yaptırma bedeli 1.50 İkinci def’a bez “ “ 14.25 Elektrikçiye nakliyesi ile beraber 6. Elektrik ceyran bedeli 3.20 Sancak bedeli 2 adet büyük 3.65 Kaat ve saire 40. Paşaları istikbal ve teşyi için otomobil ücreti 4.03 Muhtelif lambalar, sicim, çivi, kordon ve saire 191.13 lira. Şimdi seçim zamanlarında yapılan bu tören giderleri ve oy alma uğruna verilen seçim rüşvetleri ne kadardır dersiniz? Onu da siyasi partiler yayımlarsa öğrenmiş oluruz! Gelelim bankanın ilk kadın çalışanına. Camekân içindeki belge Arapça harflerle yazılı künyesinin Türkçe açılımı; Adı: Hediye Hanım. Tarih ve mahal-i veladieti: 1325 Derece-i tahsili ve mezun olduğu mektepler: Ankara Kız Lisesi’nin ikinci devre ikinci sınıfına kadar. Bankaya tarih-i ihtisabı: 18 Teşrin-i Sani 1926 Aldığı zamlar ve muhabeat: Bugünkü maaşı 39 lira Bildiği elsine-i ecnebiye ve derecesi: Fransızca okuyup, yazacak kadar. Saçları bukleli, modern giyimli Hediye hanımın resmini inceleyip, müzenin diğer bölümlerine geçtiğimde, o dönemde ekonomiye can veren Şişe Cam, İpek İş gibi fabrikaların, kuruluşlarının mücadele dokümanları ilgimi çekiyor. “Ahhh” çekerek “Şimdi hepsi yabancıların eline geçti” sitemimle müzeden çıkıp, insan kalabalığının arasına karışıyorum. Aklım Hediye Hanımda kalmıştı. Şimdilerde nerde öyle liseyi bile bitirmeden İşe girebilmek! Bırakın Fransızcayı okuyup, yazmayı, üç dilde bilseniz, iki üniversiteyi bitirseniz, üstüne üstlük bilgisayarı yutsanız bile, kendinizi biran da işsizler ordusu içinde bulabilirsiniz düşünceleri arasında feribottaki yerimi aldığımda ihalesi 24 TV ye verilen televizyonda; yeni yılda yapılacak zamların haberlerini izliyorduk. Feribotta denizi yararak köpükler arasında ilerlediğinde, her taraf karanlıktı… Borç stokları, 425 milyar doları aştı. Doğalgaz pahalılıktan kullanılamaz hale geldi. İşsizler ordusunu çığ gibi büyüttük. Telefonlar var, faturaları dudak uçuklatıyor. Dershaneler, kolejler var, yine eğitimde istenilen noktada değiliz. Dünyanın en pahalı benziniyle, otomobilleri sürmek yürek ister, Sahi, Cumhuriyetten günümüze neler değişti? Sizce, bunca entrikalar içinde gelişmeyi ve demokrasiyi yakaladık mı dersiniz? Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…

Ertuğrul Erdoğan 3 Ocak 2010/Bursa

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..